Savaş Hazırlığı Yapanlar Makhir’i Öldürdü
Savaş ve çatışma dönemlerinde ordular dışında bulunan insanlar, askerlerden daha farklı mağduriyetlere uğrarlar. Özellikle istisnai uygulamalar dışında silah altına alınmayan toplumsal kesimler (ki bunlar arasında çocuklar, engelliler, yaşlılar ve kadınlar sayılabilir), yaşanan şiddeti daha yoğun bir şekilde hissederler. Uluslararası hukuk içerisinde yakın zamandan itibaren tartışılmaya ve savaş suçu kapsamına dahil edilmeye başlanan savaş tecavüzleri, coğrafya olarak çok da yabancı olduğumuz konular değil. Ne kadar inkar etsek de, adamızda yaşanan savaş ortamında da bu tip hak ihlâlleri yaşandı. Ama maalesef bu güne kadar hukuki süreç anlamında herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Kısacası gerçekleşen tecavüzler cezasız kaldı.
Benzer husus çocukların yaşadığı sorunlar için de geçerlidir. Özellikle mücahitlik uygulaması altında, aslında çocuk yaşta sayılan erkekler (çocuk hakları sözleşmesine göre 18 yaşının altındaki herkes çocuktur) hem askerlik yaptı hem de esir kamplarında tutuldu. Savaş döneminde bu tip hususlar yaşanır diyenler, aslında savaşın da bir hukuku olduğundan bihaberdir. Evet ülkede bir çatışma dönemi olabilir ama bunun da belli kurallar çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerekir. Aksi taktirde bunun hesabı sorulmalı, suç işleyen kesimler mahkeme huzuruna çıkarılmalıdır.
Adamızda bu anlamda hiçbir sürecin yaşanmadığını, ülke ateş alanına girdikten sonra, çok yoğun insan hakkı ihlâllelerinin gerçekleştiğini biliyoruz. Kadınlar ve çocuklar üzerinden yaşananlar yanında, faili meşhur solcu katliamları ve bugün hâlâ aranmakta olan kayıplar meselesine kadar, militarizmin üstünü örttüğü birçok acıyı en içimizde taşımaya devam ediyoruz.
Gelin görün ki militer zihniyet kendini çatışma dönemleri ile sınırlandırmıyor. Ülke güvenliğini sağlama maskesi altında, her daim savaşa hazır olma bahanesi ile can almaya devam ediyor. 14 Aralık cuma sabahı, 13 yaşındaki Makhir İsmailov’un, ordu tarafından atış talimi yapılan bir arazide duran mühimmatın patlaması sonucunda öldüğünü öğrendik. O esnada rastgele çocuk istismarının önlenmesi için neler yapılabileceği üzerine düzenlenen bir eğitim çalışmasında bulunuyordum. İlk şoku atlattıktan sonra durup düşündüm. Mesleki deformasyon gereği, bu çocuğun yaşadığı hak mağduriyetindeki sorumlunun kim olduğu sorusu aklıma geldi. Tabii ki devlet. Yavaş yavaş ayrıntılar ortaya çıkmaya başladı. Çocuk araziye demir toplamak için girmişti. Yani aslında okulda olması gereken sırada çalışıyordu. Yaşam hakkı yanında, eğitim hakkı ve çoçuk yaşta çalıştırılmama gibi birçok hakkı daha görünmez kılınmıştı. Yabancıydı, ülkemize işçi olarak çalışmaya gelen bir ailenin mensubuydu. Yani bir o kadar daha dezavantajlı bir gruba aitti. Kısacası bırakın devleti, toplumun da üç maymunu oynayabileceği bir konumdaydı.
Buna rağmen, insan hayatını hiçbir ayrım gözetmeksizin dikkate alan kimi kesimler açıklamalar yaparak sesini çıkardı. Ama bu yeterli değil. Çünkü ortada ihmale dayanan bir suç var ve bunun gerçek anlamda soruşturulup, mahkeme önüne getirilmesi gerekir. Aksi taktirde insan haklarının yok sayıldığı ve en büyük acıların görünmez kılındığı cezasızlık, bu konuda da yaşanacak. Hiç kimse bunun sorumluluğunu almayacak.
Hakkında birçok eleştiri yapılıyor olsa da (ki yapılmalıdır, hiçbir kurum kutsal değildir), hukuk uygulayıcısı olan mahkemeler, hak ihlâllerinin takip edilmesi açısından önemli bir araçtır. Ölen çocuğun ailesinin yaşadığı çaresizliği hayal etmek zor değil. Yabancı ve yoksul oldukları bir ülkede, adalete erişimde sorunlar yaşayabilirler. Bu noktada yüreği insanlıktan yana atan tüm kesimlerin, bu olayın peşini bırakmaması gerekir. Hem Makhir’i öldürenlerden hesap sorulmalı hem de şiddeti meşrulaştıran savaş hazırlıklarının durdurulması için hep birlikte ayağa kalkmalıyız. İlk adım olarak, güvenliğin silah altında ve aracılığıyla sağlanmayacak denli önemli bir husus olduğunu tespit ederek başlayabiliriz. Çünkü haklarımıza sahip çıkmak için bombalara değil barışa ihtiyacımız var.