“Savaş-karşıtı her duruş, bizi barışa bir adım daha yaklaştıracaktır…”
11 Ocak 2019 Cuma akşamı, Elias Pantelidis’in KHORA Yayınları tarafından yayımlanan “Savaş ve Biz” başlıklı kitap tanıtımı, iki toplumdan geniş bir katılımla gerçekleştirildi…
11 Ocak 2019 Cuma akşamı, Elias Pantelidis’in KHORA Yayınları tarafından yayımlanan “Savaş ve Biz” başlıklı kitap tanıtımı, iki toplumdan geniş bir katılımla gerçekleştirildi… Geceye pek çok “kayıp” yakınının da katılması, etkinliği daha da anlamlı kıldı.
Lefkoşa’da ara bölgede Dayanışma Evi’nde gerçekleştirilen “Savaş ve Biz” kitabının tanıtım gecesinde Khora Yayınları adına Mustafa Keleşzade bir tanıtım konuşması yaparken, bunun yayınevinin 63üncü kitabı olduğuna dikkati çekti… Gecenin koordinatörlüğünü ve çevirmenliğini akademisyen yazar Niyazi Kızılyürek üstlenirken, yaptığı konuşmada, bu kitabın savaş-karşıtı bir kitap olduğuna dikkati çekti.
Geceye katılan Kıbrıslıtürk toplumu lideri Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da bir konuşma yaptı. Hatırlanacağı gibi, Elias Pantelidis’in bu kitabı daha önce İngilizce olarak “Laconic Tales of Cyprus” adıyla yayımlanmış ve yine ara bölgede düzenlenen tanıtım gecesine Kıbrıslırum toplumu lideri Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis katılarak bir konuşma yapmıştı. Kitabın Rumcası da yayımlandı ve Atina’da tanıtımı yapıldı.
Gecede kitabın editörlerinden birisi olarak biz de bir konuşma yaptık ve “Savaş-karşıtı her duruş, bizi barışa bir adım daha yaklaştıracaktır” dedik.
Gecede özet olarak yaptığımız konuşmanın tam metni şöyle:
“Savaş ve Biz”, 16 Kıbrıslı’nın hatıralarının ve hayatlarının yer aldığı bir kitap…
Savaş karşıtı bir kitap…
Elias Pantelidis, bu kitabı yazmak için çok uğraş verdi – başka türlü de yapabilirdi, pek çoğunun yaptığı gibi…
Sadece kendi hatıralarını kaleme alıp bunları bastırabilirdi…
Elias Pantelidis, bir adım daha ileri giderek, kendi yaşamış olduklarının dışındaki hayatları da araştırmaya girişti…
Kıbrıslırumlar’ın yanı sıra, Kıbrıslıtürkler’le de konuşmayı seçmesi, bölünmüş ülkemizde ileri bir adımdır. 10 Kıbrıslırum, dört Kıbrıslıtürk, bir Kıbrıslımaronit ve bir İngiliz’le konuşup onların hatıralarını kaleme almayı seçti…
Kendi acısına ağlayan, kendini çatışmaların ve savaşın “tek kurbanı” olarak gören toplumlarımız, başka toplumların da aynı şeyleri, benzer şeyleri yaşamış olduklarını, benzer acılar çektiklerini, aynı gökyüzü altında, aynı havayı soluyan Kıbrıslıtürkler’in, Kıbrıslırumlar’ın, Kıbrıslıermeniler’in, Kıbrıslımaronitler’in, herkesin çatışmalardan ve savaştan etkilenmiş olduklarını görmek istemiyor. Çünkü yerleşik “kültür”, sadece kendi acınıza ağlamanızı, sadece kendi kaybınızı görmenizi, sadece “düşman”ın yaptıklarını lanetlemenizi istiyor. Yerleşik “kültür”, “ötekiler”in acılarından söz etmeniz halinde hemen sizi susturmaya odaklanmış bir “kültür”dür.
Bunun nedeni Kıbrıs’ın kuzeyine ve güneyine egemen olan güçlerin çıkarlarıdır.
Sizi kendi acınıza hapsetmek, sadece kendiniz için ağlamanızı, sadece geçmişte yaşamanızı istiyor.
Böylece sizi daha kolay kontrol edebilirler.
“Öteki” tarafı görmezden gelerek, kendi kendilerine “haklı pozisyonlar” icat ederek, kan ve gözyaşının üstüne basa basa kendi saltanatlarını sürdürebiliyorlar…
En azından son 50-60 yıldan bu yana bunu “başarıyla” yapmış bulunuyorlar. O kadar “başarılı” oldular ki geride binlerce ölü, binlerce “kayıp”, yüzbinlerce göçmen bıraktılar ama doymadılar, iştahları hala yerinde ve Kıbrısımızın yeni maceralara sürüklenip yeni ateşlerde yanması bu egemen güçler için sorun değildir… Sonuçta bedel ödeyen, sade insanlardır çünkü… Evlatlarını gömen, “kayıp” evladı için ağlayan, her şeyini kaybeden ve küçücük göçmen evlerinde hayatta kalmaya çalışan sade yurttaşlardır, kendileri değil… Onlar, 1974 savaşında kendi evlatlarını gemilere, uçaklara bindirerek İngiltere’ye göndermişlerdi ve 2-3 bin civarı Kıbrıslırum genç “mülteci” sıfatıyla İngiltere’de yıllarca yaşamını sürdürmüştü – ta ki İngiliz makamlar bunların bir bölümünün aslında “göçmen” olmadığını keşfedene kadar…
Her kim ki gerçeği, tüm gerçeği araştırıp ortaya çıkarmaya çalışmıştır, derhal ona her iki taraftan da saldırılar gelir ve susturulmaya çalışılır…
Tıpkı onların, acılarla, kanla semirmiş bu efendilerin keskin mücadelesine karşılık, Kıbrıs’ta her zaman gerçeğin, tüm gerçeğin ortaya çıkarılması için Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar arasından mücadeleyi seçmiş olanlar oldu… Onlar sayesinde pek çok bilinmeyen açıklığa kavuştu…
Hatırlayınız: Kıbrıslırum film yönetmeni Panikos Hrisantu ile akademisyen yazar arkadaşımız Kıbrıslıtürk Niyazi Kızılyürek’in yaptığı “DUVARIMIZ” filminde her iki tarafın acıları, yaşadıkları, birbirlerine karşı işlemiş oldukları suçlar ve umutları ortaya çıkarıldığı zaman ne büyük tepkiler almışlardı… Böylesi bir belgesel film, ilk kez yapılıyordu… Ama bundan çok önce, Panikos Hristantu, ilk belgesel filmini artık bir “hayalet köy” olan Aysozomeno’yla ilgili çekmiş ve dönemin Kıbrıslırum Enformasyon Dairesi tarafından neredeyse “afaroz” edilmişti… Panikos’un “Akama” adlı filmi de çok büyük tartışmalara yol açacak ve bizzat devleti elinde tutanlar, onu iflas ettirmeye çalışacaklar, tabuları yıktığı için ona ağır bedeller ödeteceklerdi…
Elli Peonidu ve eşi, Kıbrıslıtürk şairlerin savaş karşıtı şiirlerini çevirip yayımlayan, Kıbrıslırum yazarlarla Kıbrıslıtürk yazarların bir araya getirilmesinde önemli rol oynamıştı, taa 1970’li yıllarda, “taksim” sonrasında… Neşe Yaşın’ın savaş karşıtı “Yurdunu sevmeliymiş insan/ Öyle diyor hep babam/ Benim yurdum ikiye bölünmüş ortasından/ Hangi yarısını sevmeli insan” şiirini kitlelerin duymasını, hissetmesini, acıların paylaşılmış acılar olduğunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaya çalışmıştı Peonidu’lar…
Ressam Nilgün Güney, EMAA adlı örgütün başkanı olarak Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum ressamları bir araya getirerek ortak etkinliklere imza atmış, “kayıplar” konusunda kendi stüdyosunda sekiz ay sürecek gönüllü atölye çalışmalarıyla, “kayıp” yakınlarıyla birlikte “Gerçeğin Rengi” sergisi için olağanüstü tablolar yaratmıştı…
İki toplumlu çatışmaların çözümü grupları Ledra Palace Oteli’nde yıllarca bir araya gelerek ortak bir geleceğin düşünü kurdular, somut projeler ürettiler, çok keskin saldırılar altında kaldılar… Fatma Azgın, Keti Ekonomidu, Keti Kleridis, Nikos Anastasiu, “Çatışmaların Çözümü Eğitmenler Grubu”muzda birlikte çalıştığımız ve saldırı altında kalan arkadaşlarımızdı… Ulus Irkad, Ekrem Varoğlu, Sarper İnce, Nikos Anastasiu iki toplumdan gençleri Pile’de bir araya getirirken, yine çok kötü saldırılara maruz bırakılmışlardı…
Kleopatra ve şimdi artık aramızda olmayan Cus Bayada, “Yeni Kıbrıs Derneği”ni oluşturarak ve adamızın tüm toplumlarını kucaklayarak, gerçeğin ortaya çıkması, karşılıklı anlayışın gelişmesi için sözde değil gerçek eylemler ve etkinliklerle bu taksim edilmiş adada, barış umudunu diri tutmaya çalışacaklar, ellerinden gelen her şeyi barış için yapacaklardı…
Bu saydıklarım “barışı savunma”nın bir “moda” olmadığı, çok tehlikeli olduğu, ölüm tehditleriyle baş etmek zorunda bırakıldığınız koşullarda mücadele eden insanlardan sadece birkaçıdır…
“Savaş ve Biz” de, kendi acısına ağlamak yerine, farklı toplumlardan insanların neler yaşamış olduğuna bakarak ileri bir adım atıyor ve savaş-karşıtı bir kitap olarak üç dilde, Türkçe, Rumca ve İngilizce olarak kendini ortaya koyuyor…
Yazdıklarım nedeniyle sürekli tehdit altında kalan, sürekli saldırılara uğrayan araştırmacı bir gazeteci olarak “kayıplar”ı ve “toplu mezarlar”ı ve savaş sırasında kadınlara ve çocuklara tecavüzleri kaleme aldığımda her iki taraftan da tepkiler aldım. Çok olumlu tepkiler ve her iki taraftan okurlarımın çok büyük desteği sayesinde yazmaya devam ettim… Bana sert tepki gösterenlerden bazıları, kendi aileleri veya bizzat kendileri savaş suçlarına bulaşmış oldukları için hakkımda kampanyalar yürüttüler, sözlü ve yazılı saldırılarda bulundular… Bir kısmı ise sürekli olarak “Bunları yazan, maksadın nedir? Maksadın nedir, söyle bakalım!” diye bana saldırmaktaydı…
Bir kısım başkaları ise “Şimdi zamanı değildir… Bunları yazmayınız… Düşmanlık yaratacaksınız! Nefreti besleyeceksiniz!” diyerek gerçeğin halının altına süpürülüp saklanmasını ve toplumlarımızın her zaman barış içinde yaşadığının yazılmasının daha iyi olacağını iddia ediyordu… Yıllar sonra bu tarz “korkular” içinde yaşayanlar da yavaş yavaş tüm bunların yazılmasının çok yararlı olduğu noktasına gelebildiler. Aslında korkuları toplumlarımız için değil, kendileri içindi… Kendileri o kadar korkuyordu ki, bunları okumak onları korkunç derecede rahatsız ediyordu…
Gerçeğin ortaya çıkarılması, Kıbrıs’ta son yarım yüzyılda neler yaşandığının, kimin ne yaptığının bilinmesi, öğrenilmesi ancak barışa ve karşılıklı anlayışa hizmet eder… Ancak kimin neler yaptığını, kimin nasıl davrandığını, neler böyle yapmış olduklarını anlayabilirsek, birlikte düşünebilirsek, birbirimizin gözünün içine bakarak kendi tarafımızın işlemiş olduğu suçları telaffuz edebilirsek ve suçu işleyen biz olmadığımız halde üzüntülerimizi bildirip özür dileyebilirsek, işte ancak o zaman ortak bir geleceğin düşünü birlikte kurabiliriz.
Geçmişte yaşananlara tek bir toplumun gözünden değil, her iki toplumun gözünden ışık tutmaya çalışan “Savaş ve Biz”, işte bu nedenle okunmalı, okutulmalı, çoğaltılmalı…
Savaş-karşıtı her duruş bizi barışa bir adım daha yaklaştıracaktır.”