1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Savaş sevicilere estetik bir gönderme
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Savaş sevicilere estetik bir gönderme

A+A-

img_4862.jpg

Yeni bir oyuna başladı, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu.
“İki Kişilik Hırgür”ü izlemek için koşturarak gitmelisiniz.
Tam da “savaş”a denk geldi.
Onca “hırgür” arasında, hamasi konuşmalara gerek kalmadan mesele neymiş anlarsınız.
“Zeytin dalı” atıyorlar sahneye...
Boyunlarına “parfüm” sıkarken (!)

***

Sahi hep mi geç kalıyor tiyatro yoksa seçim hatırına bu yıl mı sadece?
Önce bir sorgulama!
Eylülde tiyatro festivali vardı...
Ekim, Kasım, Aralık, Ocak...
Yani dört ay, hem de tam tiyatronun mevsiminde, hem de pek bir alternatif yokken...
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu çok daha fazlasını üretebilecek insan kaynağına sahipken, bu kadar uzun süre kesinti olmamalı..

***

Gelelim yeniden oyuna...
Yönetmen Nehir Demirel, “Görmezden geldikçe artık göremez hale gelmek” demiş, haklı...
“Körlüğümüzü” yüzümüze vuruyor, oyun.
İlgimi şu çekti, sahneyi değil de seyirciyi izleseniz, “Harika bir komedi oynuyor” diyeceksiniz...
Oysa aslında sahnede çağımızın dramı var.

***

Kendi içinde kavga eden karı kocanın,
savaşın orta yerinde ‘konforlu kabuğu’na gizlenmiş hayatı...
İnsanlığın “yatak odası”nı anlatıyor aslında...

***

Süsümüz ve püsümüz arasında, içimize yıkılan bir dünya var.
Çıkmaz sokaktayız!
“Bize ne, bizim başımıza bir şey gelmesin de” bencilliğinde yıkandığımız şu koca deniz, gemilerimizi birer birer batırıyor.
Bu oyun da yine benziyor!

***

Nehir Demirel iyi iş çıkartmış.
Oyuncular da...
Özellikle Hatice Tezcan iyice olgunlaşmış, sahici ve samimi duruyor, sahnede tam bir martı gibi...
Özgür ve kendine güvenli...

***

Oyunun finalinde şu geliyor aklıma!
Ah bazen hayallerimize yetmiyor imkanlarımız...

***

Peki oyundan bende ne kaldı?
Barış da savaşa benzer, sadece adı varsa! Ve savaştan dahi beterdir, bencillik, umursamazlık, değersizlik...
Kim bilir kaç gencecik insan daha öldü, tam da biz oyunu izlerken...

 

notçuklarım

-İlk gösteriyi, Başbakan ve Dışişleri Bakanı ile izlemek, keyifliydi. ‘Kültür Bakanı’ da orada olsaydı, keşke.

- Sanat Yönetmeni sevgili Aliye’nin, protokolü selamlarken, eşine “sayın Bakanım” hitabı ayrıca unutulmazdı.


E maaşlar nolacak bey? Bak da sosyal medyadan şeyedecekler hanım!

Şimdi diyeceksiniz ki, “seninki de gazeteci hassasiyeti…”
Öyle değil, kesinlikle...

***

Sosyal medyanın etkin kullanımı, özellikle siyasiler açısından önemlidir.
Toplumla açık, şeffaf iletişim için de...
Dünyada böyle!
Ama bu “kurumsal” bir başarı üretmiyor; ayrıca abartılırsa “tek seslilik” yaratıyor, kurumsal hafızayı çökertiyor, basının “sorgulayıcı ve didikleyici” tavrından kaçışa dönüşüyor.

***

Kurumsal başarının ölçütü net:
“Sistem kişilerden bağımsız çalışır, kimsenin iki dudağı arasına bakmaz”
Lider başarısı da kendine bağımlı olmayan sistemi kurmaktır.
Ve ancak üçüncü sınıf ülkelerde lider ya da yönetici tüm işi kendisi yapar.
Yine bizim gibi geride kalmış ülkelerde kişiler değiştikçe işin akışı da değişir, bir tek insanın "izinde" olması dahi hayatın durmasına yeter.

***

Kişisel mecralar kurumsal işlerde bir yere kadar kullanılır.
Anlarım... Ama bir yere kadar!

Çok iyi niyetle, devlet hastanemizin başhekimi özel hesabından hastanenin duyurularını paylaşıyor, örneğin…
Peki, bu hastanenin “halkla ilişkiler” birimi ne zaman devreye girecek, ne zaman hastanenin web sayfasından tüm randevular organize edilecek, ne zaman duyurular buradan iletilecek.

Başbakan için de geçerli sözüm.
Bakanlar için de…

Bakan yine çok iyi niyetle mühürlenen inşaatları özel sosyal medya hesabından duyuruyor.
Çalışma Dairesi’ni arıyor ve soruyoruz, “Hangi inşaatlar” diye...
“Sayın bakana soralım” oluyor yanıt.
Bir diğer bakan, kendi profilinden “cezaevi firarisi güneye kaçtı” diyor.
Peki “arşiv”e hangi belge girecek!
10 sene sonra “facebook” dükkanı kilitlerse, hangi söz, nerede görülecek?

***

Sosyal paylaşım halkla ilişkiler ve şeffaflık için önemlidir ancak kurumsal iletişimin yerine geçemez.
Çünkü bu ülkenin giden iyi insanların ardından da “kalıcı işler”e ve kurumların da “daimi hafıza”ya ihtiyacı vardır.


Notçuklarım

-Bu 5’li düşmanımızdır
- Özensizlik
- İsteksizlik
- Tatminsizlik
- Güvensizlik
- Kalitesizlik.

 

-UBP, CTP için “seçimde kaybetti” diyor ya... Tüm kampanya “Başbakan Erhürman” demişlerdi, oldu!

 

-“Kafeste doğmuş kuşlar uçmanın hastalık olduğunu düşünürler” der, Jodorowsky...
Tam da biz!..
Hemen her alanda hastalığı öylesine içselleştirdik ki!
Bir başka hayatı düşleyemiyoruz dahi.

 

 

İçişleri Bakanı
Ayşegül Baybars’a

-Yeni inşaatlarda, her bir hane için bir araçlık park yeri mecburiyeti var.
Bu saçma!
Herkes de biliyor ki, hiçbir ev, tek araçla sınırlı kalmıyor.
Üstelik misafiri var, geleni oluyor!
Bu kuralı, en azından ‘iki araçlık park yeri’ne çıkarmak gerekiyor.
Tüzükler ya da kurallar hayatın pratiğinden uzaklaştıkça ‘kaos’ büyüyor.

-Çin özdeyişiymiş!
“Değişim rüzgarları estiğinde aptallar duvar örer, akıllılar yel değirmeni yapar.”

-Birisi dedi ki, “Bu domuzun şiş kebabı hem lezzetli, hem üçte birinden bile daha ucuz...”
Salyangozdan sonra Müslüman mahallesine bu da!.. Velhasıl, “Allah için” olsun ucuzlatın bu eti!

Bu yazı toplam 3007 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar