“Sağ sırtını Türkiye’ye dayadı, CTP güçlü bir pozisyona ulaştı”
Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Doç. Dr. Sertaç Sonan, seçim sonuçlarını ve bundan sonra yaşanabilecek gelişmeleri YENİDÜZEN’e yorumladı
Fayka ARSEVEN KİŞİ
Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Doç. Dr. Sertaç Sonan, seçim sonuçlarını değerlendirdi, “adeta zamanda yolculuk yapıp 1990’lara geri dönmüş gibiyiz” benzetmesinde bulundu.
Doç. Dr. Sonan, “CTP’nin yüzde 20’den yüzde 32’ye çıkmış olması, seçimin en olumlu sonucu… Beni korkutan Solun daha da geriye gitmesiydi” dedi.
“Elektrikte yaşadığımız durum ortada. Bu alanda da 1990’lara dönmüş gibiyiz” diyen Doç. Dr. Sonan, “Birçok anlamda dibe vurmuş bir durumdayız. Türkiye ve dünyanın geri kalanındaki ekonomik göstergelere bakarsak zor bir dönemin bizi beklediğini söylemek mümkün. Enerji fiyatlarındaki ciddi yükseliş ve tedarik zincirinde yaşanan tıkanıklıklar, enflasyonu körüklemiş durumda. Öte yandan, Amerikan Merkez Bankası FED, faizi yükseltmeye başlayacağının işaretini verdi ki bu da Türkiye’nin de içinde olduğu gelişmekte olan ülke piyasalarından para çıkışı anlamına geliyor. Dolayısıyla, bizde Hükümetin istikrarlı olup olmamasından bağımsız olarak, yakın gelecekte işler yoluna girecekmiş gibi görünmüyor” ifadelerinde bulundu.
“Eğer dış müdahale olmazsa, ki olmasına çok da gerek yok gibi görünüyor, UBP-DP, 27 sandalyeyle hükümeti götürebilir” şeklinde konuşan Doç. Dr. Sonan, “Tabii yine de kesin bir şey söylemek zor. Çünkü UBP 2009 yılında tek başına geldiği zaman bile 5 yılı tamamlayamadı. Kendi içinde çatlak oluştu” hatırlatmasında bulundu.
Önümüzde yerel seçimlerin olduğunun hatırlatılması üzerine de Doç. Dr. Sonan, “CTP, geçtiğimiz aylarda Parti Meclisi’nde bir karar aldı; ‘kendi adaylarımızla seçime gireceğiz buna Amiral gemisi Lefkoşa’da dahil’ dedi. Tabi o zaman Mağusa ve birkaç belediye başkan adayını açıklamasına rağmen Lefkoşa için bir aday lansmanında bulunulmadı. Araya da seçim süreci girdi. Şu an CTP arkasına belli bir rüzgar aldı, çok daha güçlü bir pozisyonda.” dedi.
Bu hafta Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, Öğretim üyesi Doç. Dr. Sertaç Sonan ile seçim sonuçlarını ve bundan sonrasına dair sohbet ettik.
“Gerek Kıbrıs sorunu ve elektrikte yaşanan sıkıntılar, gerekse Türkiye ile ilişkiler bağlamında 1990’lara çok benzeyen bir dönemden geçiyoruz.”
- YENİDÜZEN: Nasıl bir seçim öngördünüz, nasıl bir seçim sonucu oluştu?
- Doç. Dr. SONAN: Beklentilerim anket sonuçları neticesinde oluşmuştu. Anketlerde, iki büyük parti, UBP ve CTP’nin diğer partilerden açık ara önde olduğu görülüyordu; diğer partilerse tek hanelerdeydi. O anlamda, seçim sonucu anket sonuçlarına uygun geldi. TDP’nin barajın altında kalması üzücü; CTP’nin almış olduğu oyun anketlerde çıkanın az da olsa üstünde olmasıysa teselli oldu.
Genel konjonktüre baktığımız zaman içinden geçmekte olduğumuz süreç bana 1990’ları hatırlatıyor. Ne vardı 90’larda? Yine şimdi olduğu gibi Kıbrıs sorununda bir tıkanma yaşanmıştı. Hatta o zamanki durum belki daha da kötüydü. 1996’da sınır olayları olmuştu, iki insan hayatını kaybetmiş, gerginlik had safhaya çıkmıştı. Arkasından S 300 krizi gelmişti. Hemen ardından Lüksemburg’da Türkiye’ye aday ülke statüsü tanınmayınca, AB ile Türkiye arasında da bir gerilim yaşanmıştı.
Bunların ardından, 1’nci Cumhurbaşkanı Denktaş; ‘Ben artık federasyon görüşmüyorum, eğer biri benimle görüşmek isterse konfederasyon görüşürüz, bizi tanısınlar’ noktasına gelmişti.
1998 yılındaki genel seçim bu ortamda yapılmış ve tarihi olarak Solun en zayıf çıktığı seçim bu olmuştu. 1976’daki ilk genel seçimde alınan oy oranının dahi çok gerisine düşülmüştü. Solun oyları yüzde 31.2 noktasındaydı ve bu da Meclis’te 13 sandalyeye tekabül ediyordu.
Kıbrıs sorunu açısından bugün de durum çok farklı değil. Crans Montana sonrasında, müzakere süreci çöktü, ardından geçtiğimiz yıl, Cenevre’de federasyon tezinden vazgeçildiği resmi olarak ortaya kondu. Öte yandan, Doğu Akdeniz’de taraflar arasındaki gerginlik ve sert açıklama düellosu devam ediyor.
Tüm bunları şunun için söylüyorum; bizde Sol-Sağ ayrımı büyük ölçüde Kıbrıs konusuna bakış açısına dayanıyor. Dolayısıyla, Kıbrıs sorunun tıkanmış olduğu bir noktada, Solun artık kangren haline gelmiş olan sorunlarımıza, en kestirme tedavi sağlayacak, ‘çözüm ve AB’ önerisinin çok da ikna edici bir tarafı kalmıyor.
Bunlardan dolayı, seçim öncesinde beni korkutan Solun 1998’de ya da 2018 seçiminde almış olduğu yüzde 32.3’lük performansın gerisine düşmesiydi. Tarihsel olarak en kötü iki seçim performansı olan bu iki sonucun her ikisi de Kıbrıs sorunun tıkandığı noktalarda gelmişti. Dolayısıyla benim endişem bu seçimde benzer bir durumun yaşanmasıydı.
Buna ek olarak, seçim öncesinde yaşanan boykot çağrısını da unutmamak lazım. YKP geleneksel olarak boykotu savunuyor. Ama ilk kez bu seçimde, daha geniş çaplı bir boykot çağrısı vardı.
“Hal böyleyken, TKP geleneğinin temsilcisi TDP’nin ve diğer Sol partilerin barajın altında kalmış olması üzücü olmuş olsa da, CTP’nin yüzde 20’den yüzde 32’ye çıkmış olması olumlu görebileceğimiz bir sonuç. Sol partilerin desteği yüzde 40’a dayanıyor”
Bu çağrının seçmen üzerinde ne kadar etkisi olduğunu salt seçime katılım oranına bakarak söylemek zor. Bu noktada, Metron tarafından seçimden önce yapılan bir anket çalışması bize yol gösterici olabilir diye düşünüyorum. Bu çalışma, yüzde 20’lik bir kesimin sandığa gitmeyeceğini gösteriyordu. Bu kişilere ‘eğer gitseydiniz kime oy verecektiniz’ sorusu sorulduğunda bunların önemli bir kesiminin Sola oy vereceğini ve hatta CTP’ye oy vereceğini görebiliyoruz. Dolayısıyla, Solu daha fazla etkilemesi beklenen bir boykot vardı.
Geçmiş yıllarda seçime giren BKP ve onun içerisinden çıkan Sol Hareket de bu seçime girmedi. Diğer taraftan, daha önce TDP’ye destek veren Baraka’nın siyasi kanadı diyebileceğimiz Bağımsızlık Yolu ilk kez seçime girdi. TDP ve TKP’nin durumu malum… Dolayısıyla Solda bir parçalanma ve boykot durumu söz konusu iken, açıkçası, daha da gerilere düşülür mü diye korkuyordum. Diğer taraftan anketler de CTP’nin yüzde 30 civarlarına bir oy alacağını gösteriyordu.
Sonuçta, siyasi geçmişini 1976’ya kadar götürebileceğimiz TKP’nın mirasçısı TDP’nin ilk kez Meclis dışında kaldığını görmek üzücü oldu.
- YENİDÜZEN: Aslında CTP’ye karşı başlatılan boykot TDP’yi baraj altında bıraktı yorumunda bulunabilir miyiz? Mustafa Akıncı’nın da TDP’ye destek vermemesi tavrını nasıl değerlendirdiniz?
- Doç. Dr. SONAN: Geleneksel boykotçuların dışındakilerin tavrı aslında her iki partiye yönelikti. ‘Gelin hep birlikte bir şey yapalım ve tek sesle konuşalım. Eğer bunu yapmayacaksanız, biz boykot ediyoruz’ denildi.
Ancak TDP daha küçük olduğu için ve Bağımsızlık Yolu’nun da seçime girmesi sebebiyle daha kırılgandı. 4 puanlık bir gerileme TDP’yi baraj altı bıraktı. Salt seçim sonucuna bakıldığında CTP’nin boykottan çok da fazla etkilenmediğini söyleyebiliriz. Ama biraz önce bahsettiğim anket çalışmasıyla beraber okunduğunda, boykotun CTP’yi de etkilemiş olduğunu söylemek mümkün.
Tabi şu şekilde de okumak mümkün: HP ciddi bir şekilde geriledi; 10 puanlık bir düşüş yaşadı. 2013 seçiminde yüzde 38’i yakalamış olan CTP, performansa bağlı olarak oy veren seçmenlerin HP’ye kaymasıyla yüzde 20’ye inmişti. İyi yönetim kaygısıyla hareket eden seçmenler bu seçimde tekrardan CTP’ye dönmüş gibi görünüyor. Bu da boykotun CTP üzerindeki etkisini hafifletmiş gibi…
Onun dışında TDP’nin kendi iç dinamikleri de başarısızlıkta etkili oldu. Liderlik konusunda tartışmalar vardı. Lefkoşa Belediye Başkanı Mehmet Harmancı’nın hem parti tabanında hem de Sol çevreler içerisinde TDP’nin başına geçmesi yönünde beklentiler oluşmuştu. Bu gerçekleşmedi. TDP program olarak sosyal demokrat bir program ortaya koydu ama bunları uygulayabileceğine dair seçmene güven verecek bir aday kadrosu çıkarma konusunda CTP’nin gerisinde kaldı. Akıncı’nın da bir pozisyon almamış olması muhakkak TDP’yi etkiledi. Dolayısıyla onu da bir etken olarak ortaya koymak lazım.
Netice itibarıyla, CTP’nin yüzde 20’den yüzde 32’ye çıkmış olması olumlu görebileceğimiz bir sonuç. Barajın altında kalan sol partileri de kattığımız zaman toplam oylar yüzde 40’a dayanıyor. Geçen dönem CTP’nin 12, TDP’ninse 3 milletvekili vardı ama şimdi 18 CTP vekili var. Dolayısıyla daha da iyi olabilirdi ama temel olarak CTP’nin hem oyunu hem milletvekili sayısını artırması bir teselli oldu.
“Normal bir ülke değiliz ve hiç de normal olmayan bir pandemi döneminden geçiyoruz. Bu etkenler, haliyle, seçmen davranışı üzerinde belirleyici oluyor.”
“Bir yanda kendi ayaklarımız üstünde duralım diyen Sol, diğer yanda her türlü ekonomik sıkıntının çözümünü Türkiye’de gören, ağzından Türkiye’yi düşürmeyen Sağ var. Birincisi, en azından kısa vadede, fedakarlık gerektiriyor. İkincisi daha kestirme yol göründüğü için daha fazla rağbet görüyor”
- YENİDÜZEN: Ülke yangın yeri iken Sağın bu kadar sandıktan güçlü çıkmasını nasıl yorumlamalıyız? Kıbrıs konusunda CTP’ye, ülkeyi yıksa dökse de ülkenin yönetimi konusunda UBP’ye mi güveniyor seçmen?
- Doç. Dr. SONAN: UBP’nin çok ciddi bir tabanı var. 2018 seçimine bakarsak birçok milletvekili hatta Başbakan hakkında sayısız yolsuzluk iddiası olmasına rağmen yüzde 35.6 oy almış olduğunu görüyoruz. Keza, 2013 yılında bölünmüş olmasına rağmen yine çok ciddi oy aldı. Bu, bize seçmenlerin çok önemli bir kesiminin bu partiyle kendilerini özdeşleştirdiğini, bir parti aidiyeti oluşturduğunu gösteriyor. İnsanlar, siyasi bilinç kazanmaya başladıkları zaman, bir parti aidiyeti geliştirdiklerinde, hayatlarının geri kalanında bunu değiştirmeleri pek mümkün olmuyor. Ne kadar kızsa da, oy verme günü geldiğinde başka bir partiye oy veremiyor.
İki büyük ve köklü parti, UBP ve CTP’nin avantajı, bu partilere karşı aidiyet geliştiren kesimlerin ya da tabanlarının, birinin yüzde 30’un, diğerininse yüzde 20’nin altına düşmesine kolay kolay izin vermemesidir. UBP en yoğun eleştirildiği dönemde sandıktan yüzde 35 ile çıkabiliyor. UBP ne yaparsa yapsın alacağı bir oy vardır. Bir taban vardır ve performanstan bağımsız olarak bu partiye oy veriyor.
“Hepimizin şahit olduğu gibi seçime günler kala, UBP lideri Faiz Sucuoğlu soluğu Ankara’da aldı; Cumhurbaşkanı Erdoğan ile o fotoğrafı vermeyi başardı. Bu tür hareketler ortalama seçmeni etkiliyor. Bunu Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde de yaşadık”.
Burada konjonktürel bir durum da vardır. Ekonomi çok kötü, pandemi döneminde, 2020’de yüzde 16 küçüldük; kişi başına düşen milli gelir 10 bin dolar seviyesine geldi ki bu en son 2005’te böyleydi. Ciddi bir şekilde fakirleşiyoruz. Hem genel işsizlik hem de genç nüfusta işsizlik çok yüksek. Bu da açık şekilde UBP’nin yönetme zafiyeti yaşadığını gösteriyor. Normal bir ülkede, iktidarda bulunan partinin bu başarısızlığın bedelini ödemesi gerekir. Ama biz normal bir ülke değiliz dolayısıyla seçmen davranışı da normal şekilde çalışmıyor. Kıbrıs konusunda bu kadar umutsuz olduğumuz şu dönemde, tek kestirme çıkış Türkiye ile ilişkilerin iyi tutulup, bir şekilde oradan gelen desteğin artırılmasıdır. Dolayısıyla Türkiye ile çok yakın ilişkiler kurmayı, ağzından Türkiye’yi düşürmeyen bir parti var. Hepimizin şahit olduğu gibi seçime günler kala Faiz Sucuoğlu soluğu Ankara’da aldı, Erdoğan ile o fotoğrafı vermeyi başardı. Bu tür hareketler ortalama seçmeni etkiliyor. Bunu Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde de yaşadık.
İnsanların kafasında her zaman bir kaygı var. Özellikle kriz döneminde bu kaygı daha da artıyor. Bizde çok ciddi sayıda kamu ve bağlı kurum ve kuruluşlarda çalışan var. Bu rakam çalışan nüfusun yüzde 30’u civarında; toplam çalışan sayısının içinde yabancıların olduğunu da hesaba katarsak aslında seçmenlerin önemli bir kısmının kamudan maaş aldığını görüyoruz. Sosyal yardım alanlar, emekliler var. Sürekli olarak da ‘maaşlar ödenecek mi’ kaygısı yaşanıyor. Böyle zamanlarda yüzler, ister istemez Ankara’ya dönüyor. Böyle bir ortamda ve durumda birincil öncelik o akışın devamını sağlayacak Hükümetin ortaya çıkmasıdır. Hal böyle olunca da UBP zafer kazanmaya devam ediyor.
“UBP-DP bir elmanın iki yarısı”
“Birçok anlamda dibe vurmuş bir durumdayız. Dünyanın geri kalanındaki ekonomik göstergelere bakarsak zor bir dönemin bizi beklediğini söylemek mümkün…”
- YENİDÜZEN: Sandıktan ‘istikrarlı bir hükümet’ beklentisi vardı. Ancak yine koalisyonların, pazarlıkların hatta yine ‘ne zaman hükümet düşüyor’ düşüncelerini yaşayacağımız bir sürecin içerisine girdik. 2’li 3’lü koalisyon konuşmaları yapılıyor. Nasıl bir hükümet modeli ile istikrar yakalanabilir?
- Doç. Dr. SONAN: Benim beklentim bir UBP-DP koalisyonunun ortaya çıkması: 24+3, 27… Bu şartlarda aslında uzun süre gidebilecek bir Hükümet modeli. UBP ile DP arasında bir doku uyuşmazlığı yok. Aslında bir elmanın iki yarısı gibiler. Hatta yeni bir durum da var; Serdar Denktaş yok; Serdar Denktaş’ın oğlu, Rauf Denktaş’ın torunu UBP’de.
DP, ilk kez Denktaş soyadı olmadan girdiği bir seçimde iyi bir sınav verdi. Olduğu yeri korudu. DP lideri Fikri Ataoğlu’nun verdiği sinyal de UBP’yle koalisyon yönünde. Aslında her iki tarafın da çok fazla pazarlık gücü yok. Eğer dış müdahale olmazsa, ki olması da çok muhtemel görünmüyor 27 sayısı ile Hükümet götürülebilir. Tabii yine de kesin bir şey söylemek zor. Çünkü UBP 2009 yılında tek başına geldiği zaman bile 5 yılı tamamlayamadı. 76-81 döneminde Meclisteki sandalyelerin dörtte üçünü kazanmış olmasına rağmen kendi içerisinden 3 Başbakan çıkardı. Son bir yıl içerisinde parti içerisinde yaşananlar da ortada…. Bunlar tarihsel gerçeklerdir. Sayın Sucuoğlu’nun seçilme sürecini de hatırlayın. Ama tüm bunlara rağmen 24+3 götürebilir çünkü bu kendi içinde bütünlüğü olan, Ankara’nın da onay vereceği bir Hükümet modeli.
Yeni hükümete kolay gelsin. Elektrikte yaşadığımız durum ortada. 1990’lara dönmüş gibiyiz. Birçok anlamda dibe vurmuş bir durumdayız. Dünyanın geri kalanındaki ekonomik göstergelere bakarsak zor bir dönemin bizi beklediğini söylemek mümkün. Enerji fiyatlarındaki ciddi yükseliş ve tedarik zincirinde yaşanan tıkanıklıklar, enflasyonu körüklemiş durumda. Öte yandan, Amerikan Merkez Bankası FED, faizi yükseltmeye başlayacağının işaretini verdi ki bu da Türkiye’nin de içinde olduğu gelişmekte olan ülke piyasalarından para çıkışı anlamına geliyor. Dolayısıyla, bizde Hükümetin istikrarlı olup olmamasından bağımsız olarak, yakın gelecekte, işler yoluna girecekmiş gibi görünmüyor.
“CTP, geçtiğimiz aylarda Parti Meclisi’nde bir karar aldı; ‘kendi adaylarımızla seçime gireceğiz buna Amiral gemisi Lefkoşa’da dahil’ dedi. Tabii o zaman Mağusa ve birkaç belediye başkan adayını açıklamasına rağmen Lefkoşa için bir aday lansmanında bulunulmadı. Araya da seçim süreci girdi. Şu an CTP arkasına belli bir rüzgar aldı, çok daha güçlü bir pozisyonda.”
- YENİDÜZEN: Yeni hükümet, meclis derken yerel yönetim seçimleri de kapıya dayandı. Bu sonuçların yerel yönetim seçimlerine yansıması nasıl olur sizce? Özellikle en merak edilen Lefkoşa Belediyesi…
- Doç. Dr. SONAN: Lefkoşa çok önemli. 7-8 yıllık Cemal Bulutoğluları dönemi yaşandı. O dönem neler olduğunu, geriye nasıl bir enkaz kaldığını çok iyi hatırlıyoruz. Kayyum atanmıştı belediyeye, arkasından kısa bir süre Kadri Fellahoğlu başkanlık yapmıştı. Ardından Mehmet Harmancı geldi. İkinci seçimde CTP aday çıkarmadı, Sol oyları bölmemek adına. Lefkoşa kendini yavaş yavaş toparlamaya başladı.
Diğer yandan birçok belediyede önemli sıkıntılar var; maaşlar ödenemiyor, sosyal güvenlik yatırımları yapılamıyor. Karşımızda bir Mağusa örneği var. Mağusa’da çok uzun süre örnek gösterilen belediye başkanı Oktay Kayalp vardı. Ancak CTP’nin kendi içerisindeki çalkalanma ile Mağusa Belediyesi kaybedildi. Baktığınız zaman, İsmail Arter, ilk 4 yılı çok iyi geçirmemesine rağmen ekstra 4 yıl kazandı.
Söylemeye çalıştığım, bu önemli belediyeler kaybedildiğinde kolay kolay tekrardan alınamıyor. Bu yaşananlardan ders alınmalıdır.
CTP geçtiğimiz aylarda Parti Meclisi’nde karar aldı; ‘kendi adaylarımızla seçime gireceğiz buna Amiral gemisi Lefkoşa’da dahil’ dedi. Yerel yönetimler konusunda CTP iddialı bir konumdadır. CTP yönetimindeki belediyelerde sıkıntı yaşandığını görmüyoruz. CTP’de bu tecrübe ve birikim var. Tabii o zaman Mağusa ve birkaç belediye başkan adayını açıklamasına rağmen Lefkoşa için bir aday lansmanında bulunulmadı. Araya da seçim süreci girdi. Şu an CTP arkasına belli bir rüzgar aldı, çok daha güçlü bir pozisyonda.
Öte yandan, Mehmet Harmancı’nın partisi TDP ciddi bir şekilde geriledi. Tabii önce Mehmet Harmancı’nın karar vermesi lazım. Ama bu kararı verirken de benim ümidim kendisini daha önce destekleyen tüm partilerle, gruplarla istişare içerisine girmesi ve Sol çevreler arasında bir konsensüs ortaya çıkmasıdır. Çünkü diğer türlü, Lefkoşa ve Mağusa örneklerinde görüldüğü gibi, ödenen bedel çok ağır oluyor. Gördük ki, Solun parçalı bir yapıda olmasının bedeli, seçime giren 3 partinin barajın altında kalması oldu. Dolayısıyla tüm bunları değerlendirip, bir iç hesaplaşma yapıp, sorumlulukla bir karar verilmelidir. Eğer yerel seçim sürecinde seçmene iyi bir mesaj verilebilirse ve Lefkoşa Belediyesi Solda kalırsa sonrası için de Sol adına iyi bir mesaj olacaktır.