1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sahneden Seyirciye Atılan Bir Ok: Lefkoşa Sanat Tiyatrosu
Sahneden Seyirciye Atılan Bir Ok: Lefkoşa Sanat Tiyatrosu

Sahneden Seyirciye Atılan Bir Ok: Lefkoşa Sanat Tiyatrosu

“Merhaba Hoşçakal”ın Yönetmeni Diren Özdoğal ile röportaj

A+A-

Özgül Saygun
[email protected]

 Ülkemizde neredeyse her alandan her konuda çalışan insanlardan bahsederken bir mücadeleden de bahsetmemiz gerekiyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde tiyatro yapmak da bir mücadele ve bunun en güzel örneklerinden biri de Lefkoşa Sanat Tiyatrosu (LST).

Lefkoşa Sanat Tiyatrosu 2008 yılında Halil İbrahim Demir, Erdem Oktar, Suzan Polat ve Diren Özdoğan tarafından kuruldu. 2009 yılında faaliyete başladı. 10 senedir inatla ve inançla seyirciyle buluşan Lefkoşa Sanat Tiyatrosu, Kıbrıs’ta alışkın olduğumuz kurumsal tiyatronun dışına çıkmayı, tiyatronun sadece sahnede değil, sokakta, barda ve her yerde yapılabileceğini ısrarla anlatmaya devam ediyor.

Aslında bu inadı LST’nin son oyunu “Merhaba Hoşçakal”ın bir temsiline gittiğinizde de görebiliyorsunuz. Elinize aldığınız broşürdeki şu sözler her şeyi anlatıyor;

“Bugüne dek ve bugünden sonra izleyeceğiniz tüm oyunlarımızı da dernek çatısı altında gönüllülük esasına dayalı bir şekilde sürdürmeye çalışıyoruz.”

İşte böyle bir özveriyle çalışan Lefkoşa Sanat Tiyatrosu’nun son oyunu “Merhaba Hoşçakal”a ara verdikleri bir yılın ardından eski bir dostu ziyarete gider gibi gittim. Her yerde olan, herkesin gördüğü ve duyduğu, çok politik ama kulak aşinalığından başka bir şey yapmayan bir konudan bahsediyordu “Merhaba Hoşçakal”; iş cinayetleri. Dahası bunu sadece iş cinayeti merkezinde işlemiyor, iş kazasından sonra hayatı değişen bir aileyi anlatıyordu.

Biz de güneşli bir cumartesi gününde “Merhaba Hoşçakal”ın yönetmeni Diren Özdoğal ile buluştuk ve oyun üzerine, tiyatro üzerine ve Kıbrıs’ta sanat yapmak üzerine konuştuk.

“Merhaba Hoşçakal” hem ülkemizde hem de dünyada aslında çok güncel ama neredeyse herkesin görmezden geldiği bir konuyu ele alıyor; iş cinayetleri. Öncelikle oyunu senden dinleyelim, “Merhaba Hoşçakal” senin için ne anlatıyor? Kıbrıs’a ne anlatıyor?

 İlk başta oyunu ele aldığımızda, Lefkoşa Sanat Tiyatrosu’nu yakından takip edenler de bilecektir, LST için sözü çok net bir oyun değildi ama oyun süreç içerisinde -tiyatronun da doğası gereği -çalışırken şekillendi. Oyuna başlamadan önce biz de biraz  iş kazaları ve iş cinayetleri konusunda araştırma yaptık, aynı zamanda oyunu anlamak için Afrika kültürünü de LST’deki arkadaşlarla hep birlikte araştırdık, böylece oyun hepimiz için daha anlaşılır ve çekici hale geldi. Bu süreçte 7 yılda 1700’ün üzerinde iş kazası ve iş cinayeti olduğunu öğrendik ve biliyoruz ki büyük ihtimalle bu kazalara uğrayan işçilerin aileleri bir şekilde dağıldı. Benim için de bu oyundaki en güzel şeylerden biri oyunun bir yandan bizi içine çekerken bir yandan da itmesiydi. Çünkü bir gerçekle karşı karşıya gelmiştik. Oyunun en temel dertlerinden biri ataerkil toplum yapısıydı. İş kazası olduktan sonra o ailenin hikayesini anlatmak çoğu izleyici için anlamsız gelebilir ancak yaşadığımız kapitalist sistemin ve toplum yapısının bize dayattığı şart bu sistem yapısında ataerkil bir yapıyla çalışabileceğimiz. Bu ataerkil yapıya baktığımızda da bu yapı kadının değil erkeğin çalışması gerektiğini ve evini geçindirmesi gerektiğini söylüyor, bu nedenle de iş kazasına iş cinayetine uğrayan işçiler “aile reisi” denilen evin tek gelir kaynağı olan işçilerdir. Aileyi derme çatma bir çatı sistemi olarak düşünelim, evde olan annedir ve çalışan babadır ve iş kazası olduğunda bu derme çatma evin kolonlarından biri çökecektir. Bu anlamda oyun ataerkil aile yapısına da  bir eleştiridir. Bunun yanı sıra oyunun bütün derdi kapitalist sistemledir, seyircinin oyunu izlediği sürede aklında “neden bu kadar tartıştılar?” gibi bir soru olabilir, bunun cevabını da aslında “sahnede sistemin içinde hiç bir zaman var olmamış iki insanı görmemiz” olarak verebiliriz. Oyunun içinde çok açık bir şekilde dini baskı da yer alıyor, dini baskının aileyi ne duruma getirdiğini karakterler üzerinden görüyoruz ve tüm bu toplumda “bir şey olamamışlık” kendini sahnede iki karakterin çatışması olarak gösteriyor. Toparlayacak olursam “Merhaba Hoşçakal” sadece bir iş kazasını değil, iş kazasının bir aileyi kaosa nasıl sürükleyebileceğini ciddi bir sistem eleştirisiyle anlatıyor. Her gün gazetelerde okuduğumuz iş kazası haberlerine sadece bir cinayet olarak değil ardında bıraktığımız insanların gözünden de bakmamızı sağlıyor. Özetle, oyun “gelin bir de iş kazasında sonra bir aileye neler oluyor ona bakalım” diyor.

Bu hikaye bu coğrafyada da yaşanıyor, çok uzağa gitmemize ya da çok uç bir örnek almamıza gerek yok, iş kazasının/cinayetinin olduğu yerin bir maden olmasına gerek yok, aynı hikaye Kıbrıs’da bir fabrikada, bir şirkette yaşanabilir. Özel sektörde çalışan insanların Kıbrıs’ın kuzeyinde güvenli çalıştığını iddia edebilir miyiz? İş yerinde herhangi bir kontrol yokken bunu söyleyemeyiz, ya da örneğin bildiğiniz üzere trafik kazaları ülkemizde gittikçe artıyor, insanlar kendi evlerine yakın yerlerde iş bulamadıkça başka şehirlerde çalışmaya başlıyor, örneğin Mağusa’dan Lefkoşa’ya her gün iş için gelip giden birinin iş güvenliğinden ne kadar bahsedebiliriz? İşte bunları düşündüğümüzde biz de iş cinayetlerinden iş kazalarından hiç uzak bir yerde yaşamıyoruz. Örneğin, biz oyunu çıkardıktan hemen sonra yılbaşının hemen öncesinde Kıbrıs’ın kuzeyinde bir iş kazası oldu. Hemen arkasından da oyunumuzu izleyen bir arkadaşım iş kazası haberini gördükten sonra bana bu ailenin de hayatı “Johnny ve Hester” gibi mi olacak dedi. Seyirciye bunu düşündürebilmek bizim için gurur verici, bir yandan da bu bize anlattığımız hikayenin ne kadar evrensel olduğunu gösteriyor aslında.

Biraz da Lefkoşa Sanat Tiyatrosu olarak neden bu oyunu seçtiğinizden ve oyunun hazırlık sürecinden biraz bahseder misin?

 Öncelikle oyunun hazırlık sürecinde sosyal medyada yayınlamak üzere kısa bir video hazırladık. Bu video üzerine aldığımız tepkiler genellike “bu olay nerede oldu?” sorusu üzerineydi ve biz LST olarak bize yöneltilen bu soruya hep aynı cevabı verdik; “her yerde oluyor”. Gazetelerde her gün iş kazaları iş cinayetleriyle karşılaşıyoruz ama nerede olduğunu, ne olduğunu hemen unutup hayatımıza devam ediyoruz. Bu elbette bizim suçumuz değil, her gün karşımıza sosyal medyada çıkan haberlerden dolayı hassasiyetimizi kaybediyoruz. Kendi sorunlarımızın içine dalıp gidiyoruz ve dışarıda olanları unutuyoruz; bu da yaratılmak istenen zihniyetin bir parçası aslında. Bu yüzden de bu oyunu seçmemizin en önemli nedenlerinden biri bu algıyı yıkmasıydı. Oyun hem kimsenin ele almadığı bir konudan bahsediyor hem de sadece o olaya değil sonrasına odaklanıyordu. LST olarak biz de duvarın diğer tarafını merak ediyorduk ve duvarın diğer tarafına seyircilerle hep birlikte gitmek istedik. Bize göre tiyatro politik olmak zorundadır, tiyatro kendi başına devrim yapabilir demek çok iddialıdır ama tiyatro bu süreçte çok önemli bir araçtır. Bu nedenle bana göre bu oyun LST’nin en politik oyunlarından biridir.

Hazırlık süreci de bu doğrultuda başladı, bir tiyatro oyununu sahneye koyacağınızda hazırlık süreci üç aşamadan oluşur, birinci süreç masa başı sürecidir, oyunun alt yapısını, ne anlattığını, dönemini ve koşullarını ekibinizle birlikte okuyup tartışırsınız, ikinci evresi sahne provalarıdır, masa başında karar verdiğiniz konuları sahne üzerinde uygulamaya başlarsınız, üçüncü evresi de artık sahnelemek ve seyirciyle oyunu buluşturmaktır. Biz geçen yıl ilk iki evrenin büyük bir kısmını tamamlamıştık. Oyunun üçte ikisinin tamamlanmasına rağmen açıkça söylemeliyim ki biz LST olarak oyunumuzu sahneleyeceğimiz bir sahne bulamadık. Maalesef sistem bizi öyle bir hale getiriyor ki üretmemize imkan vermiyor ve bu nedenle de biz üretimimize bir yıl ara vermek zorunda kaldık. Bir yıl oyun çıkarmamak da LST için büyük bir deneyim oldu ve bizim içimizde de birçok taşı yerinden oynattı. Bu anlamda biz bu süreci çok değerli buluyoruz, bu sürecin hemen arkasına başlamak da LST için çok önemliydi çünkü bir yıllık süreçte LST daha da güçlendi ve inatla çalışmaya devam etti. Bu oyun inatla da sahnelenmiş bir oyundu bizim için.

Lefkoşa Sanat Tiyatrosu geçtiğimiz yıl maddi sıkıntılar ve sahne eksikliği nedeniyle oyun çıkaramadı. Kıbrıs’ın kuzeyinde özel tiyatro olarak yaşadığınız sıkıntılar nelerdir? Bu ara sizi nasıl etkiledi?

 Evet az önce de bahsettiğim gibi yaşadığımız ilk sıkıntılardan biri sahne problemiydi, özellikle herkesin bilip bilmezden geldiği bir sorunumuz var; Arabahmet Kültür ve Sanat Evi’nin Belediye tarafından Girne Amerikan Üniversitesi’ne verilmesi. Arabahmet Kültür ve Sanat Evi gerek amatör gerek profesyonel anlamda çalışan tiyatroların sahnesiydi ve bu sahne özelleştirildi. Alanlarımız bu kadar daralırken bize düşen oraya gidip var olma mücadelesi vermemizdi. Özel bir şirkete karşı kendi imkanlarıyla çalışan bir tiyatro olarak onun dayatmalarına maruz kalıyorsunuz, özel şirket “ya benim dediğim olacak ya da burada olmayacaksınız” diyor. Biz her zaman söyledik burada da tekrarlamak istiyorum; bu tarihi sahnenin Belediye tarafından kamu yararına kullanılması gerekir. Biz sahneyi kullanırken kirayı ödemeyi reddetiyoruz çünkü GAÜ sözleşme gereği dernekler ve örgütlerden kira almayacağını belirtmişti. Bu bağlamda Lefkoşa Türk Belediye’siyle de görüştük, yine sözleşmede belirtildiği gibi Belediye’nin yılda 65-70 günlük kullanım hakkı var, biz de Belediye’nin kullanım hakkı olan günlerden yararlanmak istedik ve sahneyi bu şekilde kullanmaya başladık. Bu süreçten mağlubiyetle çıkışımızın ardından LST ekibi olarak bir sene bir şey yapmamak daha önce de belirttiğim gibi bizi daha çok direnmeye ve üretmeye itti diyebiliriz. Ertelediğimiz oyunları tekrar fark ettik bu süreçte, daha çok okuduk ve çalıştık.

Sahne sıkıntımızın yanında maddi sıkıntılarımız da vardı bu yüzden ara verdiğimiz bu bir yıllık süreç içerisinde bir bağış kampanyası başlattık. Seyircilerimiz ve bir çok yardımsever insanla birlikte seferber olup kendimize ışık masası ve ışık sistemi aldık. Bu dayanışma da bizi ayrıca motive etti. Bu sürecin sonunda ilk önce herkes kendi köşesine çekildi ve kendi özeleştirisini yaptı. Ardından tekrar bir araya geldik ve birbirimize eleştirilerimizi yaptık. Bu nedenle ben şimdiden geçmişe baktığımda ara vermemizi motive olmamız açısından çok değerli ve verimli buluyorum.

Lefkoşa Sanat Tiyatrosu’nun ilk kurulduğu yıldan bu yana ısrarla savunduğu şeylerden biri de tiyatronun sadece kurumsal yerlere mahkum olmadığı, ülkemizde Belediye ve Devlet tiyatroları dışında tiyatro oyunu üretmenin de mümkün olduğunu seyirciye anlatmaktı. Seyirci bu geri dönüşü ve “Merhaba Hoşçakal”ı nasıl karşıladı?

 Seyircinin geri dönüşü çok memnun ediciydi, ancak bunun dışında bizim her zaman en büyük derdimiz seyirciye bizim ne verebileceğimizdi ve bu aradan sonra seyirciyi nasıl geri kazanacağımızdı. Herhangi bir ilişkide olduğu gibi en önemli şeylerden biri dürüst bir şekilde iletişim kurmaktı. Biz de yaptığımız her işte ilk önce dürüstlüğümüzü ve derdimizi seyircimize anlatmak istedik. Geri dönüşümüzde broşürlerimizde yazdığımız da, ara verdiğimizi belirten duyuru yazımızda da yapmaya çalıştığımız şey durumu en sade şekliyle seyircimize anlatmaktı. Seyirci de bu dürüstlüğü ve bu açık iletişimi olumlu bir şekilde aldı ve şu anda seyirci sayımızda ciddi bir artış olduğunu söyleyebiliriz.

İlerleyen zamanlarda Lefkoşa Sanat Tiyatrosu’nun planları nelerdir? Bir sonraki oyunun hazırlıkları başladı mı?

 Lefkoşa Türk Belediye Tiyatrosu tarafından yıllardır düzenlenen Kıbrıs Tiyatro Festivali’ne katılmak için ilk çalışmalarımıza başladık. Geçtiğimiz günlerde duyurulan başvuru doğrultusunda Kıbrıs Tiyatro Festivaline katılma amacıyla biz de başvurumuzu gerçekleştireceğiz. Bunun yanı sıra ilerleyen zamanlarda hedeflerimizden biri de alternatif tiyatro festivali yaratmaktır. Özellikle sol tiyatroların sesini duyurmak en önemli amaçlarımızdan biri.

LST üretiminde onuncu yılına giriyor, inatçı, düşünen ve üreten bir ekip olarak çalışıyoruz. Hepimizin derdi var ve bu derdi on yıldır anlatmaya devam ediyoruz. Daha önce de bahsettiğim gibi ara verdiğimizde herkes kendi köşesine çekildi ve kendini geliştirdi. Örneğin ben ve Suzan onlarca oyun okuduk, Çağıl kostüm üzerine çalışmaya karar verdi, kimimiz de yönetimsel olarak nasıl daha ileri gidebiliriz diye düşündük, kimimiz LST’nin teknik gelişiminin nasıl olabileceğini düşünmeye başladı ve en sonunda da bu çalışmaların hepsini birleştirip devam ettik.

Bu geri dönüşle biz LST’nin daha çok büyümesi gerektiğine karar verdik. Bu büyüme bizim için seyircinin kendi ülkesinde olanlarla daha iç içe olmasını da beraberinde getiriyordu. “Farkında olma” olarak görüyorduk ve “herkes için her yerde tiyatro” dedik ve tura çıktık. Bir arabaya sığışıp Mehmetçik’ten Lefke’ye yaklaşık 30 yerde oyun oynadık. Bu süreç de bize çok şey öğretti, istersek yapabileceğimizi gördük ve dedik ki yapabileceğimizi yapalım ve güçlendikçe kendimizi daha ileriye taşıyabilelim. Sadece kendimizin değil Kıbrıs’ın kuzeyinde tiyatro yapmanın eksiklerini de gördük, örneğin bu coğrafyada Kıbrıs ağzıyla oyunlar oynanmadı, oynandıysa da her zaman komedi oyunları oldu. Estetik kaygıları bir yana bıraktığımızda, Kıbrıs ağzıyla yapılan komedi oyunlar toplumu daha da geriye itiyor. Biz kendi hikayelerimizi kendi ağzımızla anlatmıyoruz. Tiyatro oyununu sahneden ok atan biri olarak hayal edelim, sahneden oku attığınızda, atılan okla seyirciye ulaşırsınız ve seyirci de düşünmeye başlar. Anlattığınız şeyin ne olduğunu düşünür, çözümler ve eleştirir. Ancak şu anda karşılaştığımız seyirci “bu ben değilim ben her şeyi biliyorum” diyerek konuyu değiştiriyor. Bizim yapmak istediğimiz ise seyirciyi de oyuna katıp düşündürmek ve birlikte öğrenmek, bunun da kendi hikayelerimizi anlatmakla olabileceğini düşünüyoruz.

Hedeflerimizden bir diğeri ise tiyatroyu hapsolduğu sahneden kurtarmak ve onu sahnenin dışına taşıyarak farklı tiyatro alanları yaratmak. Örneğin, kuruluşumuzdan bu yana tiyatroyu sadece sahnede değil barlarda da oynuyoruz, bunu yapmaya devam edeceğiz, bunun yanı sıra eskiden radyo tiyatroları olduğu gibi artık gelişen teknolojiyle birlikte tiyatroyu sosyal medyaya taşımayı düşünüyoruz. Ayrıca, yazar ekibi oluşturarak kendi hikayelerimizi anlatmak ve kendi oyun arşivimizi oluşturmak istiyoruz. Sonuç olarak ilk olarak bar tiyatrosu için çalışmaya başladık ve artık LST olarak senede en az iki tane oyun çıkaran bir mekanizma olmayı hedefliyoruz. Bunlardan biri asla vazgeçmediğimiz Arabahmet Kültür ve Sanat Evi’nde bir sahne oyunu diğeri ise dışarıda sokakta ya da barda sergileyeceğimiz bir oyun olacak ve üretmeye devam edeceğiz.

Merhaba Hoşçakal’ın Arabahmet Kültür ve Sanat Evi’ndeki son temsili 7 Şubat Çarşamba saat 20:00’da. Oyunun başka şehirlerde de sahnelenmesi planlanıyor…

 Detaylı bilgi ve rezervasyon için 0533 868 19 89 numaralı telefon aranabilir. WhatsApp ve Viber’dan da aynı numara ile iletişime geçilebilir.

 

 

 

 

Bu haber toplam 3305 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 449. Sayısı

Gaile 449. Sayısı