SAYIN BÜROKRAT
Küçük çocuklar dizilmişler sıra sıra, okul otobüsüyle toplu mezarlara götürülüyorlar. Hep birlikte şarkılar söylüyorlar, şakalar yapıyorlar, gülüyorlar ve oynuyorlar. On dakika sonra hepsi taşlaşmış bir hikayenin canlı tanığı olacaklar. Halen yüreklerde kanayan bir yaranın kokusunu içlerine çekecekler. Ağlayacaklar. Katledilen nice insanın çıkarıldığı çukurlara masum gözleriyle bakıp, “Neden?” diye soracaklar. Sahi, Neden?
“Vahşet sınırlarını Türk kanıyla aşanlar...” İlkokulda bana bu şiirin ezberletildiğini hatırlıyorum. Sonrasında çok düşmanca olduğunu söyleyip yarışmalarda okumayı reddettiğimi de. Ne yarışması? Güzel milliyetçi şiirler okuma yarışması. Duygularınızı canlandıran, düşmanlığınızı hatırlatan, içinizdeki nefreti başka bir ulus için bedduaya dönüştüren küçük şiirler. Milliyetçiliğin yaratıldığını, ulusların bir mühendislik harikası olduğunu, çizilen sınırların hayal ürünü, içinde ölen insanların gerçek olduklarını farkettiğiniz sonraki yıllarınızda, dönüp o güzel yaşlarınızda başka şeyler öğretilemez miydi diye sorasınız geliyor. Gelmiyor. Küfrediyorsunuz.
Bugün yine sıra sıra dizilmiş çocukları uçaklara doldurup Çanakkale “Gezisi’ne gönderen zihniyeti sorgulamalıyız. Küçük çocuklara ilkokul sıralarında düşmanlık şiirleri öğreten, onları toplum mezarlara pikniğe gönderen ve çocukları savaş alanlarında şimdi gezmeye gönderen zihniyet arasındaki fark nedir? Hiçbir farkı yok. Hepsinin ortak tek bir amacı var: Kültürel yozlaşma veya dönüşüm. Homojen bir düşmanlık yaratma, nefreti canlı tutma, her daim mühendisliğin devamı. Güney’de farklı mı? Olmadığını gün be gün görüyoruz. Gençlerin ırkçı gösterilerde en ön saflarda yer alması, kilisenin saçmalamaları, ektiği düşmanlık tohumları, nefret söylemi halen devam ediyor. Fakat bunun karşıtı olarak biz de çocuklarımıza bunu mu reva görüyoruz? Hayır bu gezinin kültürel bir yozlaşma olmadığını söyleyecek ve itiraz edecek olan saygıdeğer bürokratlar varsa da anlayışla karşılıyoruz. Avantadan gezmek güzeldir sizin için, alıştığınız gibi.
Halen ateşkesin hüküm sürdüğü, “kutsal sınırlar”ımızdan giren çıkanların hesabının tutulamadığı, denetimsiz girişlerin olduğu, suç oranlarının gittikçe arttığı, ülkenin nüfusunun bile bilinemediği, mühendislik harikası bir nüfus politikası ile eritilen kültürün yaşamak için çaba sarfettiği bu topraklarda kaç günümüz kaldı?
Bunu TC Büyükelçisi Sn.Derya Kanbay’a sormak gerek. Verdiği beyanlarda FETÖ için etkin bir soruşturma yapılabilmesi için KKTC’de telefon dinlemenin yasal hale getirilmesi gerektiğini düşündüğünü söyledi. Benim de TC’deki hukuk düzeni ile ilgili söyleyecek birçok şeyim var da bu yazıya sığmaz. Zaten herkes herşeyin ve herkesin ne olduğunu biliyor. Kıbrıs küçük. Sn.Elçi bu gibi taleplerde bulunmadan önce kendi ülkesindeki terör örgütlerinin bu ülkeye nasıl geldiğinin hesabını versin, bu kişilerin kimlerden beslendiklerini, gelmişlerini geçmişlerini araştırsın, kamuoyuyla paylaşsın. Merakla bekliyoruz. Telefonla dinleme gibi bir talebi dillendirmeden önce de iki kere düşünsün.
Bu ülkenin gündemine baktığımızda dayatılan yozlaşmanın ne boyutlara vardığını görüyoruz. Her yerde cami açılışları, kimin kime gönül borcu varsa daha büyük cami yapma yarışı, çok minareli... Hala Sultan İlahiyat Koleji, orada verilen eğitim, bunlar bizim gündemimiz değil. Bunlar bu ülkeye dayatılan kültürel dönüşümün görüntüleri. Bir de görünmeyeler ve hasır altı edilenler var.
Temmuz geldi yine. Yakıcı bir sıcak. Adanın bir tarafı ağlarken, diğer tarafı sevinecek. Ağlayanlar sadece kendi acılarını görecek, sevinen taraf sadece kendi canlarına sevinecek. Yarın ne yaparsak yapalım savaşta kaybettiğimiz hiçbir yakınımız dirilmeyecek, kayıp insanlarımız yarın kapılarımızı çalmayacak, “ben” geldim demeyecek, her iki taraftaki toplu mezarlardan gül bahçeleri de olmayacak... Ne Türk ne de Rum ilelebet payidar kalacak. Bu toprakların bir zorunluluğu var. Acıları öğrenmek ve federal bir Kıbrıs çatısı altında birleşmek. Bundan başka seçenek dayatanlara bakın, önce banka hesaplarını, sonra ellerinde tuttukları koçanları, sonra da göbek bağlarını araştırın.
Nasıl mı değişecek onca çürümüşlük? Hayır diyerek. Bürokratlar önlerine konulan taslaklara, hükümetler dayatılan paketlere, öğretmenler gezi programlarına, hukukçular adil olmayan yasalara hayır diyerek çözülecek. Gerektiğinde sivil itaatsizlik, gerektiğinde eylem, gerektiğinde kaldır başını... Ama Hayır!
KKTC’nin bugüne kadar nasıl yaşatıldığını bilenler yarınlar için bu yapıyı teminat gösteremez. Bu kültürel yozlaşmaya karşı çıkmak gerek. Dayatılan milliyetçiliğe, dinin sömürülmesine ve siyasallaştırılmasına karşı çıkmak. Hep birlikte karşı çıkılmaz ise yarın sadece minarelerin sayısını saymakla yetineceğiz. Dört mü olsun altı mı?
Kaç olsun “Sayın Bürokrat”?