Salgının sessiz kahramanları konuştu
Enfeksiyon kontrol hemşiresi Zeynep Ünalan, ilk vakanın geldiği gün, sağlık çalışanlarının yüzündeki korkuyu unutamıyor.
Aralık ayında Çin'deki salgın duyulduğu anda hazırlıklara başlamalarına rağmen ilk vakanın geldiği gün hepsinin gözünde korku vardı.. Corona diğer salgınlardan farklıydı. Bilinmeyeni çok fazlaydı, tedavisi yoktu ve çalışma koşulları çok ağırdı.
Evlerini otel gibi kullanan, evde olduğu zamanlarda ise işi düşünmekten dinlenemeyen, çocuklarını sadece uyurken görebilen ya da geride ağlarken bırakan hemşireler, kendi kaygılarını bir yana bırakıp, ölüm korkusunun hakim olduğu, tedirgin hastaları başarıyla tedavi etmenin gururunu yaşıyor.
Salgın başladığında nerede çalıştıklarını öğrenince kendilerinden uzaklaşan insanlardan 2-3 aylık sürecin sonunda sevgi ve saygı görmekten mutlu olan hemşireler değerlerinin anlaşılmasından ve bunun alkışlarla gösterilmesinden çok memnun.
Yaşanan salgın sürecini bir tatbikat gibi görüp, olası bir sonraki dalgada ne yapacaklarını artık biliyor olmanın güvenini taşısalar da, toplumun aksine, rahatlamayan hemşireler tedbir ve maskeleri bırakmamakta ısrarlı.
Salgının birinci dalgası atlatılmış ve birçok hemşire eski görev yerine dönmüş olmasına rağmen servislerden 4, yoğun bakımdan 5 hemşireden oluşan bir kadro karantina merkezinde hizmet vermeye devam ediyor. Aktif olan bu merkez gelen şüphelilerle ilgileniyor.
“İlk vakanın geldiği günü unutamıyorum”
Corona virüsü salgınının birinci dalgasının ardından Türk Ajansı Kıbrıs (TAK) muhabirinin sorularını yanıtlayan enfeksiyon kontrol hemşiresi Zeynep Ünalan, ilk vakanın geldiği gün, sağlık çalışanlarının yüzündeki korkuyu unutamıyor.
“Ne yapmam lazım kaygısıyla giyinirken elleri ayakları birbirine karışıyordu. Gelen hemşirelere ilk söylediğimiz, öncelik sizin güvenliğinizdir çünkü siz kendinizi koruyamazsanız, hastayı hiç koruyamazsınız. Öncelikle kendinizi koruyacaksınız, panik yapmayacaksınız, sakin olacaksınız diyorduk”
Çin'de salgın patlak verir vermez hazırlıklara başladıklarını vurgulayan Zeynep hemşire, “Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere, tüm uluslararası kurum ve kuruluşların konuyla ilgili rehberlerini ve ne yaptıklarını sürekli araştırma ve inceleme içindeydik. Kendi rehberlerimizi oluşturmaya çalışıyorduk” dedi.
Zeynep hemşire, süreç boyunca Sumru Özkan Ezer ile birlikte enfeksiyon kontrol hemşireliği yapıp, Pandemi Başhemşiresi Fatoş Savaşan gözetiminde doğrudan hastalarla temas içinde olan servis ve yoğun bakım hemşireleri, ambulans şoförleri, temizlikçiler ve diğer çalışanlara bulaş olmaması için nelere dikkat etmesi gerektiğini öğretti.
“Hepsi farklı servis ve disiplinden gelen hemşirelerle bir düzen kurup, bulaş olmadan uyum içinde çalışmalarını sağlamak için çok uğraştık. Çoğu hemşire gereken ekipmanlara çok yabancıydı”
“Herkes eğitimden geçmek zorundaydı”
Pandemi merkezi başhemşiresi Fatma Savaşkan, her yıl enfeksiyon kontrol eğitimleri verilmesine rağmen ekipman çoğaldığı için hemşirelere ve diğer çalışanlara ayrıca eğitim verdiklerini belirtti. “Giyinip soyunurken sıralama çok önemliydi çünkü bulaş, çoğu zaman soyunurken yapılan yanlışlar sonucunda meydana geliyordu. İçeri giren herkese önce doğru el yıkamanın nasıl olacağını gösterdik. Sürekli tekrarladık. Daha sonra nasıl giyineceklerini gösterdik. Zeynep ile Sumru nasıl giyineceklerini göstermek için video bile hazırladı”
İçeriye giren herkesin eğitimden geçmek zorunda olduğuna işaret eden Sumru hemşire, “Servislere sadece doktor ve hemşireler girmiyordu. Aktif görev alan temizlik personeli, sürekli dezenfeksiyon yaparak bize güvenli bir ortam hazırlamak zorundaydı. Hastaları röntgene götürüp getiren, malzeme taşıyan, numuneleri laboratuvara ulaştıran görevlilerimiz vardı. Diğer çalışanlar ve güvenlik birebir hastalarla muhatap olduğu için onları da eğiterek güvenli olmalarını sağladık” dedi.
Çok dikkatli olmaları gerektiği için sürekli stres altında olduklarına işaret eden Zeynep hemşire, ateşi olan her hastanın kendilerine yollandığı ve 10 ambulansın ard arda geldiği yoğun günlerden birini hiç unutmuyor.
“Her gelen ambulanstan hasta alınacak, ambulans ve personelin dezenfeksiyonu yapılacaktı. Hemşire ve doktorun yanı sıra gelen ekibin doğru şekilde soyunup giyinmesini gözetmem gerekiyordu. Çok gerildiğimi ve herkese 'Durun, bir hata yapmış olabilirim. Bekleyin' diye bağırdığımı hatırlıyorum. Çok kaygılıydım. Bir hata yaparsam, hastalığın yayılmasına neden olabilirdim”
“Corona oldum, öleceğim algısı oluşmuştu”
Sumru hemşire, domuz gribi deneyimi olmasına rağmen bu defa halkta hakim olan endişe ve panik havasının farklı olduğuna işaret ediyor. “Herkeste korona oldum, öleceğim algısı oluşmuştu. Bütün haberler, kaç kişinin öldüğü üzerineydi. Ölüm korkusu hakimdi herkeste. Corona oldum madem öleceğim”
Gerek sağlık çalışanları, gerekse halkın korkusunun esas sebebinin, sosyal medya ve basında pompalanan ölüm üzerine kurulu haberler olduğu konusunda tüm hemşireler hem fikir.
Zeynep hemşire, haberlerin yanı sıra hastalığın bilinmeyen semptomlarının tedirginliği artırdığına inanıyor. “Başta semptomlar nedir bilinmiyordu? Nasıl tedavi edileceği bilinmiyordu. Nasıl bulaşabileceği bilinmiyordu. Önce 1 metre mesafe, sonra 1.5, daha sonra da 2 metre mesafe dendi. Önce 7-10 gün denen kuluçka süresi daha sonra 14'e, 24'e ve 27'ye çıktı. Önce hastalar dışında, kimse maske takmasın dendi, sonra herkes takmalı dendi. Tüm bunlar halkın aklını karıştırdı”
“Oğlum, işe gidersem öleceğimi sanıyordu”
Zeynep hemşirenin oğulları, yaşları büyük olduğundan, başlarda annesinin işte geçirdiği saatlerle birlikte salgına tepki vermemiş. “Ancak 12 yaşındaki oğlum bir süre sonra sosyal medyada gördüklerinden etkilenmiş olsa gerek, ‘İşe gitme artık. Gidersen öleceksin. Ölmeni istemiyorum. Başkaları gitsin’ diye isyan etti. Konuşarak endişelerini gidermeye çalıştım ama sonuç değişmedi 'Senin ölmeni istemiyorum' dedi başka bir şey demedi"
Sumru hemşirenin 5 yaşındaki kızı ise ağlayarak isyan ediyordu. “İlk başlarda yokluğuma çok fazla tepki vermeyen kızım, işte kalma sürem uzayınca ağlayarak beni evde tutmaya çalıştı. Bir gece ben kaçtıktan sonra tam 45 dakika ağlamış ve bitkin düşüp uyumuş”
Göğüs Hastalıkları Bölümü Sorumlu Hemşiresi Hamdiye Avcil Çoktan, 7.5 yaşındaki oğlunun kaygılarını dile getirirken gözyaşlarını tutamadı. “Eğer hasta olursa, onu tedavi etmememi istedi. Çünkü ben hasta olursam kız kardeşini de hasta edebilirmişim diye korkuyordu”
Bilinmezlik ve çalışma şeklinden dolayı stres artıyordu
Ekipmanın fazla olmasından dolayı sağlık çalışanları ayrı bir stres ve tedirginlik içindeydi.
Yoğun bakım hemşiresi Fatoş Avcil, hastayla birebir muhatap olduğu için saatlerce su ve hava geçirmez tulumlar ve çifte maskeler içinde çalışmak zorunda kalan hemşirelerden bir tanesi.
“Yoğun bakımda bulaş olasılığı yüzde 80. Bizim çok daha dikkatli olmamız gerekiyordu çünkü respiratör bağlanmış hastanın verdiği havayla direkt muhatap halindeydik. Yani bizim hiçbir şekilde yoğun bakımdayken hava almamamız lazımdı. Bu nedenle çok fazla ekipman vardı ve kıyafetlerimizle malzemeleri bantlamak zorundaydık. İçeriye girdiğimizde an en az 2-3 kalıyorduk. Bir süre sonra kendi verdiğin havayı solumaktan yani oksijensizlikten sinirlenip agresif oluyorduk. Bazen maske buğulandığı için görüş alanımız yok denecek kadar az oluyordu. Serumu falan takarken arkadaşlarımızdan yardım istiyorduk. Bazı arkadaşlar o ekipmanı parçalayarak çıkarmak istiyordu”
Fatoş hemşire, durumu kötü olan yoğun bakımdaki üçüncü vakaya müdahale ederken küçük bir de iş kazası geçirmiş. “Hızlı müdahalede bulunmamız gerekiyordu. O telaş içinde elime iğne battı. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Doktora danıştım. 'Şimdi bir şey yapamayız. Kuluçka dönemi var. Bir hafta bekleyip görelim' deyince çalışmaya devam ettim. Hafta tamamlanınca da zaten beni izne çıktım. Çok şükür bir şey olmadı”
“Evime 2 ay sonra gidebildim”
Yoğun bakımda çalıştığı için diğer hemşirelerden farklı olarak, izinli olduğu zamanlarda karantinada tutulan Fatoş hemşire, Karpaz'daki evine 2 ay sonra gidebildi.
Bir kızı yoğun bakımda, diğeri de göğüs hastalıkları bölümünde çalışan Fatoş ile Hamdiye hemşirenin 62 yaşındaki annesi ise bu sürede isyanlardaydı. "Ben ne yaptım da evlatlarım bu hastalığın içine düştü" diyerek sürekli ağlayan anne, 2 aydan sonra ilk kez kendisini çiçekle ziyaret eden Fatoş hemşireyi önce gülme, ardından ağlama kriziyle karşılamış.
Hamdiye hemşire de, 1 haftalık izninin son gününde köye gitti ancak testi negatif çıkmasına rağmen çok sayıda kronik rahatsızlıkları olan annesini değil de ablasını ziyaret etmiş.
“İlk gün çok ağladım”
Kuş gribi vakalarında aktif görev yaptığı halde ilk gün çok ağlayan Hamdiye hemşire, özellikle bu tip vakalarla hiç muhatap olmamış tedirgin hemşirelerinin yüzlerini bantlarken çok duygulanmış. “Bizim de evde bekleyenimiz, çocuklarımız vardı. Zaten işe gelirken çocuklarımı evde ağlarken bırakıyordum. Bir defa eve döndükten 1 saat sonra geri çağrılınca, çocuğum bacaklarıma sarıldı ve gitme diye ağlamaya başladı”
Hamdiye hemşire, evde babalarıyla ya da nene-dedesine bıraktığı çocuklarının internetten devam eden eğitimlerinde verilen ev ödevlerine yardımcı olamadı ama yatmadan önce, servisindeki hemşirelere işe gelirken mutlaka yedek kıyafet, ayakkabı getirmelerini mesajla hatırlatmayı unutmadı. “Geldikleri kıyafetlerle çıkış yapmamaları lazımdı. Onları ayrı bir poşete koyup eve götürmeleri gerekiyordu”
Hamdiye hemşire, salgının ilerleyen günlerinde uyku problemleri de yaşadı. “Uyuduğum zaman ise, rüyamda hastaları görüyordum. Çin'e kadar gittiğimi hatırlıyorum”
“Apartmana girip çıkarken merdiveni dezenfekte ediyordum”
Apartmanda yaşayan Hamdiye hemşire, komşularını tedirgin etmesin diye eve girip çıkarken merdivenlerde komşulardan biri olmamasına da özen göstermiş süreç boyunca.
“Apartmana girip, çıkarken merdiven ayaklarını mutlaka dezenfekte ediyordum. 3 ayakkabı değiştiriyordum her gün. Arabaya kadar başka, arabada başka ve hastanede başka. Hastanede kullandığım ayakkabıları eve getirmedim hiç”
Hamdiye hemşire etrafındakileri tedirgin etmemek için özense de trafikteyken kendisini durduran polisin, “Nereye gidiyorsunuz?” sorusuna aldığı “hastane” yanıtı karşısında irkilip, geri çekilmesini buruk bir gülümsemeyle hatırlıyor.
Sumru hemşire de mecbur olmadıkça sokağa çıkmadıkları halde konuşmak zorunda olduğu kişilerin, nerede çalıştıklarını duyunca uzaklaşmalarını unutamıyor. “Sokakta karşılaştığımız görevliler ya da hastanede başka servislerde çalışan sağlıkçı arkadaşlarımız dahi aynı tepkiyi gösteriyordu. Oysa nasıl korunması gerektiğini bilen bir kişi olarak ben şahsen marketlere gittiğimde çok daha fazla tedirgin oluyordum”
“Son zamanlarda değerimiz arttı”
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi KKTC’deki sağlık çalışanlarına alkışlayarak teşekkür edilmesi diğer hemşireler gibi Zeynep hemşireyi çok mutlu etmiş.
“Çok güzel bir duyguydu. Gözlerim dolardı. Yardımcı bir meslek grubu olarak görülen hemşireliğin değeri pek bilinmez. Oysa sağlık hizmetindeki yapı taşlarından biri olan hemşirelik çok önemli meslek grubudur. İşte bu salgın, hemşirelerin yaptığı işi görünür kıldı. Sağlık sisteminin ne kadar vazgeçilmezi olduğumuzu gösterdi. İlk defa değer veriliyor gibi hissettim”
Son dönemlerde değerlerinin artmasından memnun olan Hamdiye hemşire de, sokakta, markette karşılaştıkları insanların korkuya dayalı tepkisinin yerini sevgi ve saygıya bırakmasından çok memnun. “Takdir edilmek gururumuzu okşamaya başlamıştı”
Damgalanma korkusu ve inkar tedaviyi zorlaştırıyordu
Toplum içinde damgalanıp, ötekileştirilerek dışlanmaktan korkan hastaların temaslıları açıklamadığı gibi, tedaviyi reddetmeleri zaman zaman hemşirelerin işini yapmasını imkansızlaştırdı.
Bir hastanın, arkadaşından bulaştığını öğrenince çok sinirlenip, arkadaşına lanet okumasını unutamayan Zeynep hemşire, “Bu gibi tepkilerden korktukları ve çekindikleri için başlarda hep inkar ettiler. Bazı hastalar ise pozitif olduğunu kabul edemedi. Hastaneye yatırsa, hasta olacağına ve öleceğine inandığı için tedaviyi reddedenler vardı” dedi.
Bir hastanın koğuşa girmeyi reddedip, koridorda 1 saat oturduğunu kaydeden Hamdiye hemşire, hastaneden kaçmaya çalışanlar engellemek için kapıları kilitli tuttuklarına dikkat çekiyor. Zeynep hemşire ise yaşlı bir hastanın bıkıp usanmadan evine gidebilmesi için taksi çağırmalarını istemesini; Fatoş hemşire ise ekipmanların içinde nefes almakta zorlandığı bir anda kendisine bağıran hastaya “nefes alamıyorum amca” deyince “sen git nefes al, gelince bağırmaya devam ederim” demesini unutamıyor.
Peki olası bir ikinci dalgaya hazır mıydılar? “Evet hazırız. Birimimiz çalışıyor zaten. Hatta 2-3 aylık deneyimden sonra olası bir salgında herkes ne yapacağını biliyor. Deneyim sahibiyiz. Görev yapacakların ne yapacaklarını, nasıl yapacakları bellidir. Doktorundan temizlikçisine herkes artık nasıl çalışacağını yaşayarak öğrendi”
“Hasta sayısının çok olmaması bir avantaj”
Pandemi Başhemşiresi Fatoş Savaşan, dünyadaki pek çok hastanenin aksine, pandemi merkezindeki çalışanların bulaş olmamasında, çok fazla hasta olmamasının en büyük avantaj olduğuna inanıyor.
“Öncelikle koruyucu malzemenin tamam olması lazımdı. Bir maske yanlış gelirse, ya da takılması gerekenden çok daha uzun süre takılıyorsa bulaş olasılığı yükselir. Bizim malzeme sorunumuz hiç olmadı. Hiç Kimsenin yalnız giyinip soyunmamasının da büyük faydasını gördük. İlk 15 gün merakla nereden nasıl bulaşacağız, acaba boşluğumuz nerededir diye bekledim. Kimse bulaşmayınca bazı şeyleri oturttuğumuzu anladık"
Savaşan, halkın da başarılı olduğunu ve sokaklarda kalabalıklar görülmesine rağmen aslında insanların çoğunluğunun sıkı davranıp, dışarı çıkmadığından dolayı da hastalığın yayılmadığına işaret etti.
Fatoş Savaşan, ikinci dalgaya hazır mıyız sorusunu yanıtında "Hasta sayısına bağlıdır bu. Bizim hemşire sayımız ortada. Eğer çok fazla hasta gelirse, hemşire 1 hasta yerine 4-5 hastaya, ya da 10 hastaya bakacak. O zaman yapacağın iş çok fazla olacak. Dikkatin de dağılacak. Geçen süreçte hemşirelere çok fazla yüklenmemeye ve çok fazla çalıştırmamaya dikkat ettik. Ancak ikinci dalgada çok daha fazla hasta olursa, bulaşma olasılığımız yükselecek" dedi.
Haber: Fezile A. Öksüz/ Fotoğraflar: Hüseyin Sayıl