“Sağlık ocağı…”
MESARYA’DAN HATIRALAR…
DR. DERVİŞ ÖZER
Bizde, sağlık ocağı diye geçer ama aslında sağlık evidir. Hangi zamanda yapıldı bilmem, ama savaştan önce olduğuna eminim. Ortak arazi olduğu için mi yoksa köyün ortasında olduğu için mi nedir caminin arka bahçesine tam hoca efendinin tabutları koyduğu tabutluğun oraya, tek katlı bir bina yaptılar. Üstünü beton döktüler, sızdırmasın diye de katran akıttılar. Bu kadarını nerden hatırlarsın diye sorarsınız onu da açıklayayım. Çocukluk ya, bir de savaşın içinde büyüdüğümüz için oyunlarımızın hemen hepsi savaş oyunu idi. İkiye ayrılır, aşağı mahalle, yukarı mahalle oynardık Aslında oynamazdık, resmen kavga ederdik, birbirimizin kafasını gözünü kırmacasına. Haa işte bu sağlık evi, bizim mahalleye giren yolun başında idi ve bazı arkadaşlarımla ben, kuş lastiği ile bu katranlı damda mevzilenirdik. Ama ne mevzilenme, tam siper katranın üstüne yatardık ve akşamda eve gidince tam siper saklanırdık dayak yememek için, ama yine de dayak gelirdi mulihiya sapıynan. Bu sefer de alan daraltmak için tortop olurduk.
Sağlık ocağının yapılma hikâyesi böyle. Şimdi bile orada yerli yerinde durur ama ne için kullanılıyordur bilmem. Hamit hoca zamanında da öyle boş duruyordu. Şimdi yanına bir de minare diktiler. Üzerine bir de hoparlör koydular. Eskiden, üniversite yıllarında köye gidince Hamit hocanın yanık sesiyle okuduğu ezanı dinlerdim. Onun sesi, sabah namazında, hele de hava çiğli ise öyle güzel yankılanırdı ki kalkar bir de sigara yakardım. Son gittiğimde merkezi olarak ezan okunuyormuş. Belli saatte merkezden okunup, köylere ve diğer camilerin hoparlöründen yayın yapılıyormuş. Bir de bizim köye İmam atamışlar Türkiye’den, köyün öğretmen evini de vermişler. Adam bir camiye namaza gidiyor, bir eve. İyi de bizim köyü dine imana getirmek için de hoparlörü sonuna kadar açıyor. O hoparlörün sesini açtı mı da köpekler uyanıyor ve bütün köyde bir köpek uluması. Köyün çocukları gitmişler, hoca efendi bak yapma etme namaz kılan var, kılmayan var, hasta var, iyi var, köyde toplasan 10 kişi namaza kalkmaz, kalkan da saatini kurar kalkar. Gel etme bu hoparlörün sesini kapat biraz. Dinleyen kim basmış küfürü “Bre kafirler” diye başlamış “namazı ezanı size öğreteceğim” diye bitirmiş. Bizim çocuklar da gece gidip, kapının eline aküden elektrik vermişler. Hoca camiye gelmiş kapıyı tutunca çarpılmış. Şimdi diyeceksiniz ki ne olmuş, hiç hoca biraz kuyruğu titretmiş ama olan bizim çocuklara olmuş, günü ve geceyi karakolda geçirmişler.
Ben aslında sağlık ocağını anlatacaktım ya, nerden nereye geldik. Eskiden bu sağlık ocağına haftada bir Salı günleri saat 9.00’dan saat 12.00’ye kadar doktor ve hemşire gelirdi.
Bizim köyün ihtiyarları sabah caminin yanındaki kahvede otururlar ve doktoru ve özellikle de hemşireyi beklerlerdi. Bazen de aralarında konuşup dişsiz ağızlarından salya akıta akıta gülerlerdi. Bu ihtiyarların çoğu da eskiden kalma dizlikli, çangar çizmeli, başları sarıklı ihtiyar adamlar. Hem de okkalı adamlar, 10- 15 kişi varlar. Doktorun araba kahvenin önünden geçti mi, hepsi birden kalkıp sağlık ocağına giderler ve sıraya girerlerdi. Kadınlar sonra gelirdi. Gelseler de oraya hepsi sığışmazdı. Zaten ufacık bir yerdi.
Doktor arka odaya muayene geçerdi. Hemşirede tansiyon aletini çıkarır, tansiyonlarını ölçerdi. Sonra da bir kâğıda yazıp, ellerine verirdi ama tansiyon ölçme işini birkaç defa yaptırırlardı. Çünkü hemşire hanım eğildiğinde memeleri görünüyordu. Memeleri görmek için bayılma numaraları yaparlardı. Bir de aralarından bazıları kasti olarak bastonunu yere atıp hemşireye aldırırlardı ve bu arada hemşire hanımı süzerlerdi.
Sıra gelince de doktorun yanına girip, yarı Türkçe yarı Rumca dertlerini anlatırlardı. Doktorun Rumca bilmemesinden yararlanıp onunla dalga geçerlerdi ve sağlık ocağı çıkışında kahveye gidip anlatıp gülerlerdi. En son içlerinden birisi girip doktora derdini şöyle anlatmıştı:
“Doktorum bir sıçarım çorba gibi içsen içilir, bazen de sıçarım peksimet gibi yesen yenilir.”
Bu söz bardağı taşıran son damla olmuştu.
Doktor yerinden kalkıp “Yeter artık bokunuzu da yedirdiniz içirdiniz ya helal olsun size” demiş.
O günden sonra doktor ve hemşire bizim köye hiç gelmedi.
Tabii bu sağlık ocağı da bir daha hiç açılmadı. Senelerdir öyle duruyor. İçine giren var mı bilmiyorum ama bizim dedeler öldü. Hamit hoca da öldü. Artık ezan gürültülü okunuyor. Çocuklar mahalle savaşı yapmıyorlar, evde bilgisayar oynuyorlar. Yani kısaca her şey değişti.
Köy değişti, köylüler değişti, hayat değişti.
Kısaca hiçbir şeyin tadı tuzu kalmadı.
(DR. DERVİŞ ÖZER – AĞUSTOS 2014)