Sahi biz kimiz?
... sonra yalanlardan doğruları ayıklayan bir zaman gelir...
Meryem Yüz / F.Demirağ
Kimliksizleşme ya da yabancılaşma yaralarımızı kaşıdıkça daha bir acıyor.
Tiyatrodayız, yaralarımız kanıyor...
Oyun içinde oyun gibi (!)
Gülsek mi şimdi ağlasak mı, diyorsunuz ya, mizahın karardığı yer burası...
O yerdeyiz, birlikte...
‘Kimliksiz’ hayatta kilitli
Perde şöyle açılıyor:
Çift akşam yemeğinde, odada telefon çalıyor, oysa, onların telefonu yok!
Telefondaki kişi Bay Schmitt’i istiyor.
- "Burada öyle biri yok" diyen ev sahibi, aslında o kişi!
Ya da değil... Bilmiyor artık...
"Biz kimiz" diyorlar, sıklıkla dediğimiz ya da inkarla yaşadığımız gibi!
Sonra bir bakıyorlar ki, kütüphanedeki kitaplar farklı, dolaptaki kıyafetler başka...
Üzerlerine yeni bir "kimlik" giyiyorlar!
Yaşadıkları "ülke" başka, "kilitli" kalmışlar bu "kimliksiz" hayata!
Çok yerinde bir seçim
Hiç yabancı gelmedi değil mi tüm bu çelişkiler...
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun son oyunu “Kim Bay Schmitt?” bu anlamda çok yerinde, yetkin bir seçim.
Sebastien Thiery’nin yazdığı, Ebru Kara’nın çevirdiği oyunu, Nehir Demirel yönetiyor.
Kurt köpeği gibi itaatkar
Kimliği hiçleştirilen bir toplum için epeyce sorgulayıcı bir oyun.
Fransız yazar elbette Akdeniz'in bu trajik adası için kaleme almamış oyunu, ancak, evrensel eserlerin gücü bu.
Kendimizi bulabiliyoruz sahnede...
Duvardaki tablodan gözlerimize bakan "kurt köpeği" gibi "itaatkar" olmakla, dayatılan kimliği "kabullenmek" ekseninde bir yerdeyiz!
- Oysa duvarda annemin resmi vardı (!)
Bana neyi anlattı?
İki karakter var oyunda.
Biri "çoğunluğumuzu" temsil ediyor.
Hani "Biz Somon balığı değiliz ki akıntıya karşı yüzelim" diyen ve ruhunu akıntıya bırakan...
Kendisine biçilen role razı, kimliği ya da kişiliği umursamayan, bireyci bir hesapla "rahatına" odaklı bu kalabalık!
Hep “haklı” gerekçeleri var (!)
Öteki karakter ise "azınlığımızı" anlatıyor; sorguluyor, reddediyor, kendine dayatılan kimliği kabullenmiyor!
Sosyal ve kültürel dokuyu delil-deşik eden çarpık kimliksizleştirme serüvenine isyan ediyor...
- "Biz hangisiyiz sahi?"
Yalana alıştıkça
Yönetmen Nehir Demirel'in oyun broşüründeki anlatısı, daha perde açılmadan yer ediyor beynimde:
"İnsanlar yalan söylemeye alıştıkça, gerçek yılan olup onları sokarmış... Yalana dili varmayanı da, zehirli insan sürüsü ısırıp parçalarmış…"
Yalanın doğrulaştığı ve herkesin aynılaştığı bir yurt sorgusunda ışıklar kapanıyor, oyun son derece "şaşırtıcı" ve "dinamik" başlıyor.
Tek perdelik oyunlarda izleyicinin tansiyonunu sürekli elde tutmak, insanı son ana kadar nefessiz bırakmak güç...
İlerledikçe dakikalar doğrusu böylesi bir "durağanlık" yaşanıyor...
Bir oyunun standardına dair kişisel ölçüm şudur: "Ne zaman bitecek" sorusu düşer mi içime?
Bir an bu soru geliyor, geçiyor hemen...
Bu anlarda "güldürme"ye şartlanma hissediyorum!
Bir de "sesini yükselttikçe daha iyi mesaj verirsin" yanılgısı...
Ancak bu eleştirilerim, oyuna dair "yeniden fırsat bulsam, bir daha izlerim" düşüncemi değiştirmiyor.
Ve oyunun finali.
Başlangıç ne kadar dinamik ve şaşırtıcıysa, final de o bir o kadar bildik, sıradan nedense...
Oyunculara bakalım
Başrollerde Osman Ateş ile Özgür Oktay var, ayrıca Barış Refikoğlu, Pınar İnandım, Umut Ersoy ve Nejdet Serkan Sadıkoğlu.
Oyuncular rollerinin hakkını veriyor, Özgür Oktay'a hem beden hem de duygu dilindeki performansı için ayrıca selam... Şaşırdığı ya da sinirlendiği anlarda dişlerini göstererek yarattığı bir mimik var ki, oyuna dair hep aklımda kalacak...
Osman Ateş'in "hiperaktif" halleri, kimi anlarında seyirciyi oyunun içine daha bir çekerken, bazen ölçü kaçıyor, ayrıca dili arada bir yerel lehçeye çarpıyor.
"Siyahi evlat" karakterine makyajla formül üretmek fazlaca zorlama olmuş, keşke, ülkemize eğitim için gelen çok sayıda öğrenci içinden biri seçilse...
Bir ‘çılgın’ yazar
Fransız oyun yazarı Sebastien Thiery'in iki sene önce, Fransa Kültür Bakanı Fleur Pellerin'in de katıldığı bir ödül töreninde sahneye çırılçıplak çıktığını anımsatalım.
Bu hatırlatma yazarın "anadan üryan" hali için değil elbette, protestosunun sebebi...
"Oyun yazarlarına yönelik işsizlik sigortasının olmamasını" gündeme getirmişti, Thiery.
“Kim Bay Schmitt" oyununa, yazarın isyankar kimliği yansıyor.
Yönetmen Nehir Demirel henüz çok genç ancak kendi tarzını oluşturuyor, tiyatromuz için yeni bir değer olmak yolunda ilerliyor...
Dekor olsun diye değil
Dekor ve kostümler için de birkaç not...
Şu "pijamalı" bölüm sırıtıyor, günlük kıyafet üzerinde, eğreti duruyor.
Duvardaki "kurt köpeği" tablosu da çok daha etkin olabilirdi.
Çünkü sessiz de olsa, O'nun da oyunda rolü var bence, "dekor olsun diye" değil sadece...
Seyirciyi hak ediyor
İyi seçilmiş, kotarılmış, sahnelenmiş, seyirciyi hak eden bir çalışma...
Oyun, Bernhard Schlink’in yazdığı "Yurt Ütopya’dır" kitabının yayınıyla aynı zamana denk düştü...
Kitaptaki şu mesajla selamlıyorum “Kim Bay Schmitt”i:
“Artık herkes bir sürgündür, çünkü insanların yaşadığı yerler onlara yabancılaşmıştır..."
Ve sormaya devam edelim diyorum, “Biz Kimiz” diye...
haftanın notcukları
- Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü “The State of Food and Agriculture” adlı çalışma verilerinnden, bir yılda ülke ülke kişi başına düşen et miktarlarını açıkladı.
İngiltere'de yayımlanan The Telegraph buradan yola çıktı, bir haber hazırladı.
Bangladeş'te 1 yılda kişi başına düşen et miktarı: "4 kilogram"
YILDA...
Evet evet!
Lütfen kasaba giderken, bunu da düşününüz! - Nasıl da güzel söylemiş Cenap Şahabettin:
“Hayatta en zor şey, gayesiz insanlarla birlikte yaşamak mecburiyetinde kalmaktır..” - “Zamanla, duyguların bastırılması kansere dönüşür” diyor Dr. Dráuzio Varella...
Koy verin gitsin! - SOBADAN zehirlenme ve ölüm. İyice arttı... Kimse uyanmayacak, kimse uyarmayacak mı?
- Havaya, suya, toprağa ‘cemre’ düşer gibi, bizim ülkeye düşüyor ‘erken seçim’...
- Her fırsatta yemek ve menü fotoğraflarını paylaşan restoranlar, mutfaklarınızı gösteriniz, daha iyi olur...
- Belki de Pakistan KKTC’yi tanır, Akıncı da böyle geçer tarihe ha!
“KKTC’yi tanıtan lider...”