1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Rum tehciri tamamlandı…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Rum tehciri tamamlandı…”

A+A-

 

Ragıp ZARAKOLU

Uzun zamandır 1964’de İstanbul’dan sürgün edilenlerin anılarına dayanan bir derleme üzerine çalışıyoruz..(*)
Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1964 yılında Koalisyon Hükümeti’nin Başbakanı olarak, 1964 yılında, siyasal rakibi Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın aktif uygulayıcılarından biri olduğu 1914 Batı Anadolu Rum Tehciri’ni tamamladı.

Kendi imzacısı olduğu Lozan Barış Antlaşması’nı rafa kaldırdı. 1924 Yunanistan- Türkiye Müslüman- Hıristiyan Ortodoks yurttaş mübadele anlaşmasının, kapsam dışı bıraktığı İstanbul Rumluğu’nu, yine aynı antlaşmanın sözde özerklik verdiği Bozcada ve Gökçeada Rumluğu’nu tasfiye etti.

İsmet Paşa, yazları Heybeliada’da geçirirdi. 1970’lerin başında, yolda hâlâ Rumca konuşan bir gruba rastlayınca, “Bunlardan hâlâ kaldı mı” diye sorduğunu hatırlıyorum.

Bütün bu etnik arındırma sürecini kültürel düzeyde noktalamak ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin kaçıncı Başbakanı olduğunu şu anda hatırlayamadığım Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a kısmet oldu.

Bu da Tarlabaşı yıkım projesi ile gerçekleşti.
Adına her ne diyorsanız, tehcir, etnik arındırma, jenosid... Süreci tamamlamak Tarlabaşı yıkımı ile ona kısmet oldu.
Tarlabaşı uzun yıllar, Fethiye yakınlarındaki terk edilmiş Rum kasabası Kayaköy’ü hatırlattı bana hep.
1964 yılında buranın sakinleri, yine Rum olan İstanbul Emniyeti Azınlık Masası memurlarının getirdiği bir tebliği imzalayarak 24 saat içinde ülkeyi terk etmek zorunda olduklarını öğrendiler.
20 kilodan fazla eşya ve 20 dolardan fazla para almalarına izin verilmiyordu.
Bunlar arasında sakatlar, yaşlılar da vardı.
Bir anda dünya basınına Türkiye- Yunanistan sınırında ağlaşan insanların resimleri yansıdı.
İstanbul basınında ise olayın boyutu hakkında tek bir satır yoktu.
Kalmayı başaranlar da, zaman içinde bir kar yığını gibi eridi gitti.
Oysa İstanbul Rumluğu’nun tarihi, şehrin kuruluşu ile yaşıttı.
Bir çiçek gibi korunmaları gerekirken, acımasızca köklerinden sökülüp atıldılar.

Cemil Meriç ile sohbetlerimizde, yoksul üniversite yıllarında, nasıl Tarlabaşı’nda yine dar gelirli bir Rum dul kadınının küçük bir oda kiraladığını anlattığını hatırladım birden. Onun aynı yıllarda en yakın arkadaşlarından biri olan Halit Çelenk’ten, 1942 yeni yılını Taksim’de mütevazı bir masa ile nasıl birlikte kutladıklarını, Cemil Bey’in o güzel sesi ile “Nasıl Bir Kadın İsterim” şiirini okuduğunu. Sonra “O Kadını” nice yıllar sonra Lamia Hanım’da bulduğunu, ve ölene kadar yaşam arkadaşı olarak kaldıklarını...

Bu arada Genel Kurmay promosyonlu “Çılgın Türkler” kitabı yazarı Turgut Özakman’ın en sevdiğim kitabının, bir Rum kadınla yaşadığı “ilk aşkı” anlatan otobiyografik romanı olduğunu hatırlatayım. (Herhalde “ulusalcı” profili bozulur diye bu kitabı yeniden bastırmadı bir daha.)

Geçenlerde Tarlabaşı’nın yıkıntıları arasında dolaşıp fotoğraf çekiyordum.
Sokak aralarında dolaşan tuhaf insanlar dikkatimi çekti.
Kötü kötü bakıyorlardı bana.
Daha sonra başka bir sokakta, bir grup yanıma yanaştı.
Hemen şefleri gibi görünen birine yaklaştım, elimi uzatıp “Selamünaleyküm” dedim.
Şüpheli şüpheli baktı.
“Sosyal medyada, Tarlabaşı’nı yıkıyorlar diye yazıp, bu fotoğrafları koyacaksın, değil mi” diye sordu bana.
“Yok,” dedim “ben tarihçiyim, kendim için çekiyorum”.
Bir yandan aksakalıma bakıyor, bir yandan da tam emin olamıyordu.
“Bu o muydu” diye sordu bir başkasına.
Belli ki, bir başka sokakta iken, resim çektiğim haberi gitmişti kendilerine.
Demek ki, Tarlabaşı, bir çeşit çetelerin kontrolüne bırakılmıştı.
Bir anda kendimi, Halep kentinin yıkıntıları arasında hissetmiştim.

Aslında Tarlabaşı’nın ilk yıkımını başlatan, Taksim Meydanı’nı ilk amorflaştıran 12 Eylül sonrası başka bir rantçı olan Turgut Özal tarafından kentin başına getirilen, Ergenekon’un “kasası” olduğu iddia edilen, ANAP’lı belediye başkanı Bedrettin Dalan olmuştu. Mimarlar Odası o zaman da bu “rantçı” yıkımlara karşı koymuştu.
Bir yandan, Atina’da hâlâ Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyan Rum yurttaşlarımıza, “geri dönün” diye sempatik mesajlar yollanırken, bir yandan Tarlabaşı Rumları’nın evlerini yerle yeksan edeceksin. Kent merkezinden yoksulları kovalayacaksın, --ki bunların çoğu Kürt ve Roman’dır. Ya da öğrenci... Yeni Tarlabaşı’nın Rumlardan sonraki yeni sakinleri onlar olmuştu. Yeni sürgünün kurbanı aynı zamanda.
Şimdi yoksulları ve farklı kimlikten olanları kent merkezlerinden uzak varoşlara tehcir etme dönemiydi.
Son muhteşem 2010 1 Mayıs’ı zat-ı şahanelerini rahatsız etmişti.
Taksim “çapulcuların” değil, AVM gezginlerinin olacaktı!
Bu rant alanları, fetih ideolojisinin son fetih alanı idi.
Çamlıca Tepesi’nin fethi gibi.
Dış fetih yoksa iç fetih!
Taksim maalesef fetholunamadı, Gezi Direnişi sayesinde.
İlk kuşatma atlatıldı.
Meydanın ağzı burnu yamulsa da..
(Ama Hiç olmazsa Meydan gelecek muhteşem 1 Mayıslar için daha da büyümüş oldu!)
Ama orası da düşerse süreç tamamlanmış olacak.
(*)“Memleket Hasreti, Gönlünün Kasveti” adlı kitabın alt başlığı çok anlamlı: “Bir insanın üzerinde doğup büyüdüğü topraklar her zaman anılarında yaşar.”


(TARAF – Ragıp ZARAKOLU – 23.3.2014)

Bu yazı toplam 2614 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar