1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Salgın hiç yokmuş gibi bir mali protokol imzalandı”
“Salgın hiç yokmuş gibi bir mali protokol imzalandı”

“Salgın hiç yokmuş gibi bir mali protokol imzalandı”

Prof. Dr. Ömer Gökçekuş ve Doç. Dr. Sertaç Sonan, 2021 Ekonomik ve Mali İşbirliği Anlaşması’nın son 10 yılda imzalanan protokollerden çok farklı olmadığını söyleyerek, “salgın sürecinin görmezden gelindiğini” belirti.

A+A-

Ödül AŞIK ÜLKER


Prof. Dr. Ömer Gökçekuş ve Doç. Dr. Sertaç Sonan, 2021 Ekonomik ve Mali İşbirliği Anlaşması’nın son 10 yılda imzalanan protokollerden çok farklı olmadığını söyleyerek, “salgın sürecinin görmezden gelindiğini” belirti.
“Dünyanın geri kalanı genişlemeye giderken, biz hala kemer sıkmaya devam ediyoruz” diyen uzmanlar, şimdi kemer sıkma zamanı olmadığını belirtti.

Friedrich Ebert Vakfı (FES) için “Kıbrıs’ta Kemer Sıkma Politikalarının Sosyo-Ekonomik ve Politik Sonuçları” raporunu hazırlayan Prof. Dr. Gökçekuş ve Doç. Dr. Sonan, en neoliberal ülkelerde bile kemer sıkma değil, ekonomiyi stimüle etmeye yönelik olarak kamu harcamalarında artış olduğunu belirtti.

Seton Hall Üniversitesi, Diplomasi ve Uluslararası İlişkiler Okulu, Uluslararası Ekonomi ve Kalkınma Profesörü Gökçekuş, IMF’nin bile bu dönemde sosyal programları teşvik ettiğini; çocuklar, genç kadınlar, yoksullar gibi dezavantajlı grupları desteklemek için fonlar açtığını vurguladı.

Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi (UKÜ), Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, UKÜ Kıbrıs ve Akdeniz Çalışmaları Merkezi Direktörü Doç. Dr. Sonan da Kıbrıs’ın kuzeyinde şu anda yapılanların ekonomik akılla bağdaşmadığını belirtti.

Devlet Planlama Örgütü (DPÖ) ve Türkiye ile imzalanan ekonomik programların uygulanmasından ve izlenmesinden sorumlu olan Türkiye Büyükelçiliği’nin bir alt birimi Kalkınma ve İşbirliği Ofisi (KEİ) tarafından sunulan resmi rakamlar ve uzmanlarla yapılan görüşmelere dayanarak hazırladıkları “Kıbrıs’ta Kemer Sıkma Politikalarının Sosyo-Ekonomik ve Politik Sonuçları” raporunun detaylarını YENİDÜZEN’e anlatan Prof. Dr. Gökçekuş ve Doç. Dr. Sonan, Türkiye ile imzalanan ekonomik protokollerin hiçbir siyasi parti tarafından sahiplenilmediğini, kredibilitesi olmayan bir enstrüman olduğunu, çünkü iki tarafın da anlaşmaya uymadığını söyledi.

 

“Tarihsel olarak kamuya yönelim var”

Soru: Kemer sıkma politikaları Kıbrıs’ın kuzeyinde nasıl uygulanmaya başladı?
Prof. Dr. Gökçekuş:
Bu tür politikalar küresel finansal krizin ardından, krizin etkilerini azaltmak amacıyla birçok ülkede geçici olarak uygulandı. Bizdeki durum biraz farklı… Kıbrıs’ın kuzeyinde kemer sıkma önlemleri yarım yüzyıl boyunca dünyanın geri kalanından tecrit edilmiş ve Türkiye’nin mali desteğine bağımlı, küçük ve tanınmamış bir devletin politik-ekonomik yapısını yeniden kurgulamak üzere tasarlandı. Bizdeki durumu anlayabilmek için kamudaki sıkıntıları tarihsel ve siyasal bir çerçevede ele almak lazım. Biz de bu raporda onu yapıyoruz.

Tarihsel olarak, Kıbrıslı Türkler kamu yönetiminin omurgasını oluşturmuşlar ve hem Osmanlı hem de İngiliz dönemlerinde devlet kurumlarında nüfuslarına oranla daha fazla temsil edilmişlerdir. Kıbrıslı Türklerin ekonomik faaliyetlerden büyük ölçüde uzak olarak, enklavlarda yaşadığı 1964 ve 1974 arasındaki dönem, bu yapıyı daha da çarpıtmakla kalmamış, aynı zamanda 1974 sonrası dönemin politik-ekonomik düzeninin şekillenmesinde de önemli ve belirleyici bir rol oynamıştır. 1974 yılından sonra oluşturulan siyasal-ekonomik yapıyı meşru kılmak için hükümetler kamuda sürekli istihdam yapmış, adeta iş dağıtmıştır. Buna bağlı olarak da Kıbrıs Türk ekonomisinin en çok göze çarpan sorunu, kamu sektörünün bu tür ilişkiler dolayısıyla sürekli genişlemesi sonucu kamu bütçesinde çok ciddi paya sahip hale gelen personel ve transfer harcamalarıdır. Bu bağlamda, kemer sıkma politikalarının öncelikli hedeflerinden biri, kamu sektörü çalışanı olmayı daha az çekici hale getirmekti.

 

“Statükoyu destekleyen sağ partiler kalkan gibi kullanıldı”

Doç. Dr. Sonan: Bu sıkıntı da kemer sıkma politikaları da aslında yeni değildir. 1986 yılından bu yana, Türkiye ve KKTC birçok defa kamu sektörünü küçültme konusunda anlaştı ve kemer sıkma önlemleri uygulamaya koydu. Fakat şöyle bir durum var: 1970’lerde Türkiye’de istikrar yoktu, sürekli hükümetler değişirdi. Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Bakan burada ne olduğunu anlayana kadar yerine başkası gelirdi. Zaman zaman, 1986 yılında ilk defa kemer sıkma politikaları uygulatmış olan Turgut Özal örneğinde olduğu gibi, Türk hükümetleri tarafından Kıbrıslı Türklere tasarruf önlemleri dayatıldığını da görüyoruz ama bunların da uygulaması çeşitli sebeplerle akamete uğramıştır.

Bilindiği üzere, Kıbrıs Türk toplumu 2003 yılı Aralık ayındaki seçimlere kadar sürekli olarak iki sağ partinin domine ettiği hükümetler tarafından yönetildi. 1976’dan 2003’e kadar, 1994-1996 yılları arasındaki 36 aylık dönem hariç, tek başına ya da koalisyon ortağı olarak hükümet kuran UBP ve UBP’den kopanların oluşturduğu DP’dir. Bu partilerin her ikisi de adadaki statükonun devamını destekler ve esasen adanın federal bir düzende yeniden birleşmesine karşıdır. Bu partiler, Türkiye’deki sivil-asker bürokrasinin Kıbrıs sorununa yaklaşımı ile uyum içinde oldukları için Ankara tarafından tercih edilmiş ve desteklenmiştir. Ayrıca, bu partiler, adada federal bir çatı altında birleşmeyi savunan CTP ve TKP’ye karşı birer kalkan olarak görülmüştü. Sağ yıllarca, “Rumcular, komünistler güçleniyor. Bize ‘kemer sıkın’ derseniz bunlar güçlenecek” diyerek Türkiye hükümetlerini ikna etti. Bu kapsamda, her seçim döneminde kamu sektörü daha da genişledi ve bunun hala devam ettiğini gözlemleyebiliyoruz.

AKP’nin, Kıbrıs sorununun çözümüne ve Annan planının onaylanmasına ilişkin nispeten esnek duruşu, Kıbrıs Türk siyasetinin de normalleşmesinin önünü açtı. Şöyle ki, Türkiye’de AKP’nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle birlikte Ankara’nın Kıbrıs sorununa yönelik tutumundaki değişim, Kıbrıs’ın kuzey kesimine yönelik ekonomi politikasında da değişikliklere neden oldu.

Bunun sonucunda Ankara, Kıbrıslı Türk siyasetçilerin savurganlığı olarak gördüğü politikaları finanse etmek konusunda daha isteksiz hale geldi. AKP Kıbrıs sorunu bağlamındaki statükoyu da sürdürmek istemediğinden, kendisini, milliyetçi partilerin seçim kazanması adına onların yandaşlık politikalarına destek vermek zorunda hissetmedi. Bu ve genel olarak yeni bir politik konjonktür oluşması sayesinde, CTP, 2003 yılı Aralık genel seçimlerinin ardından, ilk kez, koalisyon hükümetinin büyük ortağı olmayı başardı. Annan Planı dönemi bir kırılma noktası oldu, CTP iktidara geldi, Türkiye de onlarla birlikte çalışabileceğini gördü. Bu çerçevede, Kıbrıs Türk ve Türk hükümetleri arasında 2006 yılında ilk kez Ankara’dan yapılan mali transferlerin önceden belirleneceği ve koşullara tabi olacağı bir protokol imzalandı. Ancak, bu kadar asimetrik bir ilişki içinde Kıbrıs Türk tarafının çok da fazla bir şey söylemesi mümkün olmadı.


“Kemer sıkma politikalarını harfiyen uygulayan şimdiki cumhurbaşkanı Tatar oldu”

Prof. Dr. Gökçekuş: Ankara’nın baskısıyla, hükümet kamu sektörü çalışanlarının giriş seviyesi maaşlarını ve işe yeni başlayanların diğer maddi menfaatlerini önemli derecede azaltan Kamu Çalışanlarının Aylık Maaş - Ücret ve Diğer Ödeneklerinin Düzenlenmesi Yasa tasarısını meclise sundu ve bunun karşılığında 13’üncü maaşların ödenebilmesi için Türkiye’den fon sağladı. Bunu yaparken de kamuoyundan gelecek ciddi tepkiyi hesaba katan hükümet, yasayı meclise sevk etmeden önce erken seçim kararı da aldı.

Dönemin ana muhalefet partisi UBP, tasarıya karşı çıkmayı seçim kampanyasının merkezine yerleştirdi. UBP Lideri Eroğlu, 19 Nisan 2009 erken seçime giden süreçte sendikalara bir mektup yazdı ve partisi iktidara geldiği takdirde, bunu onaylamayacağını söyleyerek partisini tek başına iktidara getirdi. Aslında o dönemde kemer sıkma politikalarını harfiyen uygulayan şimdiki cumhurbaşkanı Ersin Tatar oldu, örneğin dönemin Maliye Bakanı olarak eşel mobili bir sene dondurdu, kamu çalışanlarının alım gücü otomatik olarak düştü.

 

“Kamu sektöründe işe girmek cazibesini korumaya devam etti”

Soru: Kemer sıkma politikalarında kamu sektörünü küçültmek için yola çıkıldı ama bu olmadı, çalışmak için kamu cazibesini yitirmedi...

Prof. Dr. Gökçekuş: Başlangıç maaşları reel olarak azaltılmış olsa da özel sektördeki çalışma koşulları iyileştirilmediğinden, kamu sektöründe işe girmek Kıbrıslı Türk çalışanların çoğu için cazibesini korumaya devam etti. Özel sektörde kayda değer bir sendikalaşma olmadığı ve iş yasaları tam olarak uygulanmadığı için, insanlar güvencesiz koşullarda çalışmaya devam ediyor. Maaşlar eşit olsa bile, özel sektörden kamuya geçmek tercih edilebiliyor. Tek faktör maaş değil, iş güvencesi, çalışma koşulları da önemli.

Tüm bunlara ek olarak, kamu çalışanı olmak bir “prestij” olarak da görülüyor. Aileler çocuklarının memur olmasını, memurlarla evlenmesini istiyor. Bizim yolsuzlukla ilgili çalışmamızda da ortaya koyduğumuz gibi, kamu çalışanlarının “ekstra gelirleri” de olabilir. Bunun illa ki parasal olması gerekmez ama bazı avantajları olduğunu görüyoruz.

Yani kemer sıkma politikaları bu anlamda pek de işe yaramadı diyebiliriz.

 

“Bütçe açığını kapatmak için verilen krediler şimdiye kadar geri ödenmedi”

Kemer sıkma politikaları hem olumlu hem olumsuz sonuçlar doğurdu. Kamu sektörü çalışanları, emekliler ve sosyal yardım alanların tamamı reel gelirlerinde düşüş yaşadı. Bunun sonucunda, bütçe açığı azaldı. Ancak, kamu borç stokunun GSYİH içindeki payı yüksek kalmaya devam etti. Türkiye’den alınan borç miktarı gittikçe azalsa da devam ediyor; dolayısıyla borç da birikmeye devam ediyor. 1997 yılına kadar Türkiye tarafından yapılan tüm mali transferler hibe ama sonrasında hem hibe hem de krediler var. Bütçe açığını kapatmak için verilen krediler şimdiye kadar geri ödenmedi.

Dahası, tüketim alışkanlıklarını değiştirmek istemeyen bireyler reel gelirlerindeki düşüşü telafi etmek için borç almayı tercih etti ve neticesinde bireysel borçlanma da arttı. Programların temel amaçlarından biri de özel sektörün rekabetçiliğinin artırılmasıydı ancak bu da olmadı.


“Gelirler azalıyor ama harcama azalmadığı için borçlanma artıyor”

Soru: Kemer sıkma politikaları ve ekonomik programların siyasi açıdan yansıması ne oldu?

Doç. Dr. Sonan: Siyasi açıdan da hiçbir parti bu programları sahiplenmedi ve uygulamada Türkiye’den gelen para akışının devamını sağlamak için gerekli asgari düzeyin ötesine geçilemedi. Çalışmamız Türkiye’ye karşı olan ekonomik bağımlılığın kademeli olarak azaldığını ortaya koysa da, Ankara’nın siyasi etkisinde herhangi bir düşüş gözlemlenmiyor. Dahası, kemer sıkma politikalarının sonlanacağına dair herhangi bir işaret olmaması, bu trendin devam edeceğine ve siyasal sistem üzerinde daha da fazla baskı oluşturacağına işaret ediyor.

 

“Pandemi var olan birçok negatif trendi daha da belirgin hale getirdi”

Soru: Sizin raporunuz pandemi öncesi dönemi kapsıyor. Pandemi süreci bu konuda nasıl bir etki yaptı?

Doç. Dr. Sonan: Pandemi var olan ve bizim raporda da işaret ettiğimiz birçok negatif trendi daha da belirgin hale getirdi. Bu süreçte kamu çalışanları maaşlarını almaya devam ediyor. Bir dönem belli bir kesinti yapıldı, HP ödemesi ertelendi ama bunlar bir süre sonra geri ödendi ya da ödenecek. Ancak özel sektör çalışanları işverenlerinin insafına bırakıldı. Kaldı ki işverenlerin de çok önemli bir bölümü pandemiden çok olumsuz etkilendi. Onların da gücü kalmadı...

 

Prof. Dr. Gökçekuş: Kamuda maaşlar aşağı çekiliyor, insanların gelirleri düşüyor ama harcamalarını aynı oranda kısmadıkları için borçlanıyorlar. Bu süreçte tüketim alışkanlıklarını değiştirmek istemeyen bireyler reel gelirlerindeki düşüşü telafi etmek için borç almayı tercih etti ve neticesinde bireysel borçlanma arttı. Kıbrıs küçük bir yer, herkes komşusunda ne varsa kendisinde de olsun istiyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde gelir düzeyiyle yaşam tarzı birbirini tutmuyor. Genel olarak zaten insanlar 5 kazanıp 5 harcamıyor ya da 5 kazanıp 4 harcayıp 1 biriktirmiyor, öyle bir alışkanlık yok. Tam tersine 5 kazanıp 10 harcıyor, bu hem özel, hem kamu çalışanları için geçerli. Böyle yaşarken pandemi oldu; özelde gelir tamamen kesildi, zaten borçlu olan insanların yeniden borçlanma kapasitesi de yok. Kısacası pandemiyle kamu daha da cazip hale geldi.  

 

“Herkesin kamudaki sağlık hizmetlerine ne kadar ihtiyacı olduğuyla yüzleştik”

Soru: Pandemi kamu sağlık hizmetlerinin herkes için ne kadar önemli olduğunu da ortaya koydu...

Doç. Dr. Sonan: İncelediğimiz dönemde, 2007- 2016 yılları arasında kamu sağlık hizmetlerinin kalitesinde düşüş olduğunu da görüyoruz. Kişi başına düşen yatak ve uzman doktor sayısında kötüleşme var, sağlık hizmetleri için harcanan miktar azalıyor. Özellikle sağ iktidarlar, destekçilerini işe almaya devam ediyor ama sağlıktan kesinti yapabiliyor. COVİD döneminde kamusal sağlık hizmetlerinin, zengin-fakir herkes için, önemini yaşayarak gördük. Yurtdışından hatta adanın güneyinden bireysel olarak hizmet almanın imkansız hale geldiği bu süreçte herkesin kamudaki sağlık hizmetlerine ne kadar ihtiyacı olduğuyla yüzleştik.

 

“Mali anlaşmalara iki taraf da uymuyor”

Soru: Son imzalanan Ekonomik ve Mali İşbirliği Anlaşması’nı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Gökçekuş: Bu programlar çok bir anlam ifade etmiyor, kredibilitesi olmayan bir enstrüman. Çünkü iki taraf da uymuyor.

Doç. Dr. Sonan: Son 10 yılda imzalanan protokollerden çok fazla bir farkı yok. Dünyanın geri kalanı genişlemeye giderken, biz hala kemer sıkmaya devam ediyoruz. Pandemi hiç olmamış gibi davranan bir program var. Şu anda kamunun kemer sıkma zamanı değil. Dünyanın hiç bir yerinde, en neoliberal yerlerde dahi, kemer sıkma yok, ekonomiyi stimüle etmeye yönelik kamu harcamalarında artış var. Örneğin neoliberal politikaların en sıkı takip edildiği ülkelerden biri olan İngiltere’de, hem de Muhafazakar Parti iktidardayken, özel sektörde çalışanların maaşının %80’ini devlet ödüyor. Destekler devam ediyor. İşsizlik ödeneği yükseltiliyor; bizde ise düşürülüyor..

Prof. Dr. Gökçekuş: Kemer sıkmanın simgesi olan IMF bile sosyal programları teşvik ediyor. Çocuklar, genç kadınlar, yoksullar gibi dezavantajlı, daha kırılgan grupları desteklemek için fonlar açıyor, devletlere ellerindeki imkanları buralara aktarmalarını söylüyor. İnsanların önce hayatta kalması lazım. Ekonomiyi güçlendirmek sonraki iş. Bu konu aslında pek de karmaşık değil ama bizde gerçekten bir akıl tutulması var.

 

“Yapılanların ekonomik anlamda rasyonalitesi yok”

Doç. Dr. Sonan: Şu anda Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılanların ekonomik anlamda rasyonalitesi yok. İsminden de anlaşılacağı gibi, kemer sıkma politikaları daraltıcı politikalardır. Normal bir ülkede kemeri sıkarsınız, ücretleri düşürürsünüz, ürettiğiniz şeyler dış dünyada daha ucuz, daha cazip hale gelir. Dış dünyada onları satarsınız, yavaş yavaş toparlanırsınız. Biz normal bir ülke değiliz. İzolasyondan ötürü, kemer sıkma politikalarının bu sonucu vermesi mümkün değil. Son 10 senedir sürekli daraltıyoruz, kemer sıkıyoruz ve sonuçta da zenginleşmiyoruz. Dünyanın geri kalanında pandemide ne yapılıyor? Merkez bankaları para basıyor, hükümetler mali yönden genişletici politikalar uyguluyor. Amerika’da hiç olmadığı kadar büyük bir mali genişleme söz konusu. Ne diyorlar, “Neoliberal politikalarla uzun bir süre büyüdük, çok büyük teknoloji şirketleri ortaya çıktı ama diğer taraftan da eşitsizlik büyüdü”. Çin’in yükselmesi ve küreselleşmeyle birlikte orta sınıfın gelirleri dondu hatta azalma gösterdi. “Şimdi bir şeyleri değiştirmemiz lazım, devleti bu kadar küçültmek o kadar iyi bir şey değil. Devletin şimdi daha fazla öne çıkması lazım” diyorlar.

yd-destek-gorseli-018.jpg

Bu haber toplam 3169 defa okunmuştur