Rusya ve Suriye ile yakınlaşması ve diğer konular... Ne şekilde okunmalı?
Rusya ve Suriye ile yakınlaşması ve diğer konular... Ne şekilde okunmalı?
Mine Yücel
Son zamanlarda Türkiye ile Rusya ve İsrael arasında yaşanan yakınlaşma farklı yorumlamaları da beraberinde getirmektedir. Bu yakınlaşmayı iyi okuyabilmek için bölgedeki gelişmeler yanında Amerika, Rusya ve Çin Dış politikalarını da anlayabilmek önemlidir.
Öncelikle elimizdeki verileri bir değerlendirelim.
Çin, Pasifik bölgesinde giderek daha yayılımcı ve agresif bir dış politika güdmeye başlamıştır. Bu, Pasifik bölgesindeki Amerikan çıkarları ve müttefikleri açısından giderek artan bir risk faktörü anlamına gelmektedir. Bu risk faktörü ile başa çıkabilmek için Amerika’nın önünde birçok farklı alternatif bulunmaktadır. Bunlar ekonomik yöntemlerden diplomatik veya askeri (veya her üçü de) yöntemlere kadar ulaşan geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Fakat bilinen tek gerçek Amerika’nın önümüzdeki yakın gelecekte dış politikada dikkatini Atlantik Bölgesinden Pasifik bölgesine doğru daha dengeli bir şekilde yayma ihtiyacı olduğudur.
Enerji sektöründe Türkiye de dahil olmak üzere Avrupa ülkelerinin Rusya’ya karşı bağımlılığını azaltmak ve enerji alternatiflerini artırmak yönünde bir ihtiyaç ve tercihleri bulunmaktadır. Bu ihtiyacın giderilmesi için farklı enerji alternatifleri arasında Mısır, İsrail ve daha düşük bir olasılık olarak da Kıbrıs doğal gazı bulunmaktadır. Bu doğal gaz kaynaklarının bir şekilde birleştirilip bir ekonomik ve güvenli bir yolla Avrupa’ya taşınması ihtimali son dönemde gündeme yerleşmiş olup buna karşılık Rusya kendi siyasi ve ekonomik gücü açısından bu alternatifi önlemek veya bu gelişmeler içerisinde kendine yer edinmek kaygısı içerisindedir.
Amerika ise Atlantik bölgesindeki varlığını azaltıp Pasifik bölgesindeki varlığını artırmak ihtiyacındadır. Bu arada enerji sektöründe kendi teknolojik gelişimi sayesinde Amerika içerisinde kendi kendine yetebilecek bir kaynak bulması ve farklı enerji alternatiflerine sahip olmasından ve Suudi petrol kaynaklarının önümüzdeki 20/30 sene içerisinde tükenecek olduğunun ortaya çıkması gibi gelişmeler de Amerika’nın Orta Doğu’daki varlığını/ağırlığını azaltma kararını vermesine yardımcı olmuştur.
Bu verilere ek olarak ‘Obama Doktrini’ diye tanımlanan ve Obama’nın başkanlığı döneminde Amerika’nın dış politikasına yön veren fikri de iyi anlayabilmek gerekmektedir. Obama Doktrini, Obama’nın Dış Politikada Amerika için direkt fiziki tehdit oluşturmayan şeyleri tehdit olarak algılamama ve bunları diplomatik çözümlerle veya faaliyetlerle düzenleme mantığına sahip olmasıyla ortaya çıkmıştır. Müdahaleci değil, diplomatik çözümler arayışında olan bir sorun giderme anlayışı diye de tanımlanabilir aslında bu yaklaşım.
Son yıllarda Amerika, Orta Doğu bölgesindeki etkisini ve gücünü azaltıp dikkatinin çoğunu Çin’in artan gücünü kontrol edebilmek amacı ile Pasifik bölgesine vermiştir. Pasifik bölgesinde Çin ile işbirliği öncelik olmasına rağmen bölgedeki müttefiklerinin tehdit altında hissediyor olmalarına karşılık her an Çin ile bir sıcak çatışmaya girebilme ihtimalini de göz ardı etmeden Pasifikteki yeni durumu kurgulamaya çalışan bir Amerika gözlemledik bu dönemde.
Bunu yaparken Orta Doğu’da kendi müttefiki olan ülkelerin daha etkin bir şekilde kontrol sahibi olmalarını ve birbirleriyle işbirliği içerisinde olmalarını teşvik etmiştir. Özellikle Kıbrıs Sorununun çözüme yakın hale gelmesi ve Kıbrıs’ın bir bütün halinde NATO üyesi olma olasılığı da bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Orta Doğu bölgesindeki güç dengeleri yeniden oluşturulurken, aslında Orta Doğu yerine Doğu Akdeniz ismi de bölgenin yeni tasarım planına uygun olarak daha sıkça kullanılmaya başlanmıştır.
Yine bu plan dahilinde İsrail doğal gazının Suriye üzerinden Türkiye’ye taşınması planı da gündeme gelmiştir. Tüm bu gelişmeler doğal olarak Rusya’yı endişelendirmiş ve o dönemde büyük bir panik yaşamasına sebep olmuştur.
Durum böyle iken ve Amerika’nın giderek azalan varlığı ile oluşan boş alana birçok farklı ülke, grup, çıkar ve zihniyet yerleşmeye çalışmıştır. Bunlardan son dönemde en büyük ‘başarı’ ile çıkan ise Suriye içerisinde PYD ile İŞİD olmuştur.
Bu noktada Obama’nın Suriye politikası da mümkün olduğunca Suriye’ye askeri müdahalede bulunulmaması ve müttefiklerin desteklenip onlar aracılığıyla Esad’ın devrilmesi üzerine kurulmuştu. Bu plan yukarıda da belirtildiği gibi Israil doğal gazının Avrupa’ya geçişinin önünü açmak ve İsrail’in bölgedeki pozisyonunu rahatlatmak anlamında önemliydi.
Fakat Esad’ın kısa sürede devrileceğini öngörmüş ve yanılmış olan Obama özellikle bu boyutta ABD içerisinde de çok fazla eleştirilmektedir son dönemlerde. Obama’nın bölgeye müdahale etmekte isteksiz görünmesiyle Rusya hiç beklenmedik bir hamle ile Suriye’ye girmiş ve Esad rejimine destek olarak aslında bölgede Esad’sız bir yeni oluşumun olmamasını garanti altına almıştır. Aslında attığı bu adımla, Suriye üzerinden yeniden şekillendirilecek olan ‘Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmayı garantilemiştir Putin.
Obama ise Suriye’de Rusya ile çatışmak yerine Suriye Barış Planının hazırlanmasında Rusya ile işbirliğine girmiştir. Bu çerçevede PYD, Rusya ve Esad Suriye’de kalıcı bir gerçeklik olarak ortaya çıkmış, bu dönemde boşluğu en iyi değerlendiren ve kendini bir devlet olarak ilan eden İŞİD ise ortak düşman ilan edilmiştir. Buna karşılık Türkiye bu dönemde özellikle PYD karşıtı ve İŞİD taraftarı bir politika izleyerek aslında kendi müttefiki olan Amerika’nın farklı tercihler sergilemesiyle tek başına kalmıştır. Ayni anda Amerika ve Rusya ile arası açılan Türkiye bunu daha fazla göze alamayarak İŞİD’e karşı işbirliği içerisinde yer almaya başladıktan sonra giderek artan bir şekilde İŞİD’in saldırılarına da açık hale gelmiştir.
Yukarıda belirtilen sebeplerden, ve aslında kendi ekonomisinin ‘Rusya etkisinden dolayı’ aldığı hasara daha fazla dayanamamasından dolayı, Rusya ile yeni bir yakınlaşma sürecine girmiş olan Türkiye’nin eş zamanlı olarak Israil ile de işbirliği anlaşmaları imzalaması ve/veya ‘arasını düzeltiyor’ olması bir tesadüf değildir aslında. İsrail uzun bir zamandan beridir doğal gazının yolunu açmak için farklı alternatifler üzerinde çalışmaktadır. İlk önceliğinin Türkiye ile işbirliği olduğunu hiçbir şekilde gizlememiş olmasına rağmen Israil, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan ile bir ittifak anlaşması da imzalamıştır. Bunu B-planı olarak tuttuğunu da açıkça dile getirmiştir.
Amerika’da yaklaşan seçimler nedeniyle Obama, dönemi sona ermeden, biraz da kendi hatasını düzeltmek anlamında Suriye sorununun çözümü ve bölgede kalıcı bir yeniden düzenleme adına Türkiye’den belli adımları atmasını beklemekteydi.
İşte son günlerde atılan bu adımlar bu beklentinin bir sonucu olarak atılmıştır ve benzeri adımların Mısır’da da atılması beklenmektedir.
Kıbrıs Sorununun çözüme ulaşamaması
Bunun Kıbrıs ile ilişkilendirilmesi ise birkaç farklı boyutta olacaktır. Şöyle ki İsrail gazının Türkiye’ye gitmesi Suriye üzerinden kara yoluyla yapılamasaydı, bunun deniz yoluyla olması düşünülebilecekti. Bu da Kıbrıs’taki yakınlaşma ve çözüm umudunun artmasıyla bir anda mümkün hale gelmişti. Fakat Rusya’nın Suriye hamlesi ile bu olasılık bir yerde ortadan kalkmış oldu. Kıbrıs Cumhuriyeti bu hamleye karşılık Rusya ve Israil ile iki taraflı veya Yunanistan’ı da dahil ederek üçlü anlaşmalar imzaladı ve aslında çözüme ihtiyaç duyulmadan Israil gazı ile birlikte Kıbrıs’ta ortaya çıkabilecek gazı da birleştirerek Avrupa’ya ulaşımını sağlama alternatifleri geliştirmeye başladı. Yine ayni şekilde Kıbrıs Cumhuriyeti bu dönemde Mısır ile de bir yakınlaşma içerisine girdi.
Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle artan çözüm umutları ve hareketlenen çözüm süreci, bu uluslararası gelişmelerden bağımsız olarak ‘2016 yılı içerisinde çözüm’ hedefiyle yola çıkmış olmasına rağmen, bu dönemde Kıbrıs’ın güneyinde seçimler, Kıbrıslı Rum müzakerecinin BM Genel Meclisindeki seçimde aday olması ve ona odaklanması, sonrasında ise seçimi kaybederek sürece geri gelmesi, bu arada güneydeki seçimlerde daha çözüm karşıtı bir siyasi resmin ortaya çıkması 2016 yılı içerisinde çözüm olasılığını da olumsuz yönde etkilemiştir. Kısacası, Rusya’nın Suriye’deki hamlesinin çözüm sürecine etkisi oldukça olumsuz olmuştur. Bunun hemen sonrasında Rusya ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında görüşmeler yapılmış ve iki taraflı yakınlaşma çalışması içerisine girilmiştir. Yıl sonunda Amerika’da yapılacak olan seçimler yanında BM Genel Sekreter seçiminin de yaklaşıyor olması uluslararası arenada Kıbrıs Sorununun önem seviyesini de yerle bir etmiştir.
Çözüm olasılığının giderek azalması yanında Türkiye’nin son dönemlerde giderek artan boyutta ‘KKTC’yi yeniden yapılandırma çalışması içerisine girmiş olduğu da gözlemlenmektedir. Bunun bir benzeri de Gazze’de kontrolün bir boyutta Türkiye’ye devredilmesiyle yaşanmaktadır.
Doğu Akdenizde yaşanmakta olan gazla ilgili gelişmeler yanında mezhepler arası bölünme de bu dönemde ön plana çıkan noktalardan bir tanesidir. İran’ın kontrol altında tutulması amacı ile Obama’nın İran’la diplomatik bir anlaşma yapması ise yine Obama Doktrini’nin bir sonucudur. Buna karşılık Türkiye de İran’ı bölgede bir tehdit olarak gören Israil ile anlaşmasından Gazze’nin kontrolünü eline almıştır. Bunun yanında Rusya ile yakınlaşması sonucunda İran’ın Suriye üzerindeki etkisini de kontrol altına alabileceğini ümit etmektedir.
Adada çözüm olmaması olasılığı ile Kıbrıs’ın kuzeyinin de bu mezhep birlikteliği dahilinde giderek daha fazla dinin etkisi altına girme olasılığı da artmıştır.
Sonuç.
Ülkemizde maalesef uluslararası gelişmeleri çok fazla takip etmeden tek boyutlu ve iç siyaset odaklı bir anlayış hakimdir. Uluslararası sisteme getirdiğimiz yorumlar ise maalesef soğuk savaş dönemi ve bu dönemin dinamikleri referans alınarak yapılmaktadır. Böylesine yeni bir durum ve gelişmeleri anlamakta bu bakış açısı çok yanlış sonuçlar çıkarmamıza sebep olmaktadır.
Bir an önce algılanması gereken gerçeklerden bir tanesi Kıbrıs’ın mezhep çatışmaları içerisinde kendi kontrolü dışında bir yerlere itilmesi olasılığı ve kendi kendini yönetme noktasında hükümetlerin ve siyasi sistemin çökme noktasından ne şekilde çıkabileceğinin yolunun bulunması gerekliliğidir. Bunların yapılamaması halinde bizleri çok da hoş olmayan günler beklemektedir.