SAYIN AVEROF'un İŞARETİ...
1960 öncesi, Kıbrıslı Rumlarla ayni işyerlerinde çalışmayan, hatta Rumca dahi öğrenemeyen ve 1963-74 arası toplumlararası çatışmalar içinde yetişen gençlerimiz, çok ilginçtir ki 1974 sonrası Federal Çözüm ve Barış için mücadelede, toplumumuz içinde en önemli motor gücü oluşturdular.
Ancak, 1974 sonrası doğan ve gelişen gençlerde düşünsel anlamda barışın savunucusu oldular.
Bu gençler 1960 ve 74 öncesine dair, yaşanmışlıkları olmamasına; aksine, tam bir kopuşu öngören anlayışın, abartılı milliyetçi eğitim sistemi içinde yetişmiş olmalarına karşın, barışın ve çözümün savunucusu oldular.
Günümüzde artık iş ve çalışma hayatında aktif olan bu 74 sonrasının yetişkin gençlerinin çoğunun yaklaşımında, bir başka yanın boy verdiğini görmezden gelemeyiz..
Bunlar evet, yine çoğunlukla düşünsel olarak demokrasi ve barış potansiyelinin içindedirler.
Ama artık akılları, beklentileri, dikkatleri, Kıbrıs sorununun bitmek bilmeyen çözüm devinimi yerine, daha ziyade içte, daha iyi yaşam, çalışma ve adil devlet düzenin nasıl kurulacağına dönük evrimleşmektedir.
DİSİ Başkanı Sayın Averof'un, Alihtia Gazetesinde yayınlanan söylesişi çok önemli yaklaşımlara sahipti. Bunların tümünü bu makalede ele almak mümkün değil.
Ancak, ifade ettiği bir noktaya çok önem verdim. Bunu ele alacağım. Fakat söyleşinin diğer noktalarını da başka zamanda ele alacağım. Düşünmek ve "diğerinin" bakış açısını görmek ve ortak nokta arayışını geliştirmek için, Sayın Averof'un bu söyleşisi okunmalıdır....
Okurken, Sayın Averof'un Kıbrıslı Rum sağ görüşlü bir siyasetçi olduğunu ve toplumuna dönük görüş ifade ettiğini de göz ardı etmemek gerekir. Çünkü bu göz ardı edildiğinde, onun kullandığı bazı ifadeler size batar, bu yüzden de düşüncesinin içindeki olumluluğu ıskalayabilirsiniz. Bu ayrı bir mesele.
Ama Sayın Averof'un söyleşisinde ifade ettiği bir nokta, bu adayı seven, ister ana dili Türkçe, isterse Elence olsun herkesi çok düşündürmelidir.
Sayın Averof söyleşinde bu noktayı şöyle ifade etmektedir.
FARKLILAŞAN NESİLLER
Sayın Averof; "Yeniden fırsat vermeli ve yeniden toprağımızda kök salmalıyız ve bunu ancak Kıbrıs sorununun çözümü ile yapabiliriz. 2013'te yapılan bir ankette bu günkü göçmenlerin % 76'sını doğurmamış veya 18 yaşın altındaki kişiler olduğunu gösterdi. Bir kaç on yıl sonra göçmenlerin tamamının özgür bölgelerde doğmuş olması tehlikesi var. O zaman hangi mücadeleyi vereceğiz?" dedi.
Evet, sorununun çözümünün uzamasının nesil farklılaşmasına yol açtığı ve bu değişimin eski "davanın" sürdürülmesinde başkalaşmaya yol açacağı gerçeğini kendi jargonu ile böyle ifade etti.
Sayın Averof, çözümün uzaması ile birlikte Kıbrıs sorunun bir yanı olan mülkiyet ve toprak konusunda, eski tezlerinin artık sürdürülemeyecek bir noktaya ulaşacağına dönük endişelerini kendi toplumuna bir uyarı olarak yapıyor.
Ama bu gerçek, pek çok açıdan bizi de etkilemektedir.
Bu gerçeğin bir başka ifadesini de Türkiye'de Kürt sorununun çözümü ile ilgili yapılan tartışmalarda, pek çok HDP sözcüsünden de duyduk.
Pek çok HDP sözcüsü, sorunun çözümünü sağlayacak olanın, bugün yaşayan son nesil olan günümüzün siyasileri olduğunu vurgulamışlardı. Bunun son şans olduğunun altını çizmişlerdi.
KIBRISLI TÜRKLER AÇISINDAN
Peki, Kıbrıslı Türkler açısından durum nedir?
Sayın Averof'un ifade ettiği gerçek, ayni şekilde bizim açımızdan da bir realitedir.
1960 öncesi doğmuş olan insan sayımız doğanın gereği, azalmaktadır.
Üstelik bir gerçeğimiz vardır.
1960 öncesi, Kıbrıslı Rumlarla ayni işyerlerinde çalışmayan, hatta Rumca dahi öğrenemeyen ve 1963-74 arası toplumlararası çatışmalar içinde yetişen gençlerimiz, çok ilginçtir ki 1974 sonrası Federal Çözüm ve Barış için mücadelede, toplumumuz içinde en önemli motor gücü oluşturdular.
Ancak, 1974 sonrası doğan ve gelişen gençlerde düşünsel anlamda barışın savunucusu oldular.
Bu gençler 1960 ve 74 öncesine dair, yaşanmışlıkları olmamasına; aksine, tam bir kopuşu öngören anlayışın, abartılı milliyetçi eğitim sistemi içinde yetişmiş olmalarına karşın, barışın ve çözümün savunucusu oldular.
Bu kuşak, 2002- 2004 arası demokratik ve barışçı kalkışmanın aktif sırtlanıcısı oldu ve 1960 sonrası yetişen kuşaklarla birlikte, barış için verilen mücadelenin tam da ortasında yer aldı.
Tüm çaba ve gayretlere karşın; 2004 Nisan'ın da yapılan Refarandumda, Kıbrıs Rumlarının Hayır oyu ile özellikle bu kuşak, derin bir hayal kırıklığına uğradı....
Artık nüfus yapımızda, 1974 sonrası yetişkin olanlarla, doğanlar, çok önemli sayıda yer almaktadır.
Ayrıca bir başka gerçek daha vardır. Kıbrıs sorunu nedeni ile bu yapının içinde artık, Türkiye'den gelen ailelerin çocukları ile "karma" evliliklerden doğan ve günümüzde yetişkin olan gençlerimiz var.
Üstelik çok ilginçtir, Kıbrıs Rum tarafı ve bazı Kıbrıslı Türk aydınlar şu gerçeği net göremiyorlar.
Bu çocuklarla birlikte oluşan, günümüzün yetişkin gençleri, çoğunlukla Kıbrıs'ta barışın ve çözümün aktif destekçisi oldular. Tüm milliyetçi ve ırkçı propagandalara karşın birlikte çözüm, barış ve demokrasinin aktif mücadelecisi oldular.
24 Nisan Refandumunun acı sonucunun, tümü üzerinde yıkıcı etkisi olduğu nettir. Derin hayal kırıklığı yaşadılar.
Çünkü, 1960 öncesi doğanlarla birlikte, barış için mücadele ederlerken, ayni ana dili konuştukları fanatik ve faşizan güçlerin ağır saldırılarına kararlılıkla karşı durdular. Çözüm için ve halkların kardeşliği için mücadele etmelerine karşın, Kıbrıs Rum Toplumunun izahını da yapamadıkları, Hayır kararı ile çözümü kaybettiler. Bunun yol açtığı kırıklığı görmezden gelemeyiz.
Üstelik, 74 öncesi, barış mücadelesi içinde gelişen ve bu gün orta yaşı aşan insanların üzerinde, bunun yol açtığı yorgunluk ve 74 sonrası yetişen gençlerin içine girdiği hayal kırıklığı ile bu birleştiğinde, işin daha vahim olduğu ortaya çıkar.
Bu yüzden artık değişen nesil yapısı, işi çok daha zor bir hale sokmaktadır.
Günümüzde artık iş ve çalışma hayatında aktif olan bu 74 sonrasının yetişkin gençlerinin çoğunun yaklaşımında, bir başka yanın boy verdiğini görmezden gelemeyiz..
Bunlar evet, yine çoğunlukla düşünsel olarak demokrasi ve barış potansiyelinin içindedirler.
Ama artık akılları, beklentileri, dikkatleri, Kıbrıs sorununun bitmek bilmeyen çözüm devinimi yerine, daha ziyade içte, daha iyi yaşam, çalışma ve adil devlet düzenin nasıl kurulacağına dönük evrimleşmektedir.
Görüşme sürecini takip ediyorlar, ama eski heyecan yoktur... Toplum içindeki, Ekonomik, sosyal, demokratik değişim ve dönüşüm istekleri, daha öncelikli yer almaktadır.
Baksanıza onlar açısından günümüzde öncelik, görüşmelerdeki devinim ve tıkanıklık değil, daha ziyade "göç yasası" ve benzerlerinin tartışmasına dönüktür.
Bir hatırlayın 2002 dönemini. Bankalar krizine, ekonomik çöküşe karşın, iş ve emek dünyasının tüm unsurları, içteki ekonomik çelişkilerine karşın, önceliği Kıbrıs sorununun çözümüne vermişlerdi.
Ancak günümüzde bu nesil farklılaşması ile önceliklerin dünden farklılaşması da daha açık gözükmeye başladı.
Kısacası çözümsüzlüğün uzaması, artık nesil farklılaşması ile birlikte başkalaşmayı da getirmektedir.
Sayın Averof'un, Kıbrıs Rum tarafı açısından, Kuzeyden göç eden Kıbrıs Rum göçmen çocukları için getirdiği yaklaşım, eminim ki göçmen olmayan kesimlerin 1974 sonrası gelişen nesilleri içinde geçerlidir.
Bunun böyle olduğu ELAM'cı gençlerin ortaya çıkmasından bellidir.
Her şeye karşın, Kuzeyde büyük zorluklar içinde olmamıza rağmen, bu ırkcı hareketin Kıbrıslı Türk gençler içinde boy vermemesi, bizim için sevindiricidir. Ama bu böyle ilanihaye devam edecek mi? Bunu bilemem.
Kısacası, Güneyde, "uzun süreli mücadele" diyerek zamana oynama, Kuzeyde de çözümü endişeler ile uzatma çabaları, bu ülkeye ve halkına karşı yapılmış en büyük cinayettir.
Bu açıdan, Sayın Akıncı ile Sayın Anastasiadis'in sürdürdüğü görüşme sürecinin önemi çok açıktır. Bunun sonuç getirmemesi sonucunda, karşı karşıya kalacağımız tek şeyin, nesillerin Kuzeyde ve Güneydeki bu değişimi ile birlikte, adamıza dair Federal Birleşmeye dönük başkalaşma oluşacağı açıktır. Bunun ise adanın felaketi olacağını yeniden vurgulamak isterim.
Zaman, dar milliyetçi çıkarlara ulaşmak için tüketiltikce, adanın başkalaşması kaçınılmaz olacaktır.
Bunun, iki toplumun, demokratları, sol ve liberal kesimlerinin artık görmesi gereken kaçınılmaz bir gerçek olduğu açıktır.