Sahiciliğini yitirmiş bir 'varoluş'
Kimse, içinde bedeninin küflenmeye başladığı giysilerini çıkartıp sahici bir varoluş sözü sarf edemiyor. Korunaklı alanlara sakladığınız varoluşunuz, sakıncalı alanlara bıraktığınız yok oluşunuz karşısında silikleşiyor, eziliyor.
Barışa, çözüme dair sözün, iddianın ve arzunun cılızlaştığı bir seçim döneminden geçiyoruz...
Evet, inandırıcılığını yitirmiş, artık tekrar yaşansa heyecan yaratmayacak olan pek çok süreç tüketildi. Süreçler tüketildi. Fakat bu ülkenin ve coğrafyanın barışa, çözüme ve halkların dayanışmasına olan ihtiyacı hala diri...
Ne yazık ki tüketilmiş süreçlerle hesaplaşmaya girişilmemesinden, çöken geleneksel ve sembolik federasyon-çözüm süreçleriyle yüzleşememesinden dolayı, bugün barış düşünü ve federasyon ideasını taşıması gereken odakların sağdan, sağa savrulduğunu görüyoruz. Hem cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde hem de Akdeniz'de yaşananlar karşısında takınılan tavırlarda bunu çok daha net deneyimliyoruz.
***
Barış ve federasyon meselesinin sanırım en az konuşulduğu ve en az duygulanım yarattığı bir seçim sürecinden geçiyoruz. Uzun uzun bunun neden böyle olduğunu yazmaya gerek yok sanırım. Ama şunu vurgulamakta fayda var, bundan sonra barış ve federasyon düşünü yeniden diriltmek ve canlandırmak için, yeni ve fiili yöntemler bulmak, ezberlenmiş söz kalıplarından dışarıya çıkıp müzakere masası odaklı değil, gündelik hayat odaklı bir yol açmak gerekli. Geleneksel ve ana akım federasyon yöntemleri ile yüzleşemedikçe, bunlar aşılmadıkça ve Kıbrıs Sorunu'nu teknik meseleler hapishanesine kapadıkça, barıştan her geçen gün daha da uzaklaşmış olacağız. Ki şu an da oldukça uzağız zaten!
***
Seçim sürecinde az konuşulmasını bir yana bırakalım, Kıbrıs sorununu güç ilişkileri bağlamı içerisinde değerlendirenlerin gün geçtikçe barış dilinden ve federasyon kültüründen uzaklaştığını gözlemliyoruz.
Bugün Akdeniz'de yaşananlara dair tüm 'federasyoncu' partilerin takındıkları tavır bunun bir göstergesi.
Federasyoncu partiler ve federasyoncu bağımsız cumhurbaşkanı adayları Akdeniz'de yaşananlar karşısında ne barışa vurgu yapabildi, ne de savaşa hayır diyebildi. Kimsesi bu topraklarda daha fazla askeri güç ve savaşa tenekesi istemiyoruz diyemedi. Fosil yakıtlar yer altında kalmalı, halklar barışacaksa doğa ile, ekoloji ile barışacak diyemedi.
Onun yerine ne yaptılar, barış dilinden ve federasyon kültüründen uzaklaşarak bölgedeki büyük devletlerin güç ilişkilerinde taraf oldular.
Stratejik çıkarların nesnesi haline dönüştüler.
Gücün ve iktidarın bekası için barıştan değil, çatışmadan yana oldular.
Adına “özne olmak” dediler, özne olmayı savaş gemilerine yaslanarak açıkladılar, denizleri gasp ederek, görünmez sınırlar çekerek haritalara “burada biz de varız” dediler.
Adalı insanların kuzeyiyle güneyiyle yan yan, içi içe durup “savaşa hayır” demesi gereken bir dönemde, adalı yarımızı karşımıza alıp ona karşı bağırmaya başladık, tatbikatlar yaparak, uçaklar uçurarak, korkunç gemiler yüzdürerek. Ve tüm bunları sessizlikleriyle meşrulaştırarak.
Adına “özne olmak” dediler, en federasyoncusunda bile barış dilinin yerini çatışma dili aldı, suçlama oyunları oynandı ve en kötüsü adanın kuzeyi ile güneyi biraz daha uzaklaştırıldı birbirinden.
***
Peki sadece siyasiler ve 'federasyoncu' adaylar mı? Hayır... Yaşamın hakikati, kişinin kendi siyasi konformizminin sınırlarına dayanmaya dursun, birden bir sessizlik ve sinmişlik çöküyor nice nice çevrecilerin, sendikaların, barış aktivistlerinin ve devrimcilerin üzerine...
Dağların patlatılmasına karşı isyan etmek kolay, denizin kirletilmesine, kaplumbağaların öldürülmesine veya çiçeklerin kopartılmasına tepki göstermek kolay; 'ben barış istiyorum' demek, ara bölgede gökkuşağı bayrağı sallamak, iki toplumlu-çok toplumlu projeler yazmak kolay; bağımsız Kıbrıs istiyoruz diye slogan atmak, yabancı güçler adadan çıkmalı demek, 1 Mayıs'larda en sert pankartları açmak, 1 Eylül'lerde şiirli şarkılı bildiriler yayınlamak kolay...
Ama işler siyasi konformizmin ve artık anlamsızca tekrar eden alışkanlıkların dışına çıkınca, tavır almak, sözünü yaymak, savaşa hayır demek, gemilerinizi çekin demek zor. Çünkü diğer tüm yapılagelenler güvenceli sahalarda top koşturmak demek. Oralarda zamanla ne değerler kalır, ne ilkeler ne de hakikatler... Kimse, içinde bedeninin küflenmeye başladığı giysilerini çıkartıp sahici bir varoluş sözü sarf edemiyor. Korunaklı alanlara sakladığınız varoluşunuz, sakıncalı alanlara bıraktığınız yok oluşunuz karşısında silikleşiyor, eziliyor. Sahiciliğini yitirmiş bir 'varoluş' oluyor. Tırnak içinde 'özne' kalabiliyorsunuz en çok. Çünkü kimse kendi tırnaklarının içinden çıkamıyor. Hem de çift değil, tek tırnak!
***
İşte hakikatten kaçmak ve sahiciliğini yitirmek böyle bir şey dostum!