Satılan Çocuklar-1949-1
Evlâtlık verme hikâyeleri özellikle fakir toplumların kaderi içerisinde yer almıştır.
Buna ek olarak savaşlardan, kazalardan, olaylardan dolayı anne babasız kalmış çocukların da uzun yıllar öncesine dayanan evlâtklık verilme olayları yaşanmış-duymuş-şahit olmuşuzdur. Kimisi aile yakınlarına verilmiş kimisi hiç tanımadığı yabancılara. Ama “verilmiş”.
Bu adanın sosyal tarihinin kanayan yaralarından biriydi “Araplara Satılan Kızlarımız” trajedisi.
Uzun yıllar bir tabu olarak kalmış, aile içerisinde bile konuşulmaz olmuştu. Bu trajedide kimisine göre bu küçük kızlar “satılımış”, kimisine göre “evlendirilmiş-verilmiş”. İşin içinde bir “Simsar” varsa, varın siz düşünün bu gerçeği.
Ama bir nedenle evlâtlık verilmenin yerini “satılmak” almışsa bu dikkat çeker.
Tıpkı benim gazete arşivlerini tararken yakaladığım böyesi bir haber gibi...
“Hür Söz-28 Ocak1949-syf-02
Köşe Penceresinden
Hiç Evlât Satılır mı?
-Seyirci-
Dün aldığımız bir habere bakılırsa yine bir Türk çocuğu yabancı bir kimsenin evlâtlığına verilmiş!..
Gün geçmez ki buna benzer bir haberle irkilmiyelim ve bunun gibi hazin haberler karşısında üzüntü duymuş olmıyalım!..
İsa dinine mensup birisinin Türk ve Müslüman bir çocuğu fakir baba ve annelerinden para ile satın alınması! ve onu kendilerine evlât edinmesi karşısında zaten Türk ve Müslüman olan kim üzüntü duymaz ki?..
Vak’a bir olsa nihayet biz de meselenin ehemmiyetli olmadığına kanaat getirirdik, fakat bu satışlar günden güne sayı bakımından çoğalmaktadır.
Dinimiz de yabancı dinden kimselere çocuklarımızı evlâtlık vememize mânidir. Sayın Fetva Emini bu hususta aynen:
“İslâm olan bir çocuğun gayri müslim olanların yanına evlâtlık olarak verilmesinin şer’an caiz olmadığı beyan olunur” diyor.
Hak dinimiz bile buna riza göstermezken, çocuklarımızı yabancılara evlâtlık vermemizin ne kadar yanlış olduğunu en salâhiyetli din reisimiz de bu şekilde açıklamış bulunmaktadır.
Temenni edelim ki bu hakikat ilgililer tarafından da hakkıyle anlaşılsın ve bundan sonra olsun bu gibi ana ve babalar böyle bir hataya düşmekten kendini korusun. Bu suretle hem dinimize aykırı hareket etmiş oluyoruz ve hem de cemaatımız birçok faydalı evlâtlarını kaybediyor.
Hiç evlât satılır mı?..”
Yıl 1949... 2. Dünya Savaşı’nın sonlanmasının üzerinden neredeyse dört yıl geçmiş, İngiliz Kolonisi olan Kıbrıs adasında da hayat normalleşmeye başlamıştı. Ve işte böylesi bir dönemde küçücük evlâtlarını satan kişilerden bahsediliyor. Haberde de dikkatinizi çekmiştir muhakkak, münferit bir olay değil yaşananlar. Daha öncesinde de böylesi haberler duyulmuş toplumda. Bu da bende “Araplara Satılan Kızlarımız” trajedisi gibi yeni bir trajedinin de Kıbrıslı Türkler arasında yaşandığı hissini uyandırdı.
Söz konusu haber Hür Söz gazetesinde yer alırken aynı gün bir başka önemli gazetemiz Halkın Sesi’nde de konuya değiniliyordu.
Gazetenin önemli köşe yazarlarından biri olan ve yazılarının altına sadece YAVUZ imzasını atan Dr. Altan Yavuz, konuyla ilgili uzun bir yazı kaleme almıştı. Hem de öyle bir yazı ki, hem olayı dramatize etmiş, hem de sözünden hiç sakınmamış...
“Halkın Sesi-28 Ocak 1949-syf:2
Günün Cilvesi
Yazan-YAVUZ
Siz buna ne dersiniz?
İşte hazin bir vaka daha... Bunu işittiğimiz vakit hem içimiz sızladı, hem de bütün şiddetle nefret hislerimiz kabardı. Çünkü henüz üç yaşlarındaki bir kız çocuğu, Türk olan ana ve babası tarafından, esir gibi bir yabancıya satıldı. Ama onların sözlerine bakılırsa, zavallı yavrucuğu evlâtlık diye vermişler!
Vak’a şudur: Evli ve iktidsadî durumu yerinde olan bu yabancı, tanıştığı fakir bir Türk ailesinin üç yaşlarındaki kız çocuğuna hayran oluyor. Onu besleyip büyütmek için anne ve babasından talep ediyor. Tabiî bu arada en büyük rolü oynayan paradır. İşte cazip nesnenin karşısında ana ile babanın şefkat ve sevgi hisleri hemen katılaşıyor ve bir taş parçası kesiliyor. Bir anda her iki taraf da mutabık kalarak lâzım gelen muamele yapıldıktan sonra, vitrin eşyası gibi bu canlı bebek yabancıya teslim ediliyor.
İşte facia da burada başlıyor. Çünkü verici ile alıcılar bir birlerinden ayrılırken, incecik bir ses haykırıp ağlamağa başlıyor:
-Anne, anne... Ben annemi isterim, babamı, anneciğimi isterim!..
Yürekleri parçalayan bu masum feryada ne ana, ne de baba zerre kadar aldırış etmeden, adeta bir hayvan hissizliğiyle kara bir bulut parçası gibi gözden gaip oluyorlar.
Büyük bir sevgi ile çocuğu yabancı bir dille teselliye çalışılıyorsa da, nafile... Çünkü ana şefkatından, anasının sıcak kucağından mahrum edildiğini (edilen) kızcağız, bir kuş gibi çırpınıyor, ağlıyor ve gözlerinden bir sel gibi yaş akıtıyordu. O hıçkırıklar içinde; “Beni anneme götürünüz, anneciğim nereye gitti...” diye yanık yanık feryadına devam ediyordu.
Ciğerler acısı olan bu faciaya şahit olanlardan biri, hemen Evkaf Dairesine koşmuş, meseleyi izah etmiş ve pek muhterem Fetva Eminimizden aşağıdaki fetvayı almıştır:
“Müslim olan bir çocuğu, gayri müslim olanların yanına evlatlığa verilmesi şer-an caiz olmadığı beyan olunur. Kıbrıs Fetva Emini Mehmet Hakkı.”
Salâhiyetli bir makam tarafından verilen bu fetva mucibince, meselenin Evkaf Dairesi veyahut polis tarafından ele alınmasını rica ettikten sonra, sözümüzü getirelim bu gibi ana ve babalara:
Fakirlik ayıp bir şey değildir. İktisadî durumları yerinde olan ailelere evlâtlık olarak çocuk verilmesi de, birinci defa görülmüş hadiselerden olmadığını pek âl’a biliriz. Fakat bir süt kuzusu kadar masum ve hiç bir şeyi idrak edemiyen yavrucukları, bir piliç gibi yabancılara satmak, hatta evlâtlığa vermek, insafsızlık olduğu kadar dinsizlik de değil midir? Çünkü yabancıya teslim edilen bu çocuk, aynı terbiye ile büyütülecek, bir hristiyan olacak ve nihayet gene bir hristiyanle evlenecektir.
Biz, birkaç kâğıt parçası mukabilinde ciğerparelerini, yüreklerinden kopan hayat mahsullerini yabancılara teslim eden bu gibi anne ve babalara, dinsiz ve Allahsız insanlar deriz. Acaba siz ne dersiniz?
YAVUZ.”