Salgın Sonrası Kıbrıs
Davetsiz misafir gibi gördüğümüz korona virüsünün, insan ve toplum yaşamına yaptığı acı verici müdahaleye bir süre ara vereceği anlaşılıyor.
Her ne kadar virüsün sinsice ortalıkta gezineceği ve ikinci bir dalganın olasılık dahilinde olduğu söylense de, uzmanlar, bireysel ve toplumsal ‘kapanma’nın yaz aylarında gevşetilmesi ve ‘aşamalı normalleşme’ yönünde umut verici açıklamalar yapıyor.
Ama daha da umut verici olan şey, orta vadede sonuca ulaştırılacağı belirtilen aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarıdır.
Çareler konusunda en azından umutlu olmamız gerekiyor.
Umudumuz sadece virüsün daha az tehlike yaratacak şekilde mutasyona uğrayacağının açıklanması değil ama ayni zamanda bilimin çare üretme yeteneğinden kaynaklanıyor.
Yani kimileri bu ‘kapanma’yı çok sevse de normalleşme kendini dayatıyor.
Ya da sağlık bilimcilerin söylediği gibi ‘artık bu virüsle birlikte yaşamaya alışmamız gerekiyor.’
Görünen odur ki ‘Salgın Sonrası’ diye adlandırabileceğimiz bu yeni dönemde gözümüz hep onun üzerinde olacaktır.
Tüm acemiliklerimize rağmen, en azından Kıbrıs için konuyu ele alırsak, güneyde virüsün etrafındaki çemberin daraltıldığını, kuzeyde ise yeni vakaların kayıt edilmediğini anlamaktayız.
Virüs gündemimizi uzun süre işgal etmeye aday görünse de artık normal gündem konularımız da önem kazanmaya başlamıştır.
Haftalarca önce bizi ve Dünya’yı kuşatan ‘korku’ yerini ‘ihtiyat’a terk etmiş durumda.
Ama salgın sonrası Kıbrıs’ın yeni gündeminde ayni şekilde korkunun yerini ihtiyat alabilir mi?
Daha da önemlisi, umutlu olabilir miyiz?
Bu, bizim elimizdedir.
Salgın, bize bazı şeyleri hatırlattı. Tam öğrenemesek bile, bundan bazı dersler çıkarmamız gerekiyor.
Hem her iki toplum hem de tüm Kıbrıs olarak külahı önümüze koyarak bazı gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor.
Önce sağlık sistemlerimizi masaya yatırarak başlamalıyız. Yeni bir salgın dalgası gelirse yine Baf hastanesinde veya diğerlerinde sağlıkçılar nasıl daha iyi korunabilecektir? Ya da Lefkoşa’nın kuzeyinde neresi pandemi hastanesi yapılacaktır? Artık karantina uygulamasını doğru-dürüst yapabilecek miyiz?
Nereyi, ne zaman, hangi sürelerde kapatacağımızı artık öğrenmiş olmalıyız.
Ama salgın sonrası bizi bekleyen en önemli sorunun ekonomik hayatla ilgili olduğu anlaşılıyor.
Şimdi bu devasa sorunu ve benzerlerini yine ‘yeşil hattın’ her iki yanında ayrı ayrı ele almaya devam edecek miyiz?
Çok temel bir gerçekliğin siyaset kurumu tarafından artık tanınması gerekiyor.
‘Salgın var!’ diyerek yeşil hattın iki yakasını keyfi bir şekilde birbirinden kopartmak marifet değildir.
Doğru olan, ortak yararı gözeterek bunu işbirliği içinde ve dayanışma ruhuyla yapmaktır.
Özellikle Kıbrıs Türk Toplumu olarak artık yeni bir treni kaçırma lüksümüzün olmadığını anlamalıyız.
Amacım, salgın sonrasında, Avrupa Birliği’nin öngöreceği ekonomik restorasyon sürecinde yer almamız gerektiğini ifade etmektir.
Bunun yapılabilmesi için, olmayacak dualara amin demekten vazgeçerek, toplumlararası dürüst bir işbirliğinde ısrarcı olmalıyız.
Korona virüsü, her şeyin yanında, bir de Kıbrıs’ın kaderinin tek ve ortak olduğunu hatırlatıyor.
Dışa kapıları kapattığımız zaman baş başa kalıyoruz.
Birinin kurtuluşu diğerininki olmadan olamıyor.
En hızlı dayanışma, en kolay iletişim ve en güvenli önlemin yanı başımızda olduğunu görüyoruz.
Kağıttan kalelerin verdiği sahte güven duygusundan artık kurtulmalıyız!
Bunu yapmak için yeteri kadar siyasi ve ekonomik nedenimiz vardır.
Yoksa siz şurdan-burdan gelecek yardımlarla durumu idare edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz?
Salgın sonrası siyasal yaşantımız da toplumlararası dürüst bir işbirliği ve dayanışma anlayışı üzerinde şekillendirilmelidir.
Külahı önümüze alarak düşündüğümüzde salgın sonrasında normalleştirmemiz gereken süreçler olduğunu göreceğiz.
Bunlardan en önemlisi, toplumlararası barış ve müzakere sürecini canlandırmaktır.
Fazla ertelemeye kaçamayız.
Her iki toplum olarak şimdi daha zayıf düşmüş durumdayız.
Turizm başta olmak üzere diğer benzer sektörlerin ayağa kaldırılmasının sadece bizim elimizde olmadığını görüyoruz.
Bir de bunun üzerine kabadayılığa geri dönüp, sorunları güç kullanma tehdidiyle çözebileceğine inananlara izin verecek miyiz?
İşte bizim elimizde olan budur.
Toplumlararası ilişkilerde yıkıcı bir rekabeti, hele tüm taraflar bu kadar zayıf düşmüşken dayatmak isteyenlerin var olduğu bir gerçekliktir.
Yani gözümüzü üzerinden ayırmamamız gereken sadece korona virüsü değildir.
Salgın sonrasına bir de bu gözle bakalım.
İki lider arasında diyaloğun bu dönemde de devam etmesi umutlandırıcı bir gelişmedir.
Şimdi, hem koronaya karşı tarafların ayrı ayrı aldığı önlemlerin gözden geçirilerek adanın tümünün tehlikeye karşı korunması için bir işbirliği ve eşgüdüme hem de bölünmeyi geride bırakmayı öngören bir siyasal normalleşmenin gündeme alınmasına ihtiyaç vardır.