'Şarabı denemek ister misiniz beyefendi?'
“Şarabı denemek ister misiniz beyefendi?” Buyurun bakalım... Hade “Denemek istemem...” deyin... Hatta cesaretiniz yetiyorsa deyin ki “Vallahi ben bu deneme işlerinden anlamam, şimdi boşuna ağzımda çalkalayıp anlarmış gibi
“Şarabı denemek ister misiniz beyefendi?” Buyurun bakalım... Hade “Denemek istemem...” deyin... Hatta cesaretiniz yetiyorsa deyin ki “Vallahi ben bu deneme işlerinden anlamam, şimdi boşuna ağzımda çalkalayıp anlarmış gibi yapmayım!” Deyin deyebiliyorsanız... Tam karşınızda kuvvetle muhtemel yüzüne mum ışığı vuran sevgiliniz ilgiyle ne yapacağınızı bekliyor. Ne yaparsınız? “Hmmmmm... Lık lık lık (ağızda çalkalama efekti) Hmmm... Gayet güzel... Teşekkür ederiz...” Dersiniz ve müthiş bir şarap eksperti edasıyla yemeğe devam edersiniz. Bu işten o kadar iyi anlıyorsunuz ki (karşı taraf yerse) siz şarap denemeleri yaparken, o romantik geçinen Fransızlar arabaya “Babu” yemişe da “Goggo” diyordu! İtalyanlar daha biberondan süt emiyor, İspanyollar henüz İspanyolca bilmiyordu. İşte böylesine bir hava ile ağzınızda çalkalamak suretiyle test eylediğiniz şarabı, karşınızdakinin şerefine kaldırıyorsunuz: “Neye içelim?” Neye mi içelim... Havamıza içelim tabi! Just air!
GARANTİ ROMANTİK
Şarap diğer içkilerden daha farklı bir içkidir. Viskinin, rakının da kuşkusuz kendine has bir kültürü ve ağırlığı vardır ancak bunları içtiğiniz için “romantik” sıfatına sahip olamazsınız. Bu sıfatı size katabilecek yegane içkidir şaraptır. Üstelik bu öyle 3-5 günlük bir mesele de değildir. Dünyanın en eski içkisinden bahsettiğiniz zaman, otomatik olarak buna paralel binlerce yıllık mitolojik, teolojik, ekolojik birikimden bahsetmiş olursunuz. Şarap bir tek “jeo-stratejik” açıdan pek bir önem arz etmeyebilir, zaten jeo-stratejik açıdan önemli olan da hayır etmez (Bkz. Kıbrıs). Şarabın binlerce yıllık imajı, simgesel anlamları o kadar derindir ki, üzerinde saatlerce hatta günlerce konuşulabilir. Şarap burada diğer içkilerden yine ayrılır. Yazının girişinde de ifade ettiğim gibi şarap aslında hakkında bilgi sahibi olunmadan kendisiyle ilgili en fazla atılıp tutulan içkidir. Hepimizin hayatında en az bir kez şarapla ilgili bir şeyi biliyormuş gibi ya da söylendiği zaman anlamış gibi yaptığı olmuştur. Hal böyle iken ister istemez gerçekten konunun uzmanı insanlar ortalıkta ise, hevesli olup bilgisiz olanlar komik durumlara düşebiliyor. Aklıma üniversiteden bir hocamın anlattığı bir hikaye geliyor. Hocanın küçük oğlu sürekli bilgisayar oyunları oynuyormuş, “Mecburen biz de birlikte oynuyoruz. Bütün Japon dövüş oyunlarını ve karakterlerini ezberledim” demişti bir seferinde. Bir gün “entelektüel” bir ortamda sinema konusunun tartışıldığını duymuş. Ortamdaki şahıslar bol keseden asıp kesmekte, Fransız sineması, Japon Sineması falan havada uçuşuyor. Dayanamadım ben de sohbete katıldım diyor hoca; “Şu yeni Japon yönetmen Lui Kang’in filmleri hakkında ne düşünüyorsunuz?” Arkadaşlar da sağolsunlar diyor hemen görüş ve düşüncelerini aktarmaya koyuldular: “Lui Kang bence biraz yetersiz... Ama normal çünkü genç bir yönetmen... Daha iyi olacağına eminim...”, “Vallahi bence biraz taklitçi... Yani biraz daha özgün olursa daha iyi olur...” diye yorumlar uzayıp gitmiş. Sonra büyük bir keyifle arakdaşlara durumu izah ettim demişti hoca; “Arkadaşlar Lui Kang küçük oğlumun dövüş oyunlarından bir tanesindeki Japon karakterlerden biridir... Bilginizde olsun...”
CHATEU ST. HİLARİON
Yukarıdaki örnek aslında gerçekten bilgi sahibi olmadığımız konularda bilgiliymiş gibi görünmeye ne kadar meraklı olduğumuzu gösteriyor. Oysa atalarımız vakti zamanında çok büyük bir öngörüyle söylemişler: “Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp” diye... Tam da bu yaklaşımdan hareketle Kıbrıs’ta şarapçılığı ve şarabı yerinde öğrenmek için geçtiğimiz hafta sonu memleketin profesyonel anlamda üretilen tek şarap markası olan Chateu St. Hilarion’un Geçitköy’deki tesislerini gezdim. Her şeyden önce bu ülkenin topraklarına uçsuz bucaksız üzüm bağlarının yakıştığını söylemeliyim. Bağlar atıl duran boş arazilere hem bir anlam hem de müthiş bir potansiyel katıyor. Ülkemizde unutulmaya yüz tutmuş şarapçılığı canlandırmak için son derece kıymetli bir girişim yapmış olan Mustafa Seyfi Bey, şaraptan müthiş bir keyifle bahsediyor ve St. Hilarion şaraplarının üzüm bağlarından şarap şişesine kadar olan öyküsünü tutkuyla anlatıyor. Üreticiyi ürettiğine pişman eden, gerek bürokratik gerekse yapısal engeller maalesef şarapçılıkta da mevcut. Her ne kadar engeller olsa da Mustafa Bey bu ülke adına umutlu olmaktan hiç vazgeçmemiş ve üretmeye devam ediyor. Kendisine şarap macerasının en başından beri eşlik eden şarap uzmanı Keith Grainger ise şarap konusunda kitapları olan deneyimli bir isim. Kendilerine sorduğum ilk soru şu oluyor: “Bu adadaki en keyifli işi sizin yaptığınızı söyleyebilir miyiz?” Mustafa Bey her işin kendine özgü zorlukları olduğunu belirtmekle birlikte, bu işten aldıkları en büyük keyfin Chateu St. Hilarion’u içen insanların yüzündeki keyifli ifade olduğunu söylüyor.
Turistler restoranlarımıza gidip “Yerli şarabınız var mı?” diye sorduğu zaman “Kusura bakmayın yerli şarabımız yok...” demek zorunda kalan restoran sahipleri Chateu St. Hilarion sayesinde artık hem bir yerli şarabımız olduğunu söyleyebiliyorlar hem de kalitesinden emin oldukları bir şarabı müşterilerine sunmanın rahatlığını yaşıyorlar. Bu ülke adına umutsuz olanlara, “Bu ülkeden bir şey olmaz” deyenlere ve şarap konusunda kendini geliştirmek isteyenlere Hilarion’un Geçitköy’deki tesislerini gezmelerini muhakkak tavsiye ederim. Hem bu ülkede yapılabilecekleri görmek için hem de gerçekten şarap denemeyi öğrenmek için...