1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sanat’ın yardımıyla sınırları aşmak
Sanat’ın yardımıyla sınırları aşmak

Sanat’ın yardımıyla sınırları aşmak

Rus yazar Tolstoy’un da dediği gibi: “Sanat, şiddeti yok etmelidir. Bunu yalnızca o yapabilir.”

A+A-

 

Derya Ulubatlı
[email protected]

Akdeniz’in bu küçücük adası, stratejik pozisyonundan dolayı tarih boyunca Lüzinyanlardan Venediklilere, Osmanlılardan İngilizlere birçok topluluk tarafından arzulanmıştır. Bundan dolayıdır ki Kıbrıs, yıllar boyu buradan gelip geçmiş (ya da gelip hiç gitmemiş) uygarlıkların beraberinde getirdikleriyle çok kültürlü bir hal almıştır. Fakat ne yazık ki yine ‘‘arzu edilen’’ olmanın sonucunda, farklı güçler tarafından bir savaş alanına çevirilmiş ve bu hem Kıbrıs’ta yaşayan yerli halkın kimliğini hem de adanın kültürel varlığını dönüştürmüştür.

1963-1974 arası, 11 yıl süren bir savaşın ardından ikiye bölünen başkent Lefkoşa, bugün hala Avrupa’nın bölünmüş son başkenti olma özelliğini taşıyor. Tarih boyunca bu özelliği taşımış ya da taşımakta olan birçok şehirde de görebileceğimiz gibi, sanat bu tarz toplumları bir araya getirmek için çok önemli bir araçtır. Kıbrıs’ta da bu bölünmüşlüğün yarattığı acıları ve yıkımları sanat yoluyla aşmaya çalışan kişiler, 1980’li yılların sonundan itibaren sanatı “öteki taraf”a ulaşmak için bir araç olarak kullanmaya başlıyorlar. Farklı projelerle önce sadece sanatçıları, daha sonra da izleyiciler ve sanatseverleri birbirine yakınlaştırarak, Kıbrıs halkının dağılmış bellek parçalarını toparlamaya, barışın ve yeniden birleşmenin yolunu açmaya çalışıyorlar.Utanç duvarı olarak adlandırılmış ve çok uzun yıllar Berlin’i doğu-batı olmak üzere ikiye bölen duvar üzerinde, sınırların varlığına isyan eden graffitiler bugün Lefkoşa’nın farklı yerlerinde de göze çarpıyor. Bosna Hersek’te düzenli olarak gerçekleştirilmekte olan Art in DividedCities (Bölünmüş Şehirlerde Sanat) fesivali de yine Lefkoşa’da EMAA Başkent Sanat Merkezi tarafından 18 Eylül-17 Ekim 2008 tarihleri arasında düzenlenen Art in Nicosia’da karşılık buluyor. Çünkü ünlü Rus yazar Tolstoy’un da dediği gibi: “Sanat, şiddeti yok etmelidir. Bunu yalnızca o yapabilir.”

Kıbrıs’ta bu projelerin en erken örneği, iki Kıbrıslı Türk sanatçı Mehmet Ulubatlı ve Alper Susuzlu’nun 1987 yılında yapmaya başladıkları, 5 parçadan oluşan, her parçası 2 metre ve toplamda 10 metre uzunluğundaki 3572 mil kare eseridir. 1974 sonrası Baf’tan Maraş’a yerleşmiş olan iki sanatçı 1978 yılında kurulan Maraş Emek Tiyatrosu’nda (MET) birlikte çalışmaya başlıyorlar. MET Kültür Derneği o dönemde bir şeyleri yerinden oynatmaya çalışan ve barış için çaba sarf eden genç sanatçıların bir araya geldiği önemli bir kuruluştu.  Yapımına da böyle bir ortamda başlanan 3572 mil kare’nin esas amacı, 1964’ten beri adada barışı sağlamak için bulunan Birleşmiş Milletler’in barış konusunda daha aktif olmalarını dilemek ve bunu onlara yeniden hatırlatmaktı.  Bu düşünceyle, eser tamamlandıktan sonra BM’ye hediye edilecekti.

3572 mil kare, adını Kıbrıs’ın yüzölçümünden alıyor ve sanatçılar Kıbrıs’ın ilk çağlardan o döneme kadar gelmiş tarihini sahne sahne anlatmaya çalışıyorlar. İlk panoda karanlık bir sahnenin ardından taş kırarken gösterilen ilkçağ insanını görüyoruz. İkinci pano ise Sezar ve Kleopatra ile başlıyor ve hemen ardından ellerinde haçlar ile atlar üzerindeki Templer Şovalyeleri beliriyor. Osmanlı döneminin de gösterildiği tablonun son iki panosu 4 önemli figüre adanmıştır. Bunlardan iki tanesi 11 Nisan 1965 yılında, bir toplantıya giderken arabalarının içerisinde öldürülen sendikacılar Derviş Ali Kavazoğlu ve KostasMisiaoulis’tir. Bu iki figürün hemen altında ise 1962 yılında öldürülen iki Kıbrıslı Türk gazeteci Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’in figürlerine rastlıyoruz. İki sanatçı bu son iki panodan da anlaşılacağı gibi Kıbrıs’ın tarihini bütün çıplaklığıyla gözler önüne sererken, hali hazırda Denktaş ile Kiprianu arasında Birleşmiş Milletler gözetiminde sürmekte olan görüşmelere de destek vermeye çalışıyorlardı. Çünkü geçmişini (resmi tarih anlatılarının sakladığı bir geçmişi) tam olarak bilmeyen ya da hatırlamayan bir toplum, geleceğini kuramazdı. İki sanatçı, bir sene süren yoğun bir çalışmanın ardından 1988 yılında eseri tamamlıyor ve adanın kuzeyindeki çeşitli kentlerin ana meydanlarına kurarak halkın gözlemine sunuyorlar. Böylece değişimi halkta başlatmayı amaçlıyorlar ama ne yazık ki barış söylemini daha yükseklere taşımak isteyen bu eser, adanın ikiye bölünmesinden 14 yıl sonra halen savaşın acılarını unutamamış olan halkın büyük bir kesimi tarafından olumlu karşılanamıyor ve sanatçılar bazı bölgelerde sözlü ve fiziksel saldırıya uğruyor.

Eser 25 Ocak 1988 yılında, önemli bir törenle dönemin BM temsilcisi Oscar Camillion’a teslim edilir. Bu teslimin altında yatan mesaj BM’nin Kıbrıs’taki varlığının daha işlevsel olmasını, adanın barışı adına daha aktif olmalarını dilemektir. Kuzey’de sansasyonel bir etki yaratan 3572 mil kare, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında uzun süre sonra ilk kez gerçekleşecek bir bağlantının ilk adımını oluşturur. Kıbrıs’ın güneyindeki Yeni Kıbrıs Derneği (Kıbrıs’ta bulunan tüm etnik gruplardan temsilci barındıran bir dernek), bu iki sanatçının adanın öteki tarafındaki çabasını görünce onlara bir destek belirtmek, bu çabayı güneydeki halka da gösterebilmek ve ‘’biz de varız’’ demek için 1990 yılında, BM’nin ara bölgedeki merkezine yerleştirilmiş olan eseri özel izinle alarak güneydeki Mağusa Kapısı’nda sergiliyorlar. Birleşmiş Milletler’in kuzeyden aldığı özel izinle sanatçılardan sadece bir tanesi (Mehmet Ulubatlı) güneydeki açılışa katılıyor ve böylece iki toplumun sanatçıları barış için ortak bir adım atmış oluyorlar. Sergi ünlü sanat eleştirmeni GlynHughes tarafından da izlenmiş ve TheCyprusWeekly gazetesindeki köşesinde 2 hafta üst üste  ‘’barış adına atılmış çok önemli bir adım’’ olarak nitelendirilmiştir. Fakat ne yazık ki iki Kıbrıslı Türk sanatçı, güneyde gerçekleştirilen açılışın ardından bu kez de dönemin bazı Türk gazetelerince vatan haini olarak hedef gösterilmiştir.

Eser bugün güneydeki Bodamya köyünde kurulacak bir müzeye konulmak üzere oraya taşınmış ve taşınma esnasında  beş parçalık eserin ikinci panosu şüpheli bir şekilde ortadan kaybolmuştur. BM konu üzerine 2017 yılının Ocak ayında sanatçılarla da görüşerek hala sürmekte olan bir soruşturma başlatmıştır.

Bu proje sonrası iki toplum sanatçıları sınırların varlığını umursamadan ortak projeler için çalışmaya devam etmiş ve bunlar özellikle kapıların açıldığı 2003 yılından sonra gidiş-gelişlerin de kolaylaşmasıyla artarak sürmüştür. Bu anlamda Aralık 2003’te Ledra Palace ara bölgede gerçekleştirilen Out of Line (Çizgi Dışı) etkinliği oldukça dikkat çekicidir. Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum sanatçılar, aslında kendi ülkelerine ait olan ama bir türlü tam anlamıyla kendilerinin olamayan bu ‘’ölü bölge’’de 3 gün boyunca sabah 10’dan akşam 10’a kadar süren atölye çalışmaları düzenlediler. Kuzeyden EMAA Başkent Sanat Merkezi, güneyden de güzel sanatlar odası EKATE sanatçılarının katılımıyla gerçekleşen projede, toplumda çizginin dışında yaşayan insanlar olarak nitelendirilen sanatçılar bu kez gerçekten çizginin öteki tarafına geçmeyi ve sınırları tanımadıklarını anlatmayı denediler. 29 yıl sonra ilk kez bu kadar özgürce bir araya gelebilen sanatçılar, günün 12 saatini birlikte geçirerek bir yandan entellektüel paylaşımlarda bulunurken bir yandan da kapıların açılmış olmasının verdiği heycanla yeniden birlikte yaşamanın provasını yapmış oldular. Bu etkinlik, sınır kapısını geçer geçmez dikenli teller yerine renkli tuvaller ve iki toplumun birlikte çalışan sanatçılarıyla karşılaşan yerli halk için de o dönemde yeni bir umudun kapısını aralamıştır.

     Bir diğer ve günümüze en yakın örnek ise 2010-2013 yılları arasında, sanatçı VickyPericleous’un fikrinden yola çıkarak, şu an BM kontrolünde duran Lefkoşa Uluslararası Havaalanını konu edinen Uncovered projesinidir. Bu projeyle, 3572 mil kare’nin 23 yıl ötesine sıçrıyoruz. Proje yıllar önce ülkenin en işlek giriş-çıkış alanlarından biri olan, birçok hatırayı barındıran havaalanının bugün gözden ve insanlardan uzak tutulması üzerinde yoğunlaşıyor. Zekice bir kelime oyunuyla isimlendirilen UN (BM) COVERED (Örtülü, kapalı, güvenceli) projesi, BM tarafından korunan ve artık sadece Kıbrıslıların anılarında yaşayan bu yerin kimden ve neyden korunduğunu anlamaya çalışmakta ve bu saklanan, yeni neslin neredeyse varlığından bile haberdar olmadığıyeri ‘’ortaya çıkarmak’’la ilgilenmekteydi. Bu bağlamda iki taraftan da birçok sanatçı havaalanına gidiyor, çektikleri fotoğraflar ve topladıkları materyallerle Kıbrıs halkının belleğini yeniden canlandırmaya yönelik dikkat çekici işler yapıyorlar.

Bu örnek proje ve aradaki uzun yıllar boyunca yapılmış (ve hala yapılmakta olan) niceleri, içinde birazcık olsun barış umudu taşıyan birçok insanı yakınlaştırmış ve onlar için yeni bir umut kaynağı olmuştur. Uncovered projesi için Zehra Şonya ve Gürgenç Korkmazel tarafından hazırlanmış Tomorrow Will Come (Yarın Gelecek) enstalasyonu da bu umudun en güzel örneklerindendir. Fakat bu noktada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır, o da 23 yıl arayla yapılan 3572 mil kare ve Uncovered projelerinin ikisinin de ortak nokta olarak, Birleşmiş Milletler’in adadaki rolüne vurgu yapmakta ve yeniden birleşmeye olan katkısını sorgulatmakta olduğudur.

     Elbetteki genelde sanatın,özelde ise bu projelerin birçok anlamda muhalif bir çığlık olduğu ve değişimi başlatmak adına çok önemli kapılar açtığı doğrudur. Fakat bu projelerin iki toplumun halklarını yakınlaştırmış olduğu gerçeğini yadsımasak da, 1987 yılından bu yana aynı soruları soruyor ve aynı noktalara odaklanıyorsak, bu küçücük adada bazı şeylerin hiç değişmemiş olduğu gerçeğini görmemiz ve belkide artık daha güçlü bir irade ortaya koymak gerektiği noktasında birleşmemiz gerekir.

Bu haber toplam 2366 defa okunmuştur
2 Nisan 2017

2 Nisan 2017