1. YAZARLAR

  2. Bilge Azgın

  3. Saf, Temiz ve El Değmemiş bir Yer!
Bilge Azgın

Bilge Azgın

Saf, Temiz ve El Değmemiş bir Yer!

A+A-

Sevim halamı 6 yaşlarımda ilk tanıdığım zaman uzun boylu, yapılı, yemyeşil gözlü, hayat dolu bir kadındı. Aradan 35 sene geçti. Ben 41 o da 71 yaşına girince birçok insanda olduğu gibi dişleri döküldü, saçları seyrekleşti ve diz ağrıları çoğaldı. Ve bizim aile yine bir Pazar günü öğlen yemeğine davetli olmak üzere Lurucina’ya gidip yemek masasını oturduk. Babam ile Osman eniştem her zaman olduğu gibi 1974 yılında yaşanan savaşlarda yaşadıkları askerlik maceralarını anlatmaya başladılar.

Kıbrıs Sorunu, Kıbrıslı Türkler’in ata sporudur. Meyhanelerden kahvelere, siyaset meraklılarından akademisyenlere kadar herkes her yerde Kıbrıs Sorunu’nu tartışıp durur. Lâkin Kıbrıs Sorunu’nu tartışmak ruhen en zararlı sporlardan bir tanesi. Rum veya Türk farketmeksizin bir sürü insanın kötü anılar biriktirdiği ve dipsiz kuyu gibi sonu gelmeyen bir konu. Kıbrıs Sorunu’ndan mütevellit yaşanan o travmatik anılar da herkesin ruhunun bir yerinde saplanmış duruyor. Eğer siz bizzat kötü anı yaşamadıysanız hiç merak etmeyiniz, anneniz babanızdan veya akrabalarınızdan bir tanesi kötü anılarını anlatarak muhakkak size aktarmıştır.

Örneğin ben 7-8 yaşındayken Raşit dedemin Lefkoşa içindeki çatışmalar sırasında yatakta yatarken duvarı delen bir merminin yatak odasına girdiğini, göbeğini sıyırarak da yanındaki duvara saplandığının hikayesine birden fazla kez kulak misafiri olmuştum. Yani biraz daha kilolu olup da karnı şiş olsaydı ölecekti ama şanslıymış ki kıldan kurtulmuş. Yine dayımın 1974 yılında nasıl esir düştüğünü ve sağ salim takasta geri verildiğini yemek masalarında birçok kez dayımdan dinlemiştim. Aile sohbetlerinde veya yemeklerinde, küçük çocukların olduğu ortamlarda bu tür şeylerin gelişi güzel anlatılması ne kadar sağlıklıdır? Cevap elbette “çok sağlıksız” ama işte bir o kadar da doğalmış gibi herkes anılarını anlatıyor.

Lurucina’daki Pazar günü yemeğine dönecek olursak. Yemek masasında edilen sohbetin sonlarına doğru Sevim halam birden bire babama dönerek şöyle dedi: “Yani biz aslında Bodamya’dan kaçarken bilmezdik ya bir daha geri evlerimize dönemeyeceğimizi. Göç ettiğimizin farkında bile değildik. Hatta biz çocuk yaşlardaydık diye bize ilginç bir olay gibi geliyordu. Hani herkes anlatır ya biz göç ederken öyle çektik böyle çektik diye. Biz farkında olmadığımız için bize o yolculuk anlattıkları kadar kahredici gelmedi.”

Bekir Azgin her zamanki sonsuz ciddiyetiyle kafa sallayıp halama “doğru” diyor.
Hemen ardından Sevim halam ekliyor: “Bir tek bizim köpeciğimiz vardı onu yanımıza alamadığımız için çok üzülmüştüm”

“Neydi köpeğinin ismi” diye hemen soruveriyorum.

“Gulicik derdik kendine” diye yanıtlıyor.

Ardından ekliyor “biz evimizi terk edince o da sahipsiz kaldığı için sokağın ortasında havlayıp duruyordu. Fazla ses çıkarıyor diye Rum askerleri onu kurşunlayıp öldürdüler. Biz köyün çıkışında iken onun öldürülmesine tanıklık etmiştim. Ben bir taraftan ölmüş güliciğe bakıyor, diğer taraftan da ailemle köyü terk etmeye çalışıyordum.”

Halamın anlattıklarını üzüntülü gözlerle takip ederken “o köpeği halen rüyalarında görüyorsun değil mi?” diye soruyorum.

Halam duraksıyor ve içindeki 7-8 yaşlarındaki kız çocuğu su üzerine çıkıp mutlu ve coşku dolu bir ses tonuyla “ee görürüm ya bazen rüyamda kendini” diye cevaplıyor.

Halamın çocukken öldürülen guliciğini yaşı ilerledikçe rüyasında daha sık görebileceğini tahmin edebilmemin tek sebebi kendimden başka birisi değildi.

Yaptığım ilk derin seansda karşıma capcanlı biçimde çıkan şey benim küçükken sahip olduğum köpeğim Joker olmuştu. Joker’in anısı ve onun benim için olan duygu yüklü manevi değeri ben ergenliğe girdikten sonra hafızamdan silinmişti. 40 yaşından sonra Joker’in seansın içinde birden bire tüm canlılığı ile karşıma çıkmasından ötürü hayretler içerisinde kalmış gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Bir annenin yeni doğmuş bebeğini kucağına aldığı gibi, Joker’in üzerime atlayarak göğsüme sarılışını ve hızlı kalp atışlarıyla birlikte boynuma dalga dalga çarpan sıcak nefesini boynumda hissettiğim anları yeniden yaşamıştım. Joker’e ismini annem takmıştı. Aile üyelerinin hangisinde bir sevgi ve ilgi ihtiyacı varsa ona koşarak neşeyle tamamlamaya çalışan bir köpecikti. İsmini ordan almıştı.

 Ebeveyinler ve insanlar birçok farklı hiyerarşik kurallar ile yaşaren, Joker kuralsız ve her zaman sevmeyi ve sevilmeye gönülden bekleyen eşitlikçi bir sevgiliydi. Her gün okuldan eve dönünce Joker’in sabırsız ve saf bir coşku içerisinde koşup bana sarılmasını ve sevildikçe daha da çok sevilme heyecanını yeniden tatmak bu dünya dışında gerçekleşen bir deneyi gibiydi. Seansda ilginç olan şey Joker’i yetişkin algılarım ve farkındalığım ile yeniden hatırlamam değil, çocukkenki algı ve duyularımla onu ne kadar çok sevdiğimi yeniden hissederek hatırlamaktı. Bunu yeniden yaşamak kendi içimdeki okyanusun altında zamanın öncesinde kaybolmuş antik ve çok farklı bir uygarlığın yeniden su üzerine çıkması kadar büyüleyici birşeydi

Birçok yetişken kendi evlatlarının ev hayvanları ile olan sevgili oluş halini müthiş bir gıptayla izlerler. Yetişkinler, ya kendi çocukluk dönemlerini tatlı bir nostalji ile hatırlarlar ya da “keşke çocukken benim de böyle bir ev hayvanım olsaydı” diyerek hayıflanırlar. Ancak yetişkinler açısından yeniden “çocuk dünyasına ait olma” algılarının kapıları çoktan kapanmıştır. O kapılar artık rasyonalite ve sosyal farkındalık ile koordine edilen gündelik hayatın dışında kalan özel anlarda ardına kadar açılabilir. Çocukkenki hayal gücüne çok yatkın olan beyin yapısı fizyolojik olarak değiştiği için yetişkinlerin bu kapıların açılmasını sağlamaları için rüyalara, aktif hayal kurumlarına veya gündüz düşlerine yaslanmaları gerekir. Bu özel anlarda gündelik hayatın yoğunluğu ile başa çıkan rasyonel zihin güneşi batarken yerini hayal gücünün yükseldiği alacakaranlığa bırakır.

İyi ki de yapar. Yetişkin halimizle tam olarak hissedemeyeceğimiz tertemiz sevgi duygusunu bize bilinç dışı aracılığıyla rüyalarda yeniden hatırlatıp hissetirmeye çalışır. Yetişkinlerin çoğunlukla kendi yalnızlıklarını veya yaralarını gidermek için sarıldıkları hayvan sevgisi ile çocukların hayvanlarla olan yaşadığı tertemiz ve eşitlikçi sevgisini birbiriyle karıştırmayın.

Ancak ve malesef çocukluk bir yere kadar sürer. Sevim halamın örneğinde olduğu gibi sebebini bilmediğiniz veya anlayamadığınız bir biçimde ilk sevgiliniz hunharca katledilir. İstemeden de olsa, yetişkinlerin oldukça sofistike bir biçimde yürüttükleri dominasyon, barbarlık ve travma dolu dünyalarına girmek zorunda bırakılırsınız.

Sevim Halamın 71 yaşında olması, cildinin buruşması ve ağzında diş kalmamış olması hiç farketmez, rüyalarında ona aksettirilen coşku, sevgi ve mutlulukuk dolu kız çocuğunun ruhunun derinliklerinde yeniden canlanmasına tanıklık etmek benim için paha biçilmez bir andı.

Herşeye rağmen, her insanın içinde saf, temiz ve el değmemiş bir yer vardır.

Savaş ve birçok farklı yıkımların devam edeceği bir dünyada, herkese huzurlu ve iyilik dolu yeni bir yıl dilerim. 

Bu yazı toplam 1045 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar