Sanatının Doruğunda bir Sanatçımız… ÜMİT İNATÇI… VE: AN-ARCHE…
Sanatının Doruğunda bir Sanatçımız… ÜMİT İNATÇI… VE: AN-ARCHE…
Neriman CAHİT
Günler hızla akıp gidiyor…
Akıp giden, yok olan zaman değil aslında, yaşamın kendisi… Çıktığımız yolculuklar – gerek kişi gerekse toplum olarak – hep inişli çıkışlı ve sarsıntılı… Ve, çoğu kez: “Ne oluyoruz?” demeye kalmadan, altüst oluyor hayatlarımız…
Geriye kalansa: Bir ‘tiyatro sahnesi’ gibi oynadığımız oyunlardan geriye kalan… Sahne kapandığında ise: “Nasıldık… Ne yaptık?” sorusunun yanıtı…
Bu yanıtsa: Herkesin kendi seçim ve yaşam tarzına bağlı…
ÜMİT İNATÇI… AN ARCHE…
Bu bağlamda sözü değerli sanatçımız: Ümit İnatçı ve O’nun son sergisi: AN-ARCHE konusuna bağlamak istiyorum…
… Sevgili Ümit, adını: ‘AN – ARCHE’ diye tanımladığın son sergin, hayli ilgi uyandırdı yine öncelikle:
- ‘‘Mitolojik kozmogoni ve teogoninin yaratıcılarından olan Eski Yunan şairi Hesiodos’a göre dünyanın yaratılış orijininde kaos var. Kaos aynı zamanda kozmik armoninin kendisidir de. Hermes’ten Orfeus’a bu anlayışın bir yaradılış ve inanç efsanesine bürünmesi doğayı esrarengiz bir dünyaya dönüştürür. Böyle bir dünyada ritüel ve tılsımın tinsel eğilimleri beslemiş olması insanın kendi doğasından kaynaklanır. İnsan evladı, kendinde doğa ve kendi öznelliği arasında yaşadıklarına anlam vermeye çalışan bir varlıktır. Sanat işte bu anlamlandırma ve anlamı yüceltme sürecinin görünür kılınmasını sağlayan doğal bir eylem biçimidir.
HATIRLAMAK VE HATIRLANMAK…
… Bu iki olgu bir bakıma: ‘İz bırakmayı zorunlu kılan bir davranışın sonucudur…’ diyorsun… Biraz daha açar mısın?..
- Hatırlamak ve hatırlanmak istemek iz bırakmayı zorunlu kılan bir davranışın sonucudur. İz, bir çizgiden başlayarak doğayı taklit eden biçime gelene kadar her zaman için bir yücelme duygusunun tezahürü olarak bedene büründü. Sonra ses ve tını. Rüzgârın ıslık sesinden senfonilere kadar, bir Şaman yakarmasından ilahilere kadar tapınmanın, adanmanın ve özgürleşmenin karmaşık duyguları üzerinden yükselen müzik... Müzik de tıpkı resim gibi insanın doğayla uyumu arasındaki gizemli ilişkisinden beslenmeye devam etti. Tek tanrılı yaradılış efsanesine gönderme yaparak ‘‘Başlangıçta söz vardı. Sessizlik ondan sonra ortaya çıktı.’’ diye bir vurgulama yapıyor Jean Baudrillard: ‘‘Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi?’’ adlı kitabında (2007); bu da onun yanılgısı. Çünkü, aslında sözdür sessizliğin bozulmasına neden olan. Başlangıçta sessizlik vardı sonra söz ortaya çıktı. ‘‘Artık ortada ‘son’ denilebilecek bir şey kalmadı’’ diye ekliyor yine aynı düşünür. Halbuki ilk de son da aynı döngünün ivme jeneratörleridir ve bir ayna yansıması gibi birbirlerinin içinde çoğalırlar. İlk ve son’u doğum ve ölüm gibi bir ikilik olarak algıladığı zaman, yaşamın ne anlama geldiğini sorgulamaya başlayan insan Tanrıları tasarlamaya başlar. Sanatın başlangıcını (arche’sini) da burada aramak lazım.
AN – ARCHE…
… Bu, “Arche’yi, bizim de anlayabileceğimiz bir tarzda anlatmanı rica etsem…
- Beni ilgilendiren de işte bu ‘arche’dir; sanatın ilk bakir hali; hatta sanat olmadan önceki hali. Benim bir sanatçı olarak zaman ve mekân içindeki konumum ise –an-arche– ilk ve orijinal olmayan bir durumdan kaynaklanıyor. Soyut sembollerle bezenmiş iki boyutlu bir düzlemde: Klee’nin, resimde müziği aradığı gibi, ben de müziği ve armoniyi arıyorum. Resim ve enstalasyonlardaki ritüellik de, ‘Orfik Tinsellikle’ bağdaştırılabilir. Doğayla uyum arayışı ne kadar antik bir arayışsa, benim eserlerim de o kadar eski ve anakroniktir; çünkü, şimdiki zamanın sınırları içinde düşünmenin, sanatla çelişen bir zihinsellik durumu yarattığına inanıyorum.