1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Sanatçı kendi zamanının tanığıdır”
“Sanatçı kendi zamanının tanığıdır”

“Sanatçı kendi zamanının tanığıdır”

Ahmet Güneştekin’in Kayıp Alfabe sergisi öyle sanıyorum ki anlatılması en zor sergilerden biri…

A+A-

Simge ÇERKEZOĞLU

Ahmet Güneştekin’in Kayıp Alfabe sergisi öyle sanıyorum ki anlatılması en zor sergilerden biri… On bin metre karelik Art İstanbul Feshane binasında yer alan sergide göç etmek zorunda kalan insanların belleklerini yansıtan nesnelerden oluşan enstalasyonlar, kişisel/ toplumsal geçmişin acı verici yüzleşmelerini izleyiciyle buluşturan eserler, taş/metalden oluşan mekâna özgü heykel yapıtları, tuvaller, seramik çalışmalar ve kırkyama tekniği ile üretilen eserler yer alıyor.  Ancak, bu sergiye dair insan ne anlatsa bir şeyler yine de eksik kalıyor. Acıya, yokluğa, bir ülkenin hafızasına dair zihninizde ne kalmışsa gelip tümüyle yüzleşmeniz gerekiyor. Yüzleşmek, utanmak, acı çekmek, hatırlamak ve bir daha yaşanmaması için var gücümüzle mücadele etmek gerekiyor.

Bu sergi insan hikâyeleriyle dolu… Ortak yanlarıysa çok acı çekmiş, kaybolmuş, yok edilmiş olmaları. Bunun yanında, tek tek ortadan kaybolan insanların isimleri de var sergide, yasaklanan kitaplarla, Cumartesi annelerine, deprem ve Hrant Dink’e gönderme de… En çok Yaşar Kemal var ama bu sergide. Kayıp Alfabe ona bir saygı duruş niteliğinde…  Bu özel mekânda kendine çok farklı bir alan yaratan sanatçı Ahmet Güneştekin, cumhuriyet tarihinin en büyük sergisine imza atmanın gururunu da yaşamakta. Temmuz ayına kadar İstanbul’da devam eden sergi, mutlaka görülmeli. Sanatseverleri şaşırtan detaylarıyla, çok güçlü, sarsıcı ‘Kayıp Alfabe’ sergisi, sadece sanat değil; hatırlamak, anlamak ve unutturmamak için de insanlığa bir çağrı niteliğinde…

 

“Sergilerim zaman zaman sansüre bile uğradı”

Sanatçı Ahmet Güneştekin Yaşar Kemal’ın Bir Ada Hikayesi adını verdiği dört ciltlik eserini merkeze alarak bu sergiyi yaratım sürecine başlıyor... Sergide ağır basan renk mavi, Yaşar Kemal’in rengi ve onun gölgesinde projenin doğuşunu konuşuyoruz.

“Sergilere 2012 yılında seri olarak başladım. İlki Yüzleşme isimli sergimdi. Türkiye tarihinin en büyük sergisi olmuştu. Bugün Galata Port’un olduğu yerde, antrepo binalarında açılmıştı. Hafıza ve dil meselesi üzerine bir sergiydi. Sonrasında 2013 yılındaki Venedik Bienali’nde eş zamanlı yeni bir sergi yapmıştım. Ardından Avrupa’nın çeşitli müzelerinde serinin devamı geldi. 2018 yılında İstanbul’da Hafıza Odası olarak hayat bulan bir sergim oldu. Yine çok büyük bir sergiydi. Aynı isimle bu sergiyi Diyarbakır takip etti. Devamında İzmir’de Gavur Mahallesi sergisi açıldı. Bu sergiler çok yoğun ilgi gördü. Tartışmalara neden oldu, sergilerim  zaman zaman sansüre bile uğradı. Bazı sergiler kapatıldı. Hatta özellikle Diyarbakır’da sözlü, fiziksel şiddetlere bile uğradı. En medenice izlenen İzmir sergisi olmuştu. İşte Kayıp Alfabe tüm bu sergilerin en büyüğü niteliğinde. Hafıza, göç, dil meseleleri ile ilgili en kapsamlı sergim oldu. Fikir geçmişe dayanıyor, bundan sonra da devam edecek. Venedik’te 16 yüzyıla ait bir yapı satın aldık, restore ediliyor. Bir sanat kurumu olarak açılacak. Bu sergilerim orada ve dünyanın pek çok yerinde daha açılacak. Bir anlamda bu yaşayan, sürekli yeni şeyler eklenen bir sergi oluyor. Bazı eserleri güncelliyorum. Zaman zaman sergilerin sadece ismi değişiyor. Hiklayelerin özün aynı kalıyor.  Daha çok insan hikayeleri, buharlaştırılmış diller, kaybedilmiş insan hayatları, baskı ve zorluklar tüm sergilerimde öne çıkıyor.…”

 

“Bu bir hafıza sergisi”

Güneştekin her daim disiplinler arası eserler ortaya koyan bir sanatçı. “Ben sadece bir tuvale hapsolmuş değilim” diyerek bu özelliğini güçlendiriyor. Özellikle toplumların hafızalarında eserleriyle unutulmaz izler bırakan sanatçı, bu sergiyle nasıl bir iz bırakmayı hedefliyor merak ediyorum.

“Aslında sergilerime ziyaretçileri de dahil ediyorum. Her eser insanın içine girebileceği, insanın o eserle sohbet edebileceği bir alan yaratıyor. O nedenle yorumu da izleyiciye bırakıyorum. İnsanlar bir anlamda keşif alanı içinde sergileri gözlüyorlar. Göç ve mübadeleyle ilgili bir işin yanına gidenler, o deneyimi birebir yaşıyormuş gibi hissediyor. Mübadelenin kayığında, bir kedinin sesi size çok şey anlatabiliyor. Hafıza tepesi olan ayakkabılardaki lastik kokusu size çok şey anlatabiliyor. Yoktunuz; eserine gittiğiniz zaman insan hayatının parçaları olan, arta kalan malzemeleri gördüğünüzde o hayatların bir parçası olabiliyorsunuz. Böylece eksik olan parça sizinle tamamlanmış oluyor.”

 

“İnsan olmanın refleksi karşı koymaktır”

Sanatçı gerek bu sergide, gerekse de tüm çalışmalarında geçmişe, kaybolan insanlara, dillere göndermelerde bulunurken, geçmişin kayıpları üzerinden gelecek inşa etmeye çalışıyor gibi... Tüm bunları yaparken, bir umut bıraktığını hissediyor mu diye soruyorum. Gülümsüyor sanatçı;

“Benim tüm işlerim geçmiş, bugün ve gelecekle ilgili. Hiçbir eserim bir zamanı yansıtmıyor. İçlerinde tüm zamanları barındırıyor. Gelecekten de bahsediyor tabii  ama beni esas ilgilendiren tanıklık ettiğim zamanın aktarıcısı olmak. Çünkü sanatçı kendi zamanının tanığı olan kişidir. Yaşadığım dönemde herhangi bir toplumsal olaya karşı, duyarsız kalma gibi bir şansım olamaz. İnsan olmanın refleksi karşı koymaktır. Tepkini bir şekilde dile getirmektir. Ben yıllardır bunu sanatla yapıyorum. Zorluklara karşı cevabım hep sanatla oldu. Aynı şekilde de devam ediyor”

489038749-679692057753885-3335073768821094425-n.jpg

“Her dil özgür olmalı”

Eski dillerin, alfabelerin, hatta kültürlerin kaybolması toplumlarda kopuş yaşanması anlamına da geliyor sanıyorum... Bir dili yok ederken, birçok şeyi daha alıp götürüyorsunuz insanlıktan...

“Aslında özünde tüm bunlar tek tipleştirmedir. Zaman zaman dünya tarihinde de benzerleri olmuştur. Genelde rejimler baskıyla insanları tektipleştirmek isterler. Kendi koydukları kanunlarla, belirledikleri sınırlarla insanların özgürlüğüne ifade, inanç ve dillerine müdahale ederler. Oysa istediğiniz kadar baskılayın. Bunu yok etmeniz imkansızdır. Özellikle neredeyse bir asırdır baskılanan Kürtçe dili, her türlü yazılı hali yasak olmasına rağmen, bugün en zengin diller arasında gösterilmektedir. Bir şekilde sözlü olarak aktarılmış, dilbilimciler onu yaşatmış. Hatta bu baskılar daha çok ilgi uyanmasını sağlamış. Belki baskı olmasa, anadilime karşı çok da bir ilgim olmayacaktı. Baskılanınca insan ister istemez o zorbalığa karşı, diline, kültürüne sarılıyor. Yaşaması için çaba harcıyor. Her dilin özgür olması lazım. Dili yaşamak isteyenin tasarrufunda olması lazım. O konuda eğitim almak isteyenin alabilmesi lazım. İnsanın ana dili özgürlük alanı olması lazım. Ana dili baskılamak, bir insanın bütün özgürlüğünü, düşüncelerini, hayatını baskılamaktır.”

47044d3c-1356-4d08-9f57-2e97843cb3f9.jpg

“Bir kedinin sesi çok şey anlatabilir”

Sergide kimsenin fark etmediği detay, fonda duyulan küçük kedi ağlaması …

“Sergiye ilk kez gelenlerden bazıları mutlaka içeride kedi sıkışmış diye görevlilere şikayette bulunuyor. Oysa bu bir enstalasyon. Bu bizim toplumumuzun hayvanlara karşı duyarlılığını da gösteriyor. Mübadelede de insanlar evcil hayvanlarından kopamıyor. Onları yanlarına alıyorlar. Yirmi kiloluk valiz ve yirmi dolarla teknelere doldurulurken evcil hayvanlarını saklıyorlar. Daha sonra görevliler hayvanların sesini duyunca fark ediyor ve onları denize atıyor. Ciddi bir hayvan kıyımı da olmuş o dönemlerde. Aslında çok etkili detaylar var sergide. Faili meçhullerle ilgili enstalasyonun önünde anneler ağlıyor. Bu günlerde yaşanan protestolarda da görmüşsünüzdür ayakkabılar geride kalan eşyalar olarak öne çıktı ve birikti. Hayatta birçok sanatsal öngörü, yaşanan şeylerden ilham alıyor. Almanya’daki kamplardan geriye kalan ayakkabılar da aynı şey. Soma, Hrant Dink’in ayağındaki lastik ayakkabı, Robosky’de katledilen insanlar da… Bu lastik ayakkabılar tüm bu olaylar yanında yokluk ve yalnızlığı da bize hatırlatıyor. Bu açıdan benim en değerli işlerim bunlar. Açıkçası serginin her yerinde bir anı ile karşılaşmanız mümkün.”       

 

“Zorluklara cevabım hep sanat oldu”

Sanatı bilgi yaratır ve  her seferinde yeni bir şey söylemek lazım diyor Ahmet Güneştekin, serginin ortasında bulunan devasa balık seramikleri mesela ... Toplumun ne denli balık hafızalı oluşuna gönderme yapıyor. Her yeni felaketle, eskisini unutuyoruz. Böylece ne söylenecekler bitiyor, ne anlatılacaklar. Her güne bir yenisi ekleniyor.

“Söylenecek yeni şeyler bitmiyor. İnsan ömrü bilgi almaya yetmez. O kadar çok dönemlerden kalan bilgiler var ki… Bunların hepsi bizim için bugünkü yaşam ve gelecek bağlamında referanstır. Bugün bu kadar farklı disiplinde sanat yapmamın nedeni bilgi. Yaşadığınız, gördüğünüz, okuduğunuz, dinlediğiniz her şey bir sanatçı için aslında yaratıma dönüşebilecek kaynaklar. O açıdan benim sanatı bilgi yaratır deme nedenim bu. Bu sergi için iki buçuk yıl çalıştım. Araştırmalar yaptım. Yerleştirmelere bile ben karar verdim. On bin metrekarelik alanın bütün tasarımını düşündüm. Hiç kolay olmadı. Bambaşka bir şeyi de deneyimlemiş oldum. Bugüne kadar binlerce insan tarafından sergi ziyaret edildi. Çok ilgi gördü. İlginin bu şekilde sürmesini bekliyorum.”

e63b07c2-f539-415c-a0c9-2b2db0a0464a.jpg

Bu haber toplam 2873 defa okunmuştur