Rumlara akaryakıt satmamak ve 1974 sonrası sıfır başarılı olmak!
Yasal yoldan ülkeye kendi aracıyla bir turist geldi...
Ülkenizi gezecek...
Veya gezmeyecek, sadece iki kez tuvalete girip, geri dönecek...
Siz o turiste, “zenginsin, benim kendi yoksul vatandaşım için vergisini devlet kasasından ödediğim benzinden satın alamazsın, geri ülkene dön” diyebilir misiniz?
-*-*-
Mesela bir Fransız, arabasıyla bindi trene, gitti İngiltere’ye...
Benzin alacak, “Beaaaöööö evine dön sana benzin yok çünkü senin paran çok” diyen bir İngiliz benzinci hayal edebilir misiniz?
-*-*-
Ya da Bulgar bir vatandaş gelmiş Edirne’ye; benzin alacak, “Yürü lan git buradan, senin kullandığın para birimi, benim kullandığım TL’den çok yüksek, bu yüzden sana benzin satmıyorum, satarsam benim çiftçim aç kalacak” diyebilir miydiniz?
-*-*-
Bu nasıl bir mantıktır?
Bu nasıl bir ekonomik tedbirdir?
Bu nasıl bir siyasettir?
“Efendim, şu şöyleydi, bu da böyleydi, o yüzden de ben demiştim ki benzinciler Rumlara satış yapmasın” diyemezsiniz!
Gazetelere, “Sucuoğlu’ndan milli duruş” diye başlık attıramazsınız!
-*-*-
Siyasetle, ekonomik tedbirle, mantıkla açıklamaya kalkmayın bu kararı!
“Rumlara benzin satmayın” demek; ırkçılıktır. Utanılacak ve özür dilenmesi gereken bir davranıştır. ELAM’ı haklı çıkaran bir acayip haldir!
Yazıklar olsun!
-*-*-
Şu anda ülkeye Dünya’nın hiç bir ülkesinden turist gelmiyor, gelemiyor...
Bir miktar kumarcı ve bir miktar Rum dışında “turist” diye sınıflandırıp, “müşteri” diye veli nimet kabul edebileceğimiz kimse yok...
Hal böyleyken alınan bu kararın “ırkçı” damgasını yemek dışında yaratacağı kriz sıkıntı yok mudur?
Rum kardeşlerimiz, Kuzey’e sadece benzin almak için mi geçiyor?
En son Kermiya bölgesindeki büyük marketlere ne zaman gittin Sayın Sucuoğlu?
-*-*-
Haaaa, Rumlar toplum olarak bizden zengin mi?
Anlatın bunu patronlarınıza!
Konuşabiliyorsanız, ki konuşamadığınızı biliyoruz, Fuat Oktay beye bilgi verin!
Deyin ki, “sayenizde ve bizim de katkılarımızla, 1974 yılından bu yana Kıbrıslı Türkleri, Kıbrıslı Rumlara göre yoksullaştırdık”...
Deyin ki, “bulduğumuz ganimetin haddi ve hesabı yoktu, birlikte yuttuk”...
Deyin ki; “birlikte yarattığımız eser ortadadır, Papa Kıbrıs’a geliyor, yalvar yakar ve diplomasi dışı saçma yöntemlerle bize – Kuzey’e de davet ediyoruz ama dönüp bakmıyor. Resmen aşağılanıyoruz, zavallı muamelesi görüyoruz, kimsesiz olduğumuz ortaya çıkıyor”...
Ve deyin ki, “bitiyoruz, yüksek müsaadelerinizle”...
Ve ekleyin ki, “şükran!”...
Yaaaa...
-*-*-
Biliyor musunuz, bazı benzin istasyonları, satışlarının neredeyse tamamını Güney’den gelen müşteriye yapıyor.
Sen, beceriksizsen, sen parasızsan, sen çaresizsen, sen yedi yirmi dört sadece hamasi nutuk sallayıp, seçimle uğraşıyorsan ve ülkeye akaryakıt bulamıyorsan, Rum müşteriye yakıt satışını yasakladığın anda, o istasyonların çalışanlarını ya da sahiplerini ne yapacaksın?
-*-*-
Bir de meseleye “Rum’a benzin satışını yasaklayan kahraman” endamıyla bakanlarımız yok mu?
İşte o anda çıldırıyorum!
-*-*-
Evet, resmen çıldırdık!
Tıpkı fıkradaki gibi!
-*-*-
Gelin haftaya “bizim hükümetin çıldırtma siyaseti”ni ilgilendirir veya ilgilendirmez, romantik ama aynı zamanda seks içeren bir fıkrayla başlamış olalım...
Fıkradır bu ha; sakın kimse üzerine alıp da “aha sen de ırkçılık yaptın” demesin...
Fıkra canım fıkra, “Fransızlara ekmek satmayın, İskoçlara benzin vermeyin, Almanları sabun yapın” demiyorum...
Fıkra!
-*-*-
Bir Türk, bir Alman, bir Fransız ve bir İskoç, eşlerini nasıl çıldırttıkları konusunda sohbete dalmışlar...
Alman demiş ki, “... İş çıkışı eşimle birahaneye gideriz; birer soğuk bira içerken, günün yorgunluğunu gözlerimizin içine bakarak atarız. Sonra birlikte yemek yer, nefis bir de şarap içerken, eşimin kulağına en güzel sözlerle fısıldarım. Çıldırır...”
Fransız devreye girmiş: “... Hangimiz eve erken gelirsek, yemeği o hazırlar. Ben hazırlarsam, en güzel salatayı yaparım. Nefis bir et seçerim, bir de kırmızı şarap açarım. Birlikte yemeğimizi yeriz. Sonra şöminen karşısına uzanırız. Şarap bitmiştir. Konyağımızdan birer yudum, kahvemizden iki yudum aldıktan sonra, karımın dudaklarını öperim, o anda çıldırır.”
İskoç anlatmış: “... Yayladan gelirim. Üzerimde kilt. Karım eve girdiğim anda bana bir güzel vodka verir. O’nu hızlıca içerim... Sonra yemek yer, bir birimize güzel sözler söyleriz. İçkilerimizi içmeye devam ederiz... Birlikte duşumuzu alırız, yatağa uzanırız, eşime dokunduğum anda zaten çıldırmış haldedir.”
Ve sıra Türk kardeşimize gelir: “... Eve gelirim. Karım çocuklarla uğraşmaktadır. Önce sıcak suyla ayaklarımı yıkar. Sonra yemeğimi masaya koyar. Yerim. Çay yapar, içerim. Namazımı kılar yatırım, sonra karım yatır. Hemen üzerine saldırırım. 38 saniye sonra şeyimi perdeye silerken, O da çıldırır!.”
-*-*-
Kıssadan hisse!
Efendim, “bir olaydan hatta yukarıdaki fıkradan alınacak veya alınması gereken ders” demek istemiştim...
-*-*-
Ülkeyi yönetirken, “Alman olalım, Fransız olalım, İskoç olalım” demiyorum...
Elbette “Kıbrıslı Türk” olalım, kendimiz olalım ama eşimizi, dostumuzu, vatandaşı çıldırtmayalım!
Ayrıca ülke yönetmek, “bir Türk, bir Alman, bir İskoç...” diye anlatılan fıkra değildir!
Bir de bunun ciddiyetine varalım!
Ve son bir yorum; “... 1974 sonrası sıfır başarı” durumunda olduğumuzu lütfen kabul edelim!
“Rum – Yunan ikilisiiiii; Aha hep bu BM’nin kararları” saçma gerekçesine yatmayalım!
Bilmem anlatabildim mi?
Endonezya’nın Doğu Java bölgesindeki 3 bin 676 metre yüksekliğindeki Semeru Yanardağı’nda geçtiğimiz Cumartesi günü patlama meydana geldi... Şu ana kadar kaç kişinin öldüğü ya da yaralandığı bilinmiyor... Çok sayıda kayıp insan var... Her yan kül ve dumanla kaplandı... Sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri bu... Bu arada, köylüler, hayvanlarını da kurtarmaya çalışıyor ancak herkes, neye uğradığını bilmiyor... (Son iki yılda KKTC insanı bir tek bunu yaşamadı, ister misiniz yarın Beşparmaklar patlasın? Allah korusun! Gerçi bizde volkanik patlama değil de, top atışlarından sık sık patlamalar olabiliyor ki bunu konuşmak da tabu meselesi! En küçük bir şey yazsanız, “Sen askerimize laf mı söylüyorsun?”a bağlıyorlar...) Fotoğraf: EPA / AMMAR