1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Savaş esnasında hayatı Kıbrıslıtürk dostları tarafından kurtarılan İraklis ve Stavrulla’nın öyküsü... 2
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Savaş esnasında hayatı Kıbrıslıtürk dostları tarafından kurtarılan İraklis ve Stavrulla’nın öyküsü... 2

A+A-

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

Çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, “Kıbrıs Öyküleri” (“Tales of Cyprus”) başlıklı web sitesi için Varişa köyünden İraklis Lambru’yla geniş bir röportaj yaparak yayımladı... Biz de bu röportajı okurlarımız için özetle Türkçeleştirdik... İraklis ve eşi Stavrulla’nın hayatları, Kıbrıslıtürk dostları tarafından savaş esnasında kurtarılmış...

Varişa köyünün şimdiki adı “Şirinköy” – bu konuda değerli arkadaşımız Niyazi Düzgün’ü arayarak bu köyün nerede olduğunu sorduk. Varişa köyü, Bademliköy’ün (Lutro) üstündeymiş ve ara bölgedeymiş. Burada ne Türk askeri, ne Rum askeri varmış, ne Kıbrıslıtürk, ne de Kıbrıslırum yerleşimi varmış – Niyazi Düzgün’ün araştırmasına göre, burada Birleşmiş Milletler askerleri bulunmaktaymış... Yani artık gerçek hayatta var olmayan, geçmişte kalmış, ara bölgede kısılmış bir köyden söz ediyor İraklis Lambru bu röportajında... Niyazi Düzgün arkadaşımıza bu konuyu araştırdığı için çok teşekkür ediyoruz...

Bir zamanlar Kıbrıs’ta nasıl yaşanıyordu, neler yaşanıyordu, Konstantinos Emmanuelle arkadaşımız devamla şöyle yazıyor:

***  Stavrulla dalıp gidiyor, Kıbrıs’taki gençliğini hatırlıyor ve sonra bana gülümsüyor... “Biliyor musun, benim dönemimde Kıbrıs’ta büyürken o dönemin ne kadar özel olduğunu bilmiyorduk... Çok hoş bir hayatımızın olduğunun farkında değildik. Ancak seneler sonra dönüp geriye baktığınızda kavrıyorsunuz bunu” diyor. “Korku nedir bilmezdik, herhangi bir tehlike hissetmezdik, bugünün gençliğinin hissettiği baskılar da yoktu. İnsanlar arasında gerginlik yoktu. Zengini fakiri yanyana yaşıyordu ve birbirine saygı gösteriyordu... O günlerde Hristiyanlar’la Müsülmanlar barış içinde bir aradaydı... Komşularımız Müslüman’dı. Ben dikiş dikmeyi arkadaşlarım Emel ve Mevhibe’nin yanında öğrendim. Çok güzel günlerimiz oldu, kimi zaman da Lefke’ye giderdik, onların ailelerini ziyarete” diyor Stavrulla...

***  Stavrulla Müslümanlar’la Hristiyanlar’ın paylaştığı Ksero’daki bu hayatı anlatırken İraklis de dikkatle dinliyor ve şöyle diyor: “Evet, evet, kardeş gibiydik... Ben İbrahim’le, Ahmet’le, Mehmet’le Frankulidis’le kağıt oynardım... Bahçelerimizi birlikte sulardık, tarlalarımızı birlikte sürerdik.. Bir gece hiç unutmam, karanlıkta tarlamı sürerken, arkadaşım İsati geldi traktörüyle... Karar vermiş, gelmiş bana yardım etsin ki erken bitirip evime gidip biraz uyuyabileyim” diyor.

***  1950’li yıllarda adada gerginlikler tırmanmış, pek çok Kıbrıslırum Britanya idaresinin sona ermesi ve Yunanistan’la birleşmeyi talep etmekteymiş. EOKA ve onun savaşçıları Britanya hükümeti tarafından terörist olarak addedilmekteymiş. Pek çok Kıbrıslırum EOKA’yla ilgili olduğu ya da EOKA’yı dsteklediği için tutuklanmış... İraklis, “Ben de tutuklandıydım. Aslında masumdum ama gene de beni tutuklayıp sorgu için hapse atmışlardı... Hapiste çok sayıda erkek vardı. Hatta yaşlı bir adam bile vardı dizlikli...” diyor.

***  İraklis hapisteyken, müşterilerinden biri olan Bay Fadıl onu ziyaret etmiş... “Tutuklandığımı öğrenince hemen hapse koştu ve benim serbest bırakılmamı sağlamaya çalıştı. Bay Fadıl bu işi ciddiye almıştı... Derhal serbest bırakılmıştım ve ertesi günü onun tarlasını sürüyordum. Bana para vermeye çalıştı fakat ben de ondan para almayı reddettim çünkü benim hapisten çıkmama yardım etmişti” diyor İraklis. “Ancak eğer sana para vermezsem, traktörünün borcunu nasıl ödeyeceksin? Traktörünü kaybedersen, güvendiğim kim gelip tarlamı sürecek?” demişti bana. Bana para verdi, üstelik yaptığım işin ücretinden fazla para verdi ve uzaklaştı. Bu adamın iyiliğini hiçbir zaman unutmayacağım” diyor İraklis.

***  İraklis ile Stavrulla’nın Ksero’da satın aldıkları arazi, yavaş yavaş CMC madenlerinden çıkan tozlarla kirlenmekteydi... Bu toz, ağaçların üstüne çöküyor ve gelişmelerini engelliyordu... İraklis, bu konuyu mahkemeye götürmekle tehdit ediyordu. O günlerde Tarım Bakanı olan Bay Plümer’in ve o günlerde önde gelen bir avukatın yardımlarıyla, aynı zamanda Kıbrıs’taki ABD Büyükelçisi ve Bay Spiros Stavrinidis’in yardımlarıyla İraklis bu kavgayı mahkemeye götürmeden kazanmıştı.

***  CMC tüm hukuki masrafları ödemeyi ve kirlenmiş araziye karşılık, 16 skala verimli arazi vermeyi kabul etmişti. İraklis çok heyecanlanmıştı. Eşi ve kaynanasının yardımıyla ekşi ve portokal ağaçları ekmişler, üzüm bağları ve sebzeler yetiştirmeye başlamışlardı. Ksero’da onun bahçeleri, Kıbrıs’ta en çok gurur duyduğu başarılarından biriydi...

***  1960 yılında İraklis, arkadaşı Cemil’in de yardımlarıyla arazisinde su bulmuştu ki bu Kıbrıs’ta en çok aranan ve en değerli kaynaktı... Birlikte derin bir kuyu kazmışlar ve bu kuyudan diğer narenciye yetiştiricilerine de su vermekteydiler...

***  Aynı sene 6 Ekim’de İraklis ve Stavrulla, ilk evlatları Eleni’nin doğumunu kutlamışlardı. İki sene sonra, Temmuz 1962’de ikinci kızları Lambrini dünyaya gelmişti.

***  1963 yılında Hristiyanlar’la Müslümanlar arasındaki çatışmalar yoğunlaşmış ve pek çok Kıbrılsı aile, evlerini, köylerini terkederek daha güvenli yerlere çekilmeye çalışmışlardı. Birleşmiş Milletler Barış Gücü tarafından pek çok barikat ve girilmeyen alan oluşturulmuştu.  Durum daha da kötüleşmiş, İraklis gibi pek çok Kıbrıslı, işlerini kaybetmişti... Bazıları hayatlarını kaybetmişti...

***  İngilizce bildiği için İraklis derhal çevirmen, garson ve aşçı yardımcısı olarak Ksero’daki Birleşmiş Milletler kampında iş bulmuştu – bu kampta küçük bir grup İsviçreli BM görevlisi konuşlanmıştı.

***  1964 yılının Ağustos ayında Ksero denizi Türk uçakları tarafından bombalanmış, Kıbrıs deniz kuvvetlerine bağlı bir gemi yok edilmişti. İraklis, eşi Stavrulla ve iki küçük kızını Kambos’taki amcası Mihalis’in yanına göndermişti. Ortalık yatışınca Stavrulla ve kızları Karavostasi’ye geri dönmüşler ancak köyün diğer tarafında bir ev kiralamak zorunda kalmışlardı çünkü Birleşmiş Milletler, onların evinin Lefke’ye çok yakın olması nedeniyle saldırı altında kalabileceğinden korkuyordu...

***  Bu zaman zarfında İraklis bisikletiyle Karavostasi’deki dükkanlara gidiyordu, Stavrulla da bisiklete arkasında tünüyor, kucağında bebek Lambrini oluyor, kızları Eleni de önde oturuyordu... İraklis ne zaman polis karakolunun önünden geçse, polisler sesleniyor, “Herkes kenara çekilsin, Bay İraklis otobüsüyle geliyor ha!” diye şaka yapıyorlardı...

***  Şubat 1965’de İraklis ve Stavrulla, oğulları Harry’nin doğumunu kutluyorlardı. İki kızları evde dünyaya gelmişti ancak Harry, Pendaya’daki CMC hastanesinde dünyaya gözlerini açmıştı. İraklis ise İsviçreli BM görevlilerini düşkırıklığı içinde bırakarak CMC’deki işine geri dönmeye karar vermişti. O dönem ilk arabasını da satın almıştı: yeşil bir SKODA idi bu, böylece ailesini sağa sola taşımak daha güvenli ve daha kolay olacaktı...

***  CMC’de İraklis ekskavatörde çalışıyordu ancak toz o kadar yoğundu ki bu işten ayrılıp trende çalışmaya başlamıştı, madenleri taşıyordu... İşi de dağdan inen tren Ksero’daki CMC tesisine gelirken, treni yavaşlatmaktı...

*** 1973 yılının yaz aylarında adada büyük bir kuraklık başgöstermişti... İraklis’in ağaçlarını ve bahçelerini sulayacak yeterli suyu yoktu... Birkaç başarısız kuyu kazma macerası ardından çok büyük masraflar yaparak nihayetinde su bulmuş ve bahçesini kurtarabilmişti...

***  Pek çok kereler İraklis bahçede eşi Stavrulla’yla birlikte durup hayranlıkla meyva ağaçlarını seyrediyor ve daha parlak bir geleceğin düşünü kuruyordu... Ancak bir yıl sonra tüm hayalleri yıkılacaktı çünkü 20 Temmuz 1974’te Türk silahlı kuvvetleri Kıbrıs’ı işgal edecekti. Binlerce Kıbrıslı evlerinden kaçmak zorunda kalacaktı. Karavostasi-Ksero’dan Lambru ailesi ve diğerleri de dağlara ve Varişa’nın ormanlarına kaçacaktı. Günlerini ağaçların altında birbirlerine sarılarak, nefeslerini tutarak ve sessizce bu acıların sona ermesi için dua ederek geçiriyorlardı... Uzaklardan gelen bombaların sağır edici sesleri ve makineli tüfeklerin gürültüsü arasında aileler, özellikle de çocuklar dehşet içinde kalıyordu.

***  14 Ağustos’ta hiç beklenmedik biçimde ve herhangi bir uyarı olmaksızın Türkiye içlere doğru ilerlemeye başlamıştı işgalin ikinci aşamasında. Bu kez İraklis ve ailesi, yeğeninin yaşadığı bir dağ köyü olan Yeratsies’e sığınmışlardı... “İlkokulda, diğer göçmenlerle birlikte yerde yatıyorduk. Her gün Kıbrıs Milli Muhafız’dan askerler okula gelip dinleniyordu... Gece geç vakitlere kadar ayakta kalıp korkunç hikayeler anlatıyorlardı Türkler’le ilgili, geçtikleri yerlerde ölüm ve yıkım bıraktıklarına ilişkin hikayelerdi bunlar. Yeratisies’e o kadar çok insan akın etmişti ki sonuçta dükkanlarda yiyecek bitmişti. Köy muhtarı evhanımlarına un dağıtmış ve göçmenler için ekmek pişirmelerini istemişti... İnsanların yüzlerindeki üzüntüyü ve korkuyu asla unutmayacağım” diyor İraklis.

***  Ağustos sonuna doğru İraklis, Karavostasi’deki evine gitmeye karar vermişti, Stavrulla ve babası Lambros’la birlikte çünkü pek çok şeye ihtiyaçları vardı... “Herşeyimiz bitmişti” diyor Stavrulla... “Alel acele evden ayrıldığımız için yanımıza giysi ya da öte beri almamıştık. Türk ordusunun köyümüzü henüz işgal etmemiş olduğunu biliyorduk ve böylece gizlice gidip birkaç şey alıp oradan ayrılmayı düşünmüştük. Çocukları da görümcem Eftihia’ya bırakmıştık, o da ailesiyle Kambos’taki Mihalis amcayla birlikteydi...”

***  İraklis, arabasını Karavostasi’nin dışında parketmişti.  Köye giden yolun mayınlanmış olabileceğinden kaygılanıyordu. Arabanın yanında kaldı, eşi ve babası köye yürüyerek gittiler. Ancak aniden trajedi gelip buldu onları. Stavrulla ve Lambros birden Türk askerleri tarafından çevrilerek silah zoruyla Ksero’ya sorgulanmaya götürüldü. Bir Türk generali tarafından eğer kaçmaya çalışırlarsa, o zaman güvenliklerini garanti edemeyecekleri konusunda uyarılmışlardı. Ancak bu olaydan sarsılmaları ve uzun süre sorgulanmalarına karşın, kendilerine zarar verilmemişti.

***  Karısı ve babası arabaya geri dönmeyince İraklis kaygılanmaya başlamış ve en kötüsünü düşünmeye koyulmuştu. Gizlice köye gidip onları aramaya karar vermişti. Köye giderken bir grup Birleşmiş Milletler askeriyle karşılaşmış ve onlara eşini ve babasını aradığını söylemişti. Yürümeye devam etmiş ve o da Türk askerleri tarafından yakalanmıştı. “Beni de Ksero’ya götürdüler ve orada o Türk generali gördüm. Ona, Birleşmiş Milletler’e tam bir rapor verdiğimi, benim eşimi ve babamı aramaya geldiğimden BM’nin haberdar olduğunu söyledim. Aslında bu akıllıca birşeydi Türkler’e söylenecek çünkü inanıyorum ki hayatımızı kurtaran da bu oldu...”

***  Nihayetinde İraklis, Stavrulla ve Lambros Karavostasi’ye Türk askerleri tarafından götürülmüş ve ev hapsine konmuşlardı. Tekrar bir arada ve güvendeydiler ancak kendilerini bekleyen akibetten korkuyorlardı. Stavrulla “Çok korkuyorduk” diyor... “Bizi ne kadar orada tutacaklardı, kendi evimizde hapis olarak? Türk askerlerinin dışarıda, sokakta devriye gezdiğini görüyorduk. Bir gün Türk general bir torba unla bize geldi. Bir çevirmen aracılığıyla ona bizi serbest bırakması için yalvardık, böylece çocuklarımıza geri dönecektik ancak boşunaydı bu... Ertesi günü bu unu kullanarak ekmek yaptım. Ekmeği yedikten sonra İraklis evin dışına gizlice çıkmaya karar vermişti, onun yakanalıp zarar görmesinden korkuyordum...”

***  İraklis, CMC’de çalışan Amerikalılar’a ait evlere kadar yürümüştü. Orada Bayan Barnett’i görmüştü – CMC’deki yöneticilerden birinin eşiydi o. İraklis bazan onun için bahçıvanlık yapıyordu ve onun iyi bir insan olduğunu düşünüyordu. Bayan Barnett İraklis’i görünce gözyaşları içinde kalmıştı... Sonra Türk devriye aracının sesini duyunca, İraklis’in üstüne bir battaniye atmıştı. Araç geçince CMC’Deki eşine telefon açarak İraklis ve ailesine kaçmaları için yardım etmesi yönünde yalvarmaya başlamıştı...

***  “Bayan Barnett çok gergindi” diyor İraklis. “Kocasına bize yardım etmesi için yalvarıyordu ancak adamın yapabileceği bir şey yoktu... Gözyaşları içindeydi ve artık bu duruma dayanamayacağını söylüyordu, bizimle birlikte gelmek istiyordu... Ona teşekkür ederek hoşçakal dedim. Bana biraz para vermişti, çocuklara birşeyler almam için. Çok etkilenmiştim..”

***  Saatler geçiyor ve Stavrulla da İraklis’in eve gelmesini beklerken üzüntüler içinde kalıyordu... İraklis eve gizlice gelmişti ki Türk askerleri kendisini görmesin. Birkaç gün sonra da Stavrulla gizlice dışarı çıkmaya karar verdi. Bağrışmalar ve uyarılara karşın anayola kadar yürüdü. “Kaldırımda dururken aniden bir araç gelip bizim evin önünde durdu. Araçtaki iki kişi Kıbrılsıtürkler’di. Önceleri onları tanıyamamıştım... Ancak İraklis pencereden bakınca onları tanıdı ve onları karşılamak üzere dışarı çıktı... Bize çocuklarımıza dönebilmemiz için ellerinden gelen yardımı yapacaklarını söylediler. Her an ayrılacakmış gibi hazır olmamızı istediler. İçimde bir umut ışıldamaya başlamıştı... Bunu izleyen günler uzun, boş ve gergindi... Yiyeceğimiz azdı. Son birkaç damla zeytinyağını Panaya’ya bir mum yakmak için harcadım ve bir mucize olsun diye dua ettim” diyor Stavrulla.

***  Yakalanmalarından onbir gün sonra Stavrulla’nın duaları yanıt bulmuştu. Bir ikindi vakti İraklis’in Kıbrıslıtürk arkadaşı gelmişti yeniden evlerine... “Yalnızca çok temel bazı şeyleri almamızı söyledi, elimizde taşıyabileceğimiz şeyleri” diyor Stavrulla. Stavrulla derhal çocuklarının giysilerini ve kalan azıcık yiyeceği topladı. Kızı Eleni’nin kemanını da aldı. Kıbrıslıtürk arkadaşları onları Karavostasi’nin iki mil dışına çıkardı, Türk ordusunun barikatlarından geçirip... İrakli’nin arkadaşı onlara Kambos’a kadar 12 millik yolu yaya olarak yürümelerini salık verdi. Kendisi Rum askerleri tarafından yakalanabilirdi oraya gidecek olursa... Bu riski alamazdı.

***  İraklis ve Kıbrıslıtürk arkadaşı kucaklaştılar ve ağladılar, bir daha birbirlerini görüp görmeyecekleri belli değildi... İraklis bunları bana anlatırken gözyaşları içinde, “Hiçbir zaman Kıbrıslıtürk arkadaşlarımın iyiliğini unutmayacağım” diyor.

***  “Kambos’a doğru yürümeye başladık” diye anlatıyor Stavrulla... “Bir mil kadar sonra sesler duyduk ve ileride askerler gördük. Kalbimiz duruyordu. Aman gene mi yakalandık diye düşünüyorduk. Ancak yaklaşınca bu askerlerin Rumca konuştuğunu duyduk ve onlara el salladık. Bizi görünce sevinmişlerdi. Bir araç ayarladılar ki bizi Kambos’a götürsün, korkmuş çocuklarımızla buluşmamız için...”

***  1974 yılının Eylül ayında İraklis, ailesini Kambos’tan yakındaki Milikuri köyüne taşıdı... “Burada tek yatak odalı bir ev bulmakla şanslıydık çünkü göçmenler hala okulda yerde yatıyordu” diyor, “sert kışta çadırlarda yaşayan göçmenler için hayat çok zordu...” diye anlatıyor.

***  Lambru ailesi bir sene kadar Milikuri’de kaldılar. İraklis yakındaki ormanda ağaç kesme işi bulmuştu, Stavrulla ise çocuklarla birlikte evde kalıyordu. Kayıplarını ve göçmenliklerini anlatan üzücü hikayelerle yüklü diğer göçmenleri teselli ederek geçiriyordu günlerini...

***  En sonunda Lambru ailesinin çocukları okula geri dönebildiler... harry, yerli ilkokulda beşinci sınıfa giderken, Eleni ve Lambrini de sabah erken saatlerde otobüse binerek komşu köydeki ortaokul-liseye gidiyordu... Kış aylarında karla kaplı yollarda bu otobüs yolculuğu zorlu bir yolculuk oluyordu. Kimi zaman otobüs ilerleyemiyor ve çocuklar köye yürüyerek dönmek zorunda kalıyordu.

***  1975 yazında İraklis ailesini Leymosun’a taşımıştı, burada Türk mahallesinde terkedilmiş bir evi kiralamıştı. İraklis Milikuri’de iş için kalıyordu ve haftasonları ailesine dönüyordu. Stavrulla, Andrulla’yla birlikte süpürge ve diğer tahta eşyalar yapan bir fabrikada bir iş bulmuştu. Sonuçta kocası için de aynı fabrikada bir iş bulmuştu ve böylece eşi de Leymosun’a gelebilmişti. Harry, altıncı sınıfı Tetarti Astiki ilkokulunda okurken, Eleni ve Lambrini de Laniti lisesine devam ediyordu.

***  Savaştan sonra İraklis’in kardeşi Kostas ve kızkardeşi Eftihia, Kıbrıs’ta aileleriyle birlikte ayrılarak Avustralya’ya yerleşmişlerdi. İraklis ve Stavrulla da göç etmeye karar verdiler ve Ağustos 1976’da birkaç eşyalarını toplayıp üç küçük çocuklarıyla birlikte Avustralya’ya giden bir uçağa bindiler.

***  Melburn’a vardıktan üç gün sonra İraklis, kardeşi Kostas’la birlikte Repco araba parçaları fabrikasında bir iş buldu. Birkaç hafta sonra İraklis ve Kostas işten ayrılarak Mackay Lastik Fabrikası’nda işe başladılar. Stavrulla da onlara katıldı... Stavrulla ayrıca bir başka fabrika için evde araç dümen kaplamaları dikmekteydi deriden...

***  Elbette Avustralya’daki hayat Lambru ailesi için hiç de kolay değildi... “Tekrardan herşeye başlamak hiçbir zaman kolay değildir, özellikle iyi bir hayatınız varsa ve herşeyinizi kaybetmişseniz” diyor Stavrulla. İraklis ve Stavrulla, Melburn’da zorlukları aşmak için çok çalıştılar. Zaman zaman her ikisi de iki işte birden çok uzun saatler çalışıyorlardı, haftasonları da çalışıyorlardı... Aralık 1977’ye kadar kirada yaşadılar ancak nihayetinde 42 bin Avustralya dolarına bir evcik alabildiler. Kıbrıs’ta herşeylerini kaybetmişlerdi, Avustralya'da’kararlılıkla tüm zorlukları aştılar ve yeni bir hayat kurdular.

***  İraklis ve Stavrulla 2003 yılında barikatlar açıldıktan sonra Kıbrıs’ı ziyaret ettiler. Karavostasi’deki evlerini ve arazilerini görünce çok duygulandılar. Bir zamanlar sebze bahçeleri ve portokal ve ekşi ağaçları dolu arazilerine apartman dairelerinin inşa edildiğini görünce şoke olup üzüldüler... Birkaç ağaç kalmıştı sadece geriye... Onlara doğru birisi koşup geldi... Elini uzattı ve İraklis’e bir torba kayısı verdi... “Kendi ağaçlarınızın meyvasını yeyin, buyurun” dedi adam.

***  Lefke’yi de ziyaret ettiler, 1974’te serbest bırakılmalarını sağlayan Kıbrıslıtürk’ü bulmaya gittiler... Kısa bir aramadan sonra onu evinin avlusunda buldular. İraklis ve Kıbrıslıtürk arkadaşı çok duygulandılar... Bir anda onlarca yıldır bastırılmış duygular açığa çıktı. Kucaklaştılar ve birlikte ağladılar... İraklis’in arkadaşı ona, 1974’te her günü kaygı ve korku içinde geçirdiklerini, İraklis ile Stavrulla’nın gerçekten de sağ salim yerlerine vardığını bilmedikleri için böyle olduğunu anlattı, gerçekten de onları kurtarmış mıydı yoksa tehlikeye mi atmıştı, bunu bilmediği için kaygılanmıştı...

***  “Hiçbir zaman bu Kıbrıslıtürk arkadaşlarımın savaş esnasındaki bu iyiliklerini ve cesaretlerini unutmayacağım” diyor İraklis... Stavrulla da onaylayarak başını sallıyor. 1974 yazında yaşadıkları travmanın bugüne kadar onları etkilediği çok açık.

***  89 yaşındaki İraklis Lambru hala aktif ve hayata dair iyimser... “Kararsızlık için zaman yok. Yalnızca çözümler bulmalısınız... Benim için sorunlar yok, sadece çözümler var” diyor.

***  Benim için onları tanıyıp röportaj yapmak büyük bir onur. Pek çok diğer inanılmaz Kıbrıslı gibi göçmenliği ve belirsiz bir geleceği yaşamışlar yurtları işgal edildikten sonra... Ancak pek çok Kıbrıslı gibi sağlam durmuşlar, çok çalışmışlar, aileleri yalnızca hayatta kalmamış, aynı zamanda gelişip serpilmiş...

(Konstantinos Emmanuelle’in Tales of Cyprus için yaptığı röportajı özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

 

 

Bu yazı toplam 1310 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar