Sandık Umurumuzda...
Toplum yaşamında bazı dönüm noktaları kendi gücünü, etkisini sonuna kadar hissettirir. Böylesine olaylar, kendi ölçeklerinde ve farklı düzeylerde olmak kaydıyla, süreklilik arz eden bir akışı bir anda kesintiye uğratma, bu şekilde olguları başkalaştırma gücüne sahiptir. Toplumun ve bireylerin o güne kadar içinde bulundukları koşulları başlı başına değiştirme, dönüştürme kudretine...
Böylesi kökten kalıcı değişiklikleri doğrudan ve bir anda yaşadığınızda, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilirsiniz. Mesela 1974, Kıbrıs’ın bütünü ve uluslararası bir çok etkisi bakımından böyle bir dönüm noktasıdır. Aynı şekilde 1983 KKTC’nin ilanı biraz daha sınırlı ölçüde, ancak kesinlikle kalıcı değişiklikler yaşatan başka bir dönemeç...
Bazı dönüm noktaları ise daha geniş bir zaman aralığına yayılırlar. Bunlar kendilerini fazla hissettirmeden, alttan alta, sinsice gerçekleşen süreçlerdir. Zaten aslında baktığınızda yukarıda bahsettiğim “dönüm noktaları” da belli süreçlerin sonucunda gerçekleşen olaylardır. Fakat bu sinsi, alttan alta yürüyen süreçlerin farkı, yarattıkları kalıcı değişiklikleri hiç gürültü çıkarmadan yapmalarıdır. Siz ne olduğunu anlamadan, gerek toplumsal, gerekse bireysel tüm hayatınız köklü bir değişikliğe uğrar.
Bu sinsi süreçlerde hayatın normal akışı devam ediyormuş gibi görünür. Hatta bazı durumlarda o normal akış o kadar tekdüze devam etmektedir ki, hiçbir şeyin değişmediği algısı, giderek “bu diyarlardan hiçbir halt olmaz” umarsızlığına dönüşür.
Oysa alttan alta kaynayan bir kazan vardır. Ateş öyle bir sıcaklık vermektedir ki, doğrudan hissetmezsiniz ancak sizi yavaş yavaş mayhoş hale getirir. Uyuştukça ümidinizi kaybeder, tekdüze, durağan bir girdapta sakince yaşamaya devam edersiniz. Sonra da neye uğradığınızı hiç anlamadan, kendinizi bir daha asla eskisi gibi olmayacak şartlar içerisinde bulursunuz.
Şu günlerde de bunun gibi kendini hissettirmeyen, durağan görünümlü, ama yıkıcı etkileri olacağı çok açık bir süreç yaşıyoruz. Önümüzdeki seçimler ise bu sürecin nereye varacağını belirleyecek, yaşamsal önemde bir kilometre taşı. Çünkü bu seçim sonucunda, çaktırmadan bizlere sunumu yapılan, ayrılıkçı macera kazanabilir.
Ayrılıkçı macera hiçbir ilerleme unsuru taşımıyor, taşıyamaz. Tam tersine eski, küflü politikalara geri dönmek manasına geliyor. Bizlere bir çok tarihsel kazanımımızın bulunduğu BM parametrelerinden kopmayı, sonucu belirsiz bir sürece savrulmayı, 2004’te ortaya koyduğumuz çözüm iradesinin yerine ayrı devletçiliğin imkansızlığını koymayı öneriyorlar.
Bunun sonucunda işler asla bizlerin çıkarına gelişmeyecek. Uluslararası alanda hak savunma zeminimiz ayağımızın altından kayacak. Eşitlik ve özgürlük mücadelemiz tehlikeye girecek, gelecek belirsizliği derinleşecek. 2002 öncesindeki gibi kimsenin meşruluğunu kabul etmediği, ayrılıkçı bir unsur haline geleceğiz.
Bizimse öncelikli gündemimiz bir türlü Cumhurbaşkanlığı seçimleri olamıyor. Zira büyük bir bıkkınlık içerisindeyiz. Kimimiz sandığa gitmek için gerekçe bulamıyor, kimimiz böyle yaparak siyasileri cezalandıracağını zannediyor.
Gerçek şu ki, hepimizin günlük hayatlarımızda başka dertlerimiz var. O yüzden hepimiz ne tavır alıyorsak alalım, kendimize göre haklıyız. Geçinmekte sıkıntı yaşıyoruz mesela... Kimimiz işsiz kalmış, kimimiz yakınlarımızın sağlıklarından endişe ediyoruz. Üstelik sadece salgın nedeniyle değil korkumuz, hastanede ameliyatlarımız erteleniyor, tedavilerimiz aksıyor, hastaneye gitmekten korkanlar hiç de azımsanmayacak oranda artıyor.
Çocuklar gelişme süreçlerinden mahrum bırakılmışken, kim takar ama seçimi, değil mi? On-line eğitim nedeniyle bir çok insan, özellikle kadınlar evlere kısılmışken, kapanma sürecinde aksamış, birikmiş işlerimizi toparlamaya çalışırken, piyasa daralmışken, işsizlik büyürken kimin umurunda olur oraya kimin seçileceği?
Ama öyle değil işte, umurumuzda... Umurumuzda olmalı. Hem tüm bu sorunlarımızı yaratanlara gerekli yanıtı vermek, hem de varoluşsal önemdeki Kıbrıs’ta çözüm irademizi sürdürebilmek için olmalı.
Hem cümle aleme iradenin nerede olduğunu göstermek, hem de bu iradeyle, varlığımızı ileriye taşımanın yolunun uluslararası hukuktan kopmamak olduğunu deklere etmek için olmalı.
Bu şekilde sağlam bir iradeyi göstermenin yolu, yalnızca bu hayati kilometre taşına ortalama 20 dakika zaman harcayarak uğramak... Sandıklara giderek, ayaklarını Kıbrıslı Türklerin çözüm iradesine basacak, eşzamanlı olarak da haklarını savunmak için uluslararası alanda mücadele yürütecek iradeyi tesis etmek.
Aksi halde tüm umut ışıklarını hiç farkında olmadan söndürecek, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı çıkmaz bir sokağa sapıvereceğiz.
“Yeni kamuflajlı” ancak dünyadan tamamen kopmuş “eski” günlerin eşiğini, ruhumuz bile duymadan atlayıvereceğiz.