1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Sahibini bekleyen seyfol…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Sahibini bekleyen seyfol…”

A+A-

Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler…

[email protected]

AFRİKA

Canan SÜMER

1974 öncesi  Larnaka’da,  deniz kokan bir evde yaşıyorlardı.
İki çocuklu mutlu bir aileydiler…
Baba Yüksel Derviş Ali bir süre İngiliz Oksilari Polisi olarak  görev yapmış, daha sonra, Cyprus Petroleum  Refinery’de çalışmaya başlamıştı.
Hayatı boyunca demircilik  de dahil birçok iş yapmıştı. Sanayi  Holding’in ilk çalışanlarındandı.
Muhalif kimliği nedeniyle, UBP’nin çiftliği haline gelen bu kurumdan ilk atılan da o olmuştu. Bunun üzerine ekmek parasını,  ailesi ile  birlikte gittiği İngiltere’de kazanmaya çalışacaktı bir süre de…
Türk ordusunun adaya askeri harekât yaptığının ertesi günü, Yunan ve Rum askerlerince esir olarak alınmıştı.
“Biz erkekleri Trabi ortaokuluna,  kadın ve çocuklar da Cennet  Sineması’na götürdüler.  Hepimiz tedirgindik. Başımıza ne geleceğini bilmiyorduk. Bir gün sonra kadın ve  çocukları evlerine göndermişlerdi.
65 gün esir tutulduktan sonra BM gözetiminde, Kuzeye geçtik.”
Kısa bir süre sonra tüm aile kuzeyde buluşur. Türk yetkililerin,  yerleşmeleri için gönderdiği köye giderler.
Bu köy Trigomo (İskele), EOKA’nın  kurucusu  Grivas’ın köyüdür…
Yüksel Bey ve ailesi boşalan bir Rum evine yerleşir…
Hafta sonu o eve misafir oldum.
Ailenin sıcaklığından ve içtenliğinden çok etkilendim…
Bahçedeki zeytin ağaçlarının  fısıltıları, sardunyaların kokusu eşliğinde, Yüksel amcanın yaptığı kebapları yedik.
Kebap dumanları arasında, tahta kapı ve pencereleri artık yıpranan, bahçede yardımcı ev gibi duran, küçük,  kerpiç bir bina sanki onu sormamı bekliyordu;
“ Savaştan sonra bu küçük evlerini terk etmeyen yaşlı Rum karı koca ile birlikte uzun bir süre yaşadık. Aynı bahçeyi paylaştık.  Istavro ve  Mariya… Çok yavaş efendi bir insandı  Istavro. Karısı Mariya Türklerden korkar,  pek yaklaşmazdı. Istavro ile sık sık  Rumca sohbet ederdik. Bana köyün  eski yaşantısını anlatırdı. Ben de ona  Larnaka’da geçirdiğimiz günlerden  bahsederdim. Panayırlar, müzik konserleri, denizin bile bir başka güzel  olduğunu anlatırdım. Bu muhabbetlerimiz, Türkiyeli subaylardan birinin dikkatini  çekmiş olacak ki bir gün yine bahçede sohbet ederken, yanımıza hışımla  yaklaşıp bana;  ‘Ne konuşuyorsun lan  sen bununla?’ diye çıkışmıştı. Ben de;
‘Ağzını arıyorum komutanım,  silah falan saklıyor mu’  diyerek onu başımdan savmıştım.” Diyor Yüksel Bey. Hepimiz gülüyoruz.
Aynı subay arada uğrar Istavro’ya; “Seni öldürüp buraya gömerim!” dermiş.
Istavro’nun beslediği tavuklar, çevredeki Türkler tarafından sık sık kırmızı beyaza boyanırmış.
“Rahatsız olup kaçsınlar diye  yapıyorlardı. Zarar vermek için değil.” diyor, iyi niyetli Yüksel amca.
Kızı Semen;
“ Ya o yaşlı Rum kadına tecavüz eden Türk?” diye sorunca dalgın ve hüzünlü bir sesle;
“ Yaşlı, sinirleri bozuk bir kadındı. Kimi kimsesi olmayan bir garibandı.  Üzücü bir olaydı. Keşke böyle şeyler  hiç yaşanmasa.”
“Tecavüze uğrayan o kadının ağlayıp bağırmaları, gelen polisler, çocukluğumun belki de en kötü  anılarından biri.” diyor Semen…
Bir gün Istavro ve karısı Mariya BM gözetiminde yanlarına aldıkları birkaç parça kıyafetle güneye geçmek için köyden ayrılmışlar.
Ama bir aksilik olmuş ve gidemeyip köye geri dönmüşler.
Onlar dönene kadar çevredekiler,  yaşlı çiftin evinde tek bir eşya bile bırakmayıp hepsini alıp götürmüşler.
Yaşlı kadın geri dönüp de evini bomboş görünce fenalaşıp ağlamaya başlamış.
Bunun üzerine, eşyaları alanlar hepsini geri getirmiş.
“Utanmışlardır herhalde!” diye sesli düşünüyorum;
Özgül Hanım;
“Ne utanması! O zamanlar ne  utanma kalmıştı ne de ayıp!”    İnsanlığın bile kalmadığı bir zamandı!”
Huzurları kalmayan Istavro ve karısı güneye gitmeye karar vermişler.
Giderken de hep iyi ilişkiler içinde  oldukları Özgül Hanım’a bir “SEYFOL” emanet bırakıp;
“Bu sizde kalsın, kızımız veya  torunlarımız eğer anlaşma olur da  buraya gelebilirlerse onlara verirsiniz.”  diyerek, bir daha dönmemek üzere köylerinden ayrılmışlar.
Özgül Hanım’ın bizim için  yaptığı nefis sütlü börekleri de yiyip ayrılırken sahibini bekleyen seyfolu düşünüyorum…
Ve üzerindeki kuş motiflerinin ötüşerek;  Istavro ve Mariya’nın torunlarını beklediğini hissediyorum.
Benim hiç bıkmadan barışı beklediğim gibi…
(Seyfol:Kıbrıs’ta bir tür büfeye verilen ad)
(AFRİKA - CANAN SÜMER - 30.11.2015)

Bu yazı toplam 2345 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar