Sankt Petersburg ülkesi
Sankt Petersburg ülkesi
Ulaş Gökçe
Rusya İmparatorluğunun bugün de kullanılan devlet armasında çift başlı kartal vardır. Kartalın bir başı doğuya, bir başı da batıya bakar. İşte doğuya bakan baş Moskova, batıya bakan baş ise Sankt Petersburg’dur. Rus Çarlık Ailesi Ryurikoviç’lerden sonra tahtı devralan Romanov Ailesi 17. yüzyılın başından itibaren Rusya’nın doğusunu Çin’e kadar kendileri için güvenli bir alan haline getirirler. Artık batıya bakmanın zamanı gelmişti. 17. yüzyılın sonunda tarih sahnesine Rusya tarihinin en önemli aktörü çıkar; Büyük Pyotr. Pyotr Rus Çarı unvanını son taşıyan, Rus İmparatoru unvanını ilk kullanan hükümdardı. Pyotr ile yüzünü batıya da çeviren Rusya, Avrupa’da da söz sahibi olmaya başlamış, İsveç gibi güçlü devletlerle savaşmaya girişmiş, güneyde Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa ve Asya’daki rekabetini artırmıştı. Rusya’nın Avrupa’ya açılması Pyotr ile başlar. Pyotr ülkenin genişlemesi, güçlü İsveç’e karşı güvenliğinin artırılması ve Baltık denizine ulaşması için giriştiği savaşlar sonucu 18. yüzyılın başında Baltık’ın Finlandiya körfezine çıkmayı başarır. Pyotr hiç şüphesiz Rusya’nın bugün de temsil ettiği Avrupa-Asya sentezi Avrasya’nın temsilcisidir. Orduda, Rus Ortodoks Kilisesi’nde, eğitim, tarım, ekonomi alanlarında reform yapan ilk Rus İmparatoru 1703 yılında ülkesinin batıya açılan kapısı Petersburg’un temelini atar. Bu şehir Pyotr’ın Rusya’da sevmediği ne varsa bunun merkezi haline gelen Moskova’nın yerini almalıydı.
AZİZ PETRUS’UN ŞEHRİ
Şehir, Hz. İsa’nın havarisi Petrus’un anısına Sankt-Piter-Burch (Aziz Petrus’un şehri) olarak isimlendirilir. Rusya’nın yeni Avrupa şehri 1719 yılına kadar yoğun bir şekilde inşa edilse de 1712 yılında Rusya İmparatorluğu’nun başkenti ilan edilir. Daha çok kısa bir süre önce İsveç’in elinden alınan bu topraklar imparatorluğun en ucundadır ve düşmanla savaş hala sürmektedir. Pyotr’ın başkenti bu yeni, uç şehre aktarması, şüphesiz, özgüveninin ve hedefinin göstergesidir.
Bu şehir daha Pyotr hayattayken ilklere imza atmaya başlamıştı: İlk kez burada bir Rusça gazete çıkmaya başlamış, bugünkü anlamda bilimler akademisi, müzeler, tiyatrolar, üniversiteler burada kurulmuştu. Yeni başkent geliştikçe Bizans-Asyalı geçmişine sahip Rusya, Avrupa geleneğine dâhil olmaya başlamıştı.
KÖPRÜLERLE ADALAR AZALTILDI
Daha sonra Büyük Pyotr olarak anılacak İmparator gençlik yıllarında Hollanda’da gemi inşaatı, dülgerlik gibi zanaat eğitimi almıştı. İmparatorun bu geçmişi hem şehrin Hollandaca ismine, hem de kanallardan oluşma özelliğine yansımıştı. Petersburg, Baltık Denizi’nin Finlandiya Körfezinde yer alıyor. Bu körfeze doğru, Petersburg’un üstünde akan 90’dan fazla nehir ve dere mevcut. Yüzlerce kilometre uzunluğunda bu dere ve nehirlerin en büyüğü Neva Nehridir. Ladoga Gölü’nü Baltık Denizi ile bağlayan bu nehir Petersburg’u çeşitli doğal ve yapay kollara, kanallara ayırarak denize ulaşır. Fontanka, Neva, Bolşaya ve Malaya Nevka, Moyka gibi nehirlerin denize ulaştığı bu yer aslında yüzlerce adadan oluşan bir bataklıktı. Bu nedenle şehre 20 kadar kanal yapılarak buradaki bataklık ve ada sayısı azaltılmış, şehrin gelişmesine uygun yeni adalar yaratılmıştı. Bugün Sankt Petersburg 10 kilometre kareden başlayarak onlarca adaya, yüzlerce kilometre uzunlukta kanallara, 20’si Neva üstünde açılan toplam 580 köprüye sahip 6 milyonluk bir şehir.
DEVRİMİN ŞEHRİ
Şehir 20. yüzyıla iki dönemde damgasını vurmuştu. 1917 yılında burada daha sonra Büyük Ekim Sosyalist Devrimi olarak isimlendirilecek, Bolşeviklerin iktidarı ele geçirdiği ayaklanma gerçekleşmişti. Bunun ardından önce Rusya, sonra da pek çok ülkede sosyalist rejim egemen olmuştu. İkinci önemli olay ise şehrin II. Dünya Savaşı sırasında faşist ordularca kuşatılması ve üç yıl boyunca teslim olmadan direnmesidir. Bu dönemde şehirde sadece açlıktan 1 milyon insan hayatını kaybetmişti.
Sankt Peterburg her zaman çelişkilerin, yeniliklerin, garipliklerin, güzelliklerin merkezi olagelmiştir. Şehrin isminin tarihi dahi bu farklılığının göstergesidir. Sankt-Piter-Burch olarak kurulan şehir daha sonra Almanca Sankt Peterburg olarak isimlendirilmiş fakat Pitergrad, Piter isimleriyle de anılagelmiştir. Bunun ardından 20. yüzyılın başından Vladimir Lenin ölene kadar Petrograd, Lenin öldükten sonra Leningrad olarak isimlendirilmiştir. 1991 yılında ise şehre eski ismi “Sankt Peterburg” geri verilmiştir. Fakat gariplikler bununla son bulmamıştır. Çünkü Sankt Petersburg şehri Leningrad bölgesinde yer almaktadır. Leningrad şehri artık yoktur ama bölgesi vardır; Sankt Petersburg şehri vardır ama bölgesi yoktur. Bu durum şehrin geçmişi ile bugününü birleştiren bir özelliği olarak görülüyor. Bugün artık başkent olmayan, gayrı resmi olarak Kuzey Başkenti, Kültür Başkenti olarak nitelendirilen şehir aynı zamanda Federal Şehir statüsü taşıyor. Rusya’da bu statüye Moskova, Petersburg ve Sivastopol şehirleri sahip.
MİMARİ PRESTİJ
Petersburg’u diğer tüm şehirlerden farklı kılan sadece geniş ve dar kanalları, belli saatlerde açılıp adaları izole kılan köprüleri, saraylarının çokluğu ve güzelliği değildir. Her şeyden önce şehri özel kılan şey koskocaman bir imparatorluğun en zengin veya soylu kesiminin burada yüzyıllarca mimarlık harikası yaratmak için uğraşması sonucunda oluşan eşsiz mimari tablodur. Burada İstanbul, Roma veya Paris gibi şehirlerden çok daha fazla sayıda ve büyüklükte köşk, saray, malikâne görmek mümkündür. Yani aslında şehir, 19. yüzyılda Moskova, Paris, Londra gibi şehirlerde yaşanan mimari prestij yarışının en başarılı sonucudur. Elbette aynı zamanda Sankt Peterburg, Avrupa’nın en büyük devlet saraylarına da sahiptir.
RUSYA İMPARATORLUĞU’NUN ALTIN ÇAĞ EV SAHİBİ
Eğer Moskova, 20. yüzyıla damgasını vurduysa Sankt Petersburg Rusya İmparatorluğu’nun altın çağına ev sahipliği yapmıştı. Bu dönem aynı zamanda Rus Edebiyatı’nın Altın Çağı’na da denk geliyor. Böylelikle şehrin her karesinde bu dönemden Puşkin, Gogol, Dostoyevskiy’nin, ardından Zoşenko, Ahmatova, Brodskiy, Harms’ın izleri görülebilir. Sankt Peterburg demek aynı zamanda Çaykovskiy ve Şoştakoviç demek. Moskova, Avrupa ve dünyanın düşünce merkezlerinden biri olmasına rağmen Rusya’da Sankt Petersburg “Kültür Başkenti” olarak isimlendiriliyor. Elbette bunda yüzlerce yazar, bilim insanı, sanatçının payı büyüktür. Ancak bu unvanın temelinde hiç şüphesiz dünyanın en büyük müzelerinden biri olan Ermitaj ile Mariinskiy Opera ve Bale Tiyatrosunun yeri önemlidir.
Petersburg sadece güzellikleriyle, görkemli meydanları, kanalları, adalarıyla değil insanlarıyla da ünlüdür. “Kültür Başkenti” unvanına layık olmaya çalışmak Petersburglu için önemlidir. Tarih, edebiyat, müzik, sanat bilmek Moskovalı için bir ayrıcalık görülür ancak Petersburglu için bu bir şart kabul edilir. Belki bu doğrudur, belki de sadece bir şehir efsanesidir. Ancak Petersburglular gerçekten de kibar, bilgili ve sakin insanlardır. Moskovalılar ve diğer bölgelerden Rusyalılar kendi şiveleriyle konuşurlar ama Petersburglular “yüksek bir dilde”, şivesiz konuşurlar. Devlet Başkanı Putin ile Başbakan’ın bu şehirden olması Petersburgluları bir başka açıdan ayrıcalıklı kılıyor.
Yaz aylarında güneşin neredeyse hiç batmadığı, insanı bazen hafif, bazen de derin bir melankoliye iten Beyaz Geceler döneminde milyonlarca turisti kabul eden, henüz daha çok genç bu şehir Roma gibi “Ebedi” şehirlerden sayılmaya adaydır.