1. YAZARLAR

  2. Serhat İncirli

  3. Savaş, korku, anılar, çocuklar, masumlar, Allah, Biden ve Putin!
Serhat İncirli

Serhat İncirli

Savaş, korku, anılar, çocuklar, masumlar, Allah, Biden ve Putin!

A+A-

Savaş nasıl bir şeydir?
Bizim ailede babam, amcam, dayılarım, eniştelerim, savaşı mevzide yaşadı…
Amcam, Erenköy’de 1964’te yaşadıklarını, Yeşilırmak’ta 1974’te gördüklerini kitaplaştırdı…
Bizden bir veya iki büyük nesiller, savaşın zorluğunu en çok yaşayanlardır…

-*-*-

Dedelerim, 2’nci Dünya Savaşı’nda ve Süveyş’te İngiliz askeriydi…

-*-*-

Hayatta olan büyüklerimizden dinlediğimiz, elbette savaşın acılarıdır, ölümdür, açlıktır, sefalettir ama inanın, o kötü günleri yaşarken, kimse bir şey hissetmez… 
Veya “insan bir şey hissetmeyi unutur”…
Acı yoktur mesela veya varsa bile hissetmezsiniz!
Gözyaşı vardır.
Tek hedef, hayatta kalmaktır.

-*-*-

Savaşın, kazananı da “silah tüccarları dışında tabii ki” kesinlikle olmamıştır, olmayacaktır…
Bu da benim ayrıca eklemek istediğim düşüncemdir…

-*-*-

Savaşı, 6’ncı yaşımın sonlarında, 7 olduğum günlerde yaşadım…
Zaman zaman aklıma gelir o günler…

-*-*-

Çoğu zaman sanki komik olaylarmış gibi anlatırım ama hala ekzoz patlamasından bile ürperirim…

-*-*-

Bir zamanlar, Amerikan’dan gelen bir Kıbrıslı Türk psikiyatrist ile söyleşi yapmıştım… Doktor Muzaffer bey… Bizim nesillerin de bizden büyük nesillerin de, “Vietnam Sendromu” diye bilinen hastalıktan muzdarip olduğumuzu söylemişti…
Bu haberim, daha sonra sevgili şiir ustası Mehmet Yaşın’ın bir kitabına konu olmuştu…

-*-*-

Neydi Vietnam Sendromu?
En basit şekliyle “savaşı yaşayan herkesin, savaş bitmiş olsa da, savaşı çağrıştıran her şeyden etkilenip, yeniden savaşı yaşarmış gibi olmasıydı…”

-*-*-

Ankara’ya üniversite eğitimine gittiğimde, korkunç savaş anılarımın üzerinden 10 yıldan fazla süre geçmişti… Bir gece evde yalınızdım ve silah sesleri duymuştum…
Tandoğan bölgesinde bir gece kulübünde çatışma çıkmıştı…
Cav cuv, cav cuv seslerini duyar duymaz, sokak kapısının arkasına bir dolap çektim ve evdeki en büyük bıçağı alıp beklemeye başladım…
Sonra tabii ki kendimle dalga geçip güldüm… 

-*-*-

Gaziveren köyünde yaşadım savaşı…
Babam, av tüfeğiyle mevziye gitmişti…
Dayım da bir yerlerde mevzideydi.
Büyüklerimiz, Güzelyurt Körfezi’nin Türkiye’nin çıkarma yapması için çok uygun olduğunu düşünüyordu ve komşu iki evde fırınlarda, kazanlarda yemekler pişiyordu…
Türk askerleri gelecek ve onlara yemek ikram edilecekti.
Bizim köye gelmediler ya da çıkmadılar.
Girne’ye çıktıklarını sonradan öğrendim…
Yanılmıyorsam Türk askerleri Ada’ya çıktığı sabahın akşamüzeri saldırıya uğradık… 

-*-*-

Yaklaşık 300 metre kadar uzağımızda bazı insanların ellerinde tüfeklerle koştuğunu görmüştüm…
Annem, beni ve ablamı elimizden tutup, kaldığımız eve çok yakın başka bir eve götürdü…
O evde, onlarca kadın ve çocuk, yatakların altındaydık…
Sonradan öğrendik ki, köyde 13 saat çatışma olmuş.
Sonra teslim olduk…

-*-*-

Babam ve dayım dahil eli silah tutan herkesi kamyonlara koyup götürdüler…
Önce Lefke – Omorfo anayolu üzerinde tek sıra yere çöktük.
Çoluk, çocuk, kadın, yaşlı herkes tek sıra oturuyordu ve yine aklımda kalandır, herkes oturduğu yerde üzerine işiyordu…
Korku var mıydı?

-*-*-

Korkuyu bilemem ama koku hala burnumdadır!
İdrar kokusu…

-*-*-

Sonra okula kapatıldık…
Belki de 400 kişi üç sınıfta kalıyoruz… 
Uçak seslerine silah ve bomba sesleri karışıyor bir anda…
Okulun karşısındaki bir kamyonun üzerine, üniformalı, saçlı sakallı bir Rum’un koşarak çıktığını da hatırlıyorum… 

-*-*-

Sonrası, yine karmaşık ve o günden sonra bir daha burnumun hiç almadığı, ancak aklımdan çıkmayan bir koku…
Gürültüden, tozdan ve dumandan çok, o koku kaldı aklımda…
Korku mu?
Hiç aklımda yok!

-*-*-

Sanki alışmıştık…
Veya kim bilir, alışıyor insan…
Silah sesleri, bomba patlamaları duruyor, bir karmaşa, bir kan gölü ve hala o koku…
Kapıda, hamile bir kadın… 
Kalkamamış…
Kucağında benden iki üç yaş küçük oğlu, karnında bebeği ile ölmüş…
Sonra söylediler öldüğünü… Benim aklımda kalan, hareketsiz, otururken uyurmuş gibi halleri…

-*-*-

Ve kamyonetten ekmek atılması olayı…
O da hep aklımda…
Rum kamyoneti geliyor, arkasında dörde bölünmüş kuru, sert ve koyu renkli ekmekle bolibif dağıtıyorlar… 
O ekmeğin tadının güzelliğini de hiç unutmadım… 
Ve neredeyse “unlu gıda uzmanı” sayılacak kadar şişkoyum, öyle ekmeği hayatımda hiç yemedim…

-*-*-

Hasta olmuşum…
Pislikten her halde!
Alttan üstten su kaybediyorum ve beni hastaneye, köyün muhtarının ricasıyla Rum Omorfo Belediye Başkanı’nın aracılığıyla götürüyorlar…
Şimdiki Güzelyurt Sağlık Merkezi özel bir klinikmiş… Önünde onlarca hatta yüzlerce yaralı Rum… 
Kanlar içinde yatan – inleyen insanları gördüğümü hatırlıyorum.
Korku yok!

-*-*-

Bana Rum doktor, Rum hemşire, Rum askerin gözetiminde ve Rum Belediye Başkanı himayesinde serum veriyor…
Vermeseler öleceğiz!

-*-*-

Ertesi gün köye dönüş…
Bizi hastaneye götürmelerine yardımcı olan bir Rum asker ya da milis kişi ile her gün tavla oynuyoruz…
Tavla oynamayı yedi yaşında öğrendim.
Kimden?
Bizi esir alan Rum askerden…
Kahveci Hasan dayının kahvehanesinde…

-*-*-

Sonra rüzgar dönüyor…
Bir sabah uyanıyoruz ki, köyde tek bir Rum asker yok…
Haa korku mu?
Yine yok!
Hissetmiyorsunuz ya da…
Veya hatırlamıyorum…
Kim bilir, aklım kesmiyor korkmayı!

-*-*-

Kısa keseyim…
Hayatımda hiç görmediğim kadar çok tank görüyorum… 
Yollar tanklarla, kamyonlarla dolu…
Bahçelerde askerler…
Ve ilk kez “Rum esir” de görüyorum…
Elleri arkadan bağlanmış…
Toz – toprak karışmış her yerlerine…
Diz çökmüş vaziyette, okulun bahçesine, bir daire şeklinde oturtulmuşlar…
Lengerden su içiriyorlar onlara…

-*-*-

Yoldan araçlarıyla geçen Rumları kimse durdurmuyor bu arada… 
Onlar, Gaziveren’i geçip, Pendaya üzerinden galiba Petre yoluyla Güney’e gönderiliyor… Veya gitmelerine izin veriliyor…

-*-*-

Yoldan geçen araçlardan birinden, Türk askerine ateş açıyor bir Rum… 
Gözümüzün önünde, okul tuvaletlerinin arkasında vuruyorlar…
Korku var mı?
Yok yine…
Kin de yok!
Duygu da yok!

-*-*-

Ve derken, üç ciltlik kitap olacak kadar anı var aklımda ama galiba üç ya da dört ay sonra babamla dayım farklı günlerde Limasol’daki esir kampından bırakılıyor. 
Otobüslerle Lefkoşa’ya getiriliyorlar, kucaklaşıyoruz…
İlk ganimete gidişim; bir büyük kutu sigara buluşum ve 7 yaşında deneyişim… 
O günden bu yana da hiç içmeyişim!

-*-*-

Ve şimdilerde televizyonda Ukrayna’daki savaş var…
Sağa sola kaçışan, kaçmak zorunda kalan, yaralanan, bombardımana maruz kalmış çocukları gördüğüm zaman, çok üzülüyorum…

-*-*-

Tıpkı bizim gibi…
İnsanlar gül gibi geçinip gidecek; milliyetçilik denen zırvalık, çok mühim bir şeymiş gibi anlatılıyor ve savaş sebebi olarak da çekinilmeden ortaya atılıyor.
Oysa, hiç alakası yok…

-*-*-
Savaş mı?
“Büyüklerin, kendini büyük sanan devletlerin milliyetçilikle ballandırılmış hikayelerle gerekçe buldukları ve masum insanların öldüğü, sonucu olmayan kötülük” diyorum başka bir şey demiyorum…

-*-*-

Haaa din mi?
Allah mı?
Bazen sorguluyorum; savaşı çıkaran ırkçı faşistler yerine, neden Gaziveren İlkokulu’nun orta odasının kapı girişindeki Aysel abla, dört yaşındaki oğlu ve karnındaki bebeği öldü? Neden aynı odada toplam 14 kişi hayatını kaybetti? Hepsi de masumdu üstelik… 
Gerçekten affına sığınarak soruyorum; Allah’ım, masumlar yerine, neden Biden’ın, Putin’in ve benzerlerinin canını almıyorsun?

-*-*-

Savaş günlerinde korktuğumdan eminim… Ama hiç aklıma gelmiyor… 
Çünkü içinde olduğumuz günler, savaştan da kötü ve itiraf ediyorum, şu anda çok korkuyorum…

-*-*-

Oysa kurtarılmamış mıydık?
Mesela, “bir daha savaş olmasın; benim yaşadığımı çocuklarım yaşamasın” dediğim için, savaşta düşmanım olanlarla sorun yaşamıyorum ama kurtarıcım beni kendi ülkesine sokmayabiliyor! Düşman, hatta terörist muamelesi yapıyor! Ve açıkça tehdit ediyor…

-*-*-

İroni mi desem; komedi mi desem, milliyetçiliğin iflası mı desem?
Bence milliyetçilik, çaresi – ilacı olmayan bir hastalıktır ki o da ayrı bir yazı konusu… 
Bunu da belirtmeden geçmeyeyim!
Ve iyi Pazarlar ayrıca… 
 


nn-102.jpg

Fotoğrafta, yerinden edilmiş Yemenli bir kadın ve çocuğu görülüyor. Fotoğraf, 9 Mart 2022, Yemen, Sana'a'nın eteklerindeki bir kampta çekildi… Dünya Gıda Programı (WFP), Ukrayna’daki savaş nedeniyle hem Rusya'dan hem de Ukrayna'dan buğday ihracatının kesildiğini duyurdu. Bu arada Yemen’dek, insanlara yönelik insani yardım fonları tükendi. Ve burada milyonlar şimdi açlığı daha çok hissedecek. Çocuklar daha çok ölecek… Gelişmeler, tüm Dünya’da olduğu gibi Yemen'de gıda fiyatlarını daha da artıracak gibi görünüyor. Mart 2015'ten bu yana Husiler ile Suudi destekli hükümet güçleri arasındaki uzun süreli savaşın bir sonucu olarak Yemen, kıtlığın eşiğine geldi ve ülkenin 30 milyonluk nüfusunun yüzde 80'i, gıda yardımına çok ihtiyaç duyuyor.

Bu yazı toplam 2172 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar