“Savaşa hayır, silaha ve askere evet” samimi değildir
Dünyanın yüreği kanıyor, insanlık kötülüğe karşı direnemiyor, iyilik örgütlenemiyor yeterince…
Çocukların gözlerindeki yaş değil gözleri düşüyor yere…
Toprak oluyor masum insanların bedeni, düşü, gülüşü ve giderek iğrençleşen yeryüzünde aklın tutulduğu karanlık bir kuyuya sürükleniyor.
İktidar ve güç için halkları basamak bilenler yine de doymuyorlar toprağa, kana, çatışmaya…
Savaş emrini verenler hep barışın ardına sığınıyor.
“Savunma” diye başlayan sözcüklere cenazeler eşlik ediyor.
***
“Savaşa hayır” demek yetmez o nedenle…
Askersiz, silahsız, mühimmatsız bir ülke isteyeceksiniz.
Sınırsız bir yurt!
O zaman barışa dair ütopyanız samimi olacak.
İntikam gösterilerinden vazgeçeceksiniz.
Kin ve düşmanlığı değil yakınlaşmayı, işbirliğini, dostluğu yükselteceksiniz.
Kışkırtmayacaksınız!
Barikatlara da hayır diyeceksiniz illaki!
Savaşma ihtimaline de…
Mevzileri yıkacaksınız savaşa karşı çıkmak için…
***
Gençlere öldürmeyi öğretmeyi marifet sananlara karşı sınanıyoruz.
Ölümü kutsayanlara karşı sınavımız var şimdi…
Bayrağı insan canından kutsal görenlerin utancıyla ağlıyor dünya…
Toprağı yurt değil iktidar görenlerin hırsıyla…
O gözyaşlarının çoğu ikiyüzlü, çoğu sahte…
Neşe Yaşın’ın sözüyle “Ey her kılığa girip her krala soytarı olanlar” sahte gözyaşlarınızı siliniz çünkü sizin hıncınızla, hırsınızla, öfkenizle ulus zulümdür!
***
O nedenle değişmiyor düşüncem, o nedenle çok daha güçlü inanıyorum şimdi…
En büyük hayalim Kıbrıs adasından son askerin - ve onca mühimmatın - gittiğini, tek bir barikatın kalmadığını ve Kıbrıs’ın yeniden birleştiğini görmektir. Kıbrıs için daha güzel bir hayal düşünemiyorum.
Çünkü ateşin kesildiği yerde yaşamak barışı hissettirmiyor.
O ateşin yeniden alevlenmesi için ne kadar sebep varsa ortadan kaldırmak gerekiyor.
“Savaşa hayır, silaha ve askere evet” samimi değildir.
Silahları yerin yedi kat dibine gömebilmektir marifet…
O silahları gömmezseniz eğer gün gelir masum insanları gömersiniz toprağa…
***
Bertolt Brecht ne doğru söylemiş…
"Her savaştan geriye üç ordu kalır: Ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu ve hırsızlar ordusu."
Bir de milliyetçiliğin körelttiği gözler kalıyor geriye…
***
"Kardeşim beni duyuyor musun" diyor bir çocuk, kanlar içinde yatan, yüzü gözü başı sarılı arkadaşına...
"Ses ver lütfen, uyuma, uyanık kal..."
Uyutuyoruz yıllardır, onca barbarlığın kıyısında…
Uyanmak için savaşı körükleyen ne varsa direnmeliyiz karşısında…
İnatla, ısrarla, kararlılıkla…
Ne kadar “bilinmez” varsa kendimizi o kadar güvensiz hissediyoruz
"Sahte devletin, sahte başbakanı, sahte reçeteden tutuklandı."
Güneyde bir gazete böyle duyurmuştu gelişmeyi!
Şimdi dönüp de yaşananlara baktığınız zaman onca sahteliğin içinde hakikat arayışı gerçekten de güven vermiyor.
Düşünsenize, “eski Başbakan”ı koruması için yanına polis koruması veriliyor.
Hem de özel eğitim almış, çevik kuvvette görev almış birisi!
Sonrasında…
Polis tarafından özel olarak korunan eski Başbakan "şüpheli reçete var" iddiası ile yine polis tarafından kelepçeleniyor ve karanlık bir hücreye atılıyor!
“Azılı katil” muamelesi yapılıyor, polisin koruduğu, polisin kelepçelediği kadına!
Mahkeme tarafından "suçlu" ilan edilirse o durumda zaten cezası çekecek.
Suçu varsa, kim olursa olsun, çekmeli de!
Suçu varsa…
Manzara ve muamele daha şimdiden "suçlu"dan beter (!)
***
Sahi, Polis Genel Müdürü’nün oğlu gerçekten de “torpille” mi alındı, Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu’na…
Hiç “resmi” açıklama duymadım çünkü…
***
Yine dönelim operasyona…
Reçete ve ilaç yolsuzluğuna dair bir soru halen yanıtsız.
Polis ve Sigortalar Dairesi tarafından soruşturma maksadıyla özel bir “masa” kurulduğunu tahmin ediyorum.
Peki, bu özel masa ya da birime hekimlerden “bilirkişi heyeti” dâhil edildi mi?
Sanmıyorum!
Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü…
Öyle görünüyor ki soruşturma aşamasında kurumsal olarak temsil edilmiyor.
Niye?
Çok yaşamsal bir soruşturma süreci yürütülüyor ve hiçbir aşamasında şüpheye yer bırakmamak gerekiyor.
***
Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği’nden açılmışken söz, son dönemde, yönetim kurulundan kimi istifalar olduğunu duyuyoruz.
Kamuoyunun şeffaflıkla bilgilendirilmesi gerektiğine inanıyorum.
Örgütler de hükümetlere benzemesin hani!
Sağlık alanında tam bir kaos yaşanırken, ne kadar “bilinmez” varsa, kendimizi o oranda güvensiz hissediyoruz çünkü...
Tarikat iddiaları ciddi
Bugün Kıbrıs gazetesi, günlerdir cesaretle gündeme getiriyor.
Ülkenin dört bir yanında ‘tarikatlara’ ait öğrenci yurtları faaliyet yapıyor.
İmamlar görev yapıyor.
18 yaşından küçük çocuklar buralara taşınıyor.
Farklı farklı adlarda dernekler kurulmuş.
Öyle görünüyor ki bu yapıların arkasında güçlü birileri var.
Mali destek var.
Çok kolay mı yurt inşa etmek, onca nüfusa bakmak, masrafları üstlenmek…
“Süleymancılar Tarikatı” deniyor örneğin…
Varlığını deniz ötesi talimatlara adamış “Eğitim Bakanı” tüm bu iddialar karşısında “yalandır” diyemiyor.
“Denetliyoruz” diyor ancak ortada ne bir denetim sonucu var, ne de şeffaf, katılımcı, kapsayıcı bir denetim süreci…
“Reçete” operasyonundaki cesareti göremiyoruz burada!
Doktorunu kelepçelen “devlet”, iş tarikatlara geldi mi, boynu kıldan ince…