1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Sabahın karşısında susmak
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Sabahın karşısında susmak

A+A-

“Hiç sessizlikten mektup aldın mı?” (*)
Bu soru bir şiirin ilk satırıdır.
Çok da düşünmeden “yok” diyebilirsin: “Sessizlik mektup yazmaz.”
O kadar emin olma!
Yanılabilirsin.
Sesinden çok daha fazla “sessizliği” anlamayı dene!

 

cenk-003.jpg


***

Sessiz isyanlarımız vardır.
Denizin köpüğünü toplayarak geri çekilmesi gibi iç çekeriz.
Kıyılarımız suskunlaşır.
“Böyle bir hayat değildi istediğim” deriz.
Hayallerimize yetişmez gerçeklerimizin örtüsü!
Kırıklıklarla giyiniriz.

***

“Kendi hayatımı kendim tasarlayamaz mıyım?”
Yok!
Yanılsama bu.
Elbette tercihler ve bedellerle örülen bir ağın içinde yoğruluyoruz.
Yine de bütünü tasarlamaya dair çok “cüce”dir gücümüz.
Kendimiz dışında o kadar çok etken var ki, hani, ayakuçlarımıza yükselsek de, boyumuz yetmiyor o lambayı yakmaya…
O bütüne bakarken kaybediyoruz, avuç içi kadar sevinçleri…

***

Ömrün firarisiyiz hepimiz ve “geç” kalmadıkça, hep genç kalanıyız yaşamın…
Pişman yolcularıyız ertelenmiş saatlerin…
Bir kelebek ömrü zamanın çıplak ayaklarıyız…
Cam kırıklarında koşarız soluk soluğa, canlara çarpar, aldanırız.

***


“Sabahın karşısında konuşmak ne zor!
İncecik kül gibi kalıyorsun,
Dağ susmaya giden yolu biliyor
Sen bilmiyorsun.”
(**)

***

Zamanın gülüştüğü, zamanın ağlaştığı ömürde, bir çıkrık ucunda dönüp duruyor nefesimiz.
Sesler geliyor yakından, uzaklardan sessizlikler geliyor.
Kaybolmadan yaşamalıyız.
Bak, sabah olmuş yine!

---

( * Neşe Yaşın’ın ‘Bizim Zamanımız’ şiiri / Bellek Odaları )
( ** Birhan Keskin’in Dağ şiiri)
 




Altın formül (!)

 

altin-formul.jpg

 

Bir dönem “emeklilerin maaşından vergi kesintisi” gündeme gelmişti ya.
“Anayasa Mahkemesi’nden kesinlikle geri döner” demiştim.
Öyle hukuki bir görüş falan değildi benimkisi, ne haddime.
Çünkü bu kararı verecek yargıçlar da günün sonunda emekli olacaklardı.


Meclis’te ne zaman ki “kürsü dokunulmazlığı dışında tüm dokunulmazlıklar kalkmalıdır” deseler.
“Olmaz” diyorum, “imkanı yok.
Formül aynıdır!


Bir ara “karma oy kalkmalıdır” diyordu, tüm partiler…
Biliyordum, asla kalkmaz!
Çünkü kararı verecek çoğunluk ilk seçimde yine “karma” peşinde!

***


“Gardiyanın gardiyanı yoklaması” gibidir hayat!
O “uyuşturucu” o cezaevine girer.

***

Ne varsa kamusal alanda çürümeye yüz tutmuş, küflenmiş, paslanmış, kokuşmuş, saflıkla umuyoruz ki, bu düzenden beslenenler, bunu iyileştirecek.
Düzensizlik kendi düzenini yaratıyor, yenisi yerine!

***

Kıbrıs çözümünde örneğin “masaya” oturan hemen herkesin “Rum malları” üzerinde hayalleri varken, “mülkiyet” sorununa dair “empati” beklemek de aynı.
Dedim ya, formül de ortada, memleket de!

 




Cami ya da kilise

 

hristofyas.jpg


Hani demiştim ya, “bir tek bayrak vardı tabutunda, Kıbrıs bayrağı…
Hristofyas’ın cenazesinden böylesi bir gözlem aktarmıştım…
Öyle de…
Bir önemli detay daha vardı.
“Sevdalımız komünist” dahi son yolculuğuna kiliseden uğurlandı.

***
Nasıl istersen yaşa, son vedayı ya camide yapıyor Kıbrıs insanı, ya kilisede!
İnancına bakmadan…
Sahi bir “ateist mezarlığı” var mı, adanın, herhangi bir yerinde?

***

Hep derler bana, “Yaz yazmasına da, şimdi zamanı mı be oğlum…”
Öyle öyle…
Şimdi sorulacak soru mu bu sahi!


“Yok edemezsen, evcilleştir”

 

karikatur-005.jpg
 

İstanbul seçiminin ders çıkartılması gereken bir de MEDYA okuması var.
Görüldüğü gibi yaygın medyanın tümünü “elde tutmak” seçim kazandırmıyor.
Türkiye’deki en önemli televizyon kanallarının neredeyse tamamı, sabah akşam tek bir adayın görüntülerini yayınladı.
İki seçimi de kaybetti!
Gazeteler kuşatıldı, ele geçirildi, tek bir siyasi partinin ve adayın emrine verildi, boy boy fotoğrafları basıldı, eleştiriler törpülendi, “tek sesli medya” köpürtüldü.
Ne oldu?
Kaybettiler!
Hem de bir avuç insanın olağanüstü özverisi ile yaratılan alternatif medya karşısında direnemeden…
Kimseler “yalaka” medyaya itibar etmedi!
“İktidar”ın kendisi bile!
“Tek ses” inandırıcı olmadı.

***

Gazetelerde, televizyonlarda, ajanslarda kendini (ama yalnızca kendini) gösterme sevdasıyla tutuşmuş her bir siyasi ya da iktidar sahibine ders olur umarım.
Farklı sesleri bastırmak ve medyayı kontrol altında tutmak için güç dayatanların yenilgisi ortadadır.

***

Bir de Anadolu Ajansı örneği var, unutmadan…
“Devlet Ajansı” anlayışı artık devrini tamamlıyor.
Siyasi iktidarın yönettiği ya da baskıladığı “devlet ajansı”nın yeni medya düzeninin akışkanlığı ve özgürlüğüne ayak uydurması mümkün değildir; bu ajansların doğuşu da topluma belirli bir dili, görüşü, duruşu dayatmak içindir.
O nedenle zaten ileri demokrasiyle yönetilen ülkelerde, günümüz şartlarında “devlet ajansları”na rastlamak çok mümkün değildir.
AP, AFP, Reuters dahi “haber tekelleri” gibi görülüyor.
Devlet’in kendisi “güç dayatan” bir aygıttır zaten.
Lenin’in “Devlet ve Devrim”deki o meşhur sözüyle, Devlet varsa özgürlük yoktur, özgürlük olduğunda zaten devlet var olmayacaktır.”

***

“Yok edemezsen, evcilleştir” ilkesinden yola çıkanlar için ders ortadır.
Medyayı “evcilleştirmek” ters teper!
Evinde kapanır, oturursun, “evcilleştireyim” derken…

 

Bu yazı toplam 1950 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar