1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Saman kağıt tozlarını dökerken
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Saman kağıt tozlarını dökerken

A+A-

“şimdi biz neyiz biliyor musun? 

yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz”.

  Murathan Mungan


 

Yüzümde ‘tüyler’ vardı.

Sakal değil incecik tüyler...
Birkaç haftada bir tıraş olmak yeterdi.
Gazeteciliğe başladığım günlerdi...

***

“Karanlık Oda”da film banyosu...
Ülkede “slayt” bilen insan sayısı, bir elin parmaklarını geçmiyor.
Siyah beyaz bitiyor, “slayt” dönüyor tanklarda, telaşla...
Bu ‘tanklar’ paletsiz, barutsuz; bu tanklar rengini duruluyor hayatın.
“Bir ömür aç kalmayız”
diyoruz...
İşimiz iyi, işimiz sağlam !..
Karanlık odalar kapanıyor, zamanla...
Film bitiyor...

***

“Kurşun kalıp harfler yan yana nasıl dizilir” öyküleri dinlerdik, eskilerden…
Şimdi biz “film banyosu” anlatıyoruz, yenilere…

***

The Independent, 26 Mart günü son basılı sayısını yayımlayacağını açıkladı.
İçime bir ateş düştü.
Tunç abiyi hatırladım.
“Sihirbaz” gibi gelirdi bize.
Sayfa tasarımı o yıllarda elde.
Parmak uçlarında “katraj” kesiği, dört farklı film kalıbı arasında tarif edilmez bir maharetle “renkler” yaratırdı Tunç abi!
“Yeşil” zemine mi ihtiyaç var sayfada, kırmızı ve siyah kalıbı örter, sarı ve mavi kalıbı açardı!..
Sonra işsiz kaldı!

***

Teknoloji ve zaman bir buldozer gibi geçiyor alın terinin, emeğin, öğretilerin üzerinden...
Usta çırak ilişkisiyle yoğrulmuş nice meslek ‘nostalji’ oluyor git gide.

***

Artık “reklam” istemiyor, dileniyoruz!
Gazeteler kime satacak ki?
“Size niye para verelim, sosyal medya ücretsiz, on binlere ulaşıyoruz” diyor patronlar…
Kimi “com”lu sayfalar, üç kağıt başlıklarla “tık”a oynuyor ha bire!..
Film bitti, diyor bir ses, merdaneler döndükçe...

***

Çok ağırıma gidiyor, yalanım yok.
On sekiz yaşından beri soluduğum mürekkep ve saman kağıt kokusu, aşkın sönükleştiği sevgilinin yabancılaşmış gözleri gibi bakıyor yüzüme.
“Sokaktayım,  elim yüzüm üstüm başım gazete” dizeleri takılıyor dilime, Hasan Hüseyin’in...
Biliyorum, hayat değişiyor, biz ilişiyoruz üzerine, yeni bir yere...
Öyle de, dünyanın pek çok değerini uzak gözlerle izleyen, çaresiz ve dertli bir coğrafyanın çocuklarıyız bizler.
Saman kağıt son tozlarını döküyor...
Tozumuzu alıyor zaman...
Siyah beyaz bitiyor....
Renkler kirleniyor telaşla...
‘Maharet’ ayakta kalmakta...

---------------------------------------

Pencerelerimizi açmak

Yorgos Kaskanis’in “Bahar Gelince” isimli kitabı, Yunanca’dan Türkçe’ye çevrilerek yayınlandı.
Geçiş noktalarının açılması, yani barikatların aralanması ile yaşanan heyecanı anlatıyor.
Ve baharın ardından gelen ‘güz’ü...
Umut ağacının döktüğü yaprakları...
Tam da ‘insan’a dokunuyor.
Çok yalın bir dille, içten bir umutla, şaşkın bir bakışla anlatıyor...
Hüzünleniyor sonra...
Yurdunu yitirmiş her Kıbrıslı gibi.

***

“Bizim evin Rum’u henüz gelmedi” diyen Kıbrıslı Türkleri gözlemiş...
Senelerce karşısına dikildikleri barikatların ardındaki o karanlığı yararak yürümüş, anılarındaki denize...
Seneler seneler sonra kuzeye attığı ilk adımların ardından...
- “Bir çocuğun kafasını okşadım. Hayatımda gördüğüm en güzel gülümsemeyi bağışladı bana” demiş.

***

Kimi “abartılı” düşler not etmiş hayatına Yorgos Kaskanis, o günlerin duygu seli içerisinde, bizler gibi...
Yüreğinin diliyle yazmış... ‘Görmek istediklerini’ işlemiş tarihe, umuda tutmuş feneri...
Heterotopia yayınlarından iyi bir iş daha...  Öneriyorum, bir solukta okursunuz, eminim.
Adanın senelerce hepimizin hayatından çalınmış öteki yarısında yaşayan bir insanın, kendinden çalınmış anıların peşine nasıl düştüğünü anlamak gerekiyor.
Nasıl da benzer duyguları hissettiğimizi anlamak...

***

Kıbrıs’ta sorun falan olmazdı, eğer araya “milliyetçilik” karışmasa...
Siyaset koltuğuna kurulmuş “pozisyon tutucular” çekilse aradan...
İnsan’ı pek de dert etmeyen “büyük güçler”in çıkarlarına yem olmasak birlikte...
Bahar” hep kalırdı avuçlarımızda...
Pencerelerimizi açardık birbirimize...
Ardına kadar açardık...
Solurduk belleklerimizi...
Solurduk benliklerimizi.
Biz” kokardı oda, eğer pencerelerimizi yeterince açabilseydik, izin verselerdi eğer, birlikte...

---------------------------------------------------

Firar etmiş sözcükler

“Bu bir şiir kitabı değildir” diyor Mahmut Anayasa, “Ruhumun firar etmiş halleri”...
Şiir ne ki!
Tam da bu işte...
“AŞK ŞARAP TADINDA” adlı kitabını yayınladı, sevgili dostumuz.
Kıbrıs ağzı esprilerine, isyanlarına, mizahi öykülerine, duvar yazılarına alıştık ya...
Aslında, Mahmut Anayasa’nın kendisi yeterince ciddiye almadı şiiri...
İçini döktü, kitap yaptı.
Oysa şiirlerinde duygu var, ses var, isyan var, aşk var...
Yeniden yeniden okusa, biraz daha yoğunlaşsa, çok daha ‘usta işi’ olacak.
Kıbrıslının her an gürleyip çakmaya hazır gökyüzü misali ruh halini, mısraya dökmüş...
“Ankara’nın tarttığı kadar ağırsın” diyen siyasi çığlıkları da kitabına sığdırmış...
Can Yücel’le sevdiğimiz ‘küfürbaz’ takılmaları da:
“Kıçımın milliyetçileri
Paçamın solcuları sizi...”

Uslanmaz romantik hallerini de gizlememiş.
“Az önce yalnızlık şubesinden aradılar...
Kalbin kaza yaptı dediler”
gibi.

***

Kendi şiirini arıyor Mahmut Anayasa, kendi şiirini deniyor...
Bence ısrar etmeli...
“Şiir yazıyorum” diyerek ısrar etmeli...
Kaçmadan.

------------------------------------------

haftanın notcukları

• Ahmet Ersöz, nasıl da güldürdü beni... Hayat hep gülsün yüzüne...
“Dün öğlen bir hevesle diyetisyene giden, 4 kerelik seans için 150 TL veren adam, aynı günün akşamı meyhanede olabiliyor. Görüldüğü gibi irade tavan yapmış. Az önce evde yetkili kurullarla yaptığım istişare sonucu kalan 3 seans hakkımı 100 TL'den satmaya karar verdim.”
Benzer öykü kim bilir kaç evde :)


• Google haritalarına KKTC yazmış! Öyledir öyle!..  Ne de çok seviyoruz, kendi kendimize çalıp oynamayı...

 

‘Bisiklet sevdalıları’ gösterdi ki bizlere, iyi iş yapmanın en birinci kuralı önce istemektir, sonra sevmek... Ve bir başkasından beklemeden kolları sıvamaktır önemli olan... “Söylenmek” yerine...


• İKİ TOPLUMLU KORO, yıllardır ve istikrarla ortaya koyduğu çabayla, barışa katkısıyla, şarkılarıyla, yürekten alkışı hak ediyor. Bakalım ilk önce hangi toplum yönetimi bu koroya hak ettiği değeri verecek.

• “Büyüyecek
mülk sahiplerinin mülkleri/
Ve mülksüzlerin sefaleti...”

Bertol Brecht
(Mertkan hatırlattı)

Bu yazı toplam 2348 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar