Sayın Eroğlu’nun Uykusu
Cumhurbaşkanı Sayın Dr Derviş Eroğlu’nun Radyo Vatan’da, Sayın Levent Özadam’la yaptığı söyleşide ifade ettiği sözler, gerçekten değerlendirilmeye değer.
Sayın Eroğlu, söyleşisinde yaşadığımız günlerde ortaya çıkan ve derinleşen ekonomik krizle ilgili olarak konuştu. Yaşadığımız sıkıntıları, Kıbrıs sorunu ile bağladı..
“Bir bıkkınlık ve memnuniyetsizlik var. İlk defa memlekette bu kadar memnuniyetsizlik var. Bu beni korkutuyor. Bir antlaşma olsun da nasıl isterse olsun noktasına vatandaş gelebilir mi diye düşündüğümden uykum kaçıyor” dedi.
Halbuki vatandaşın uykusunu kaçıran esas nokta, yaşadığımız günlerde içerisinde bulunduğumuz krizin onun yaşamına taşıdığı olumsuzluklardır. Alım gücünün düşmesi, dövizle yaptığı borçlanmanın akibeti. İşi, aşı…
Borcunun taksitinin artması, pahalılığın artması, gelirlerinin erimesi, ister yurt içinde, isterse yurt dışında okutsun, evladının okuması için ödediği okul harçlarına dönük yaptığı ödemenin yükselmesidir. Dükkanın, iş yerinin ve işinin geleceği. Hele hele işsizlerin derdi…
Kısacası bu günlerde, “Cumhurun” uykusunu kaçıran, geçim ve gelecek endişesidir. Ama “Cumhurun” başının uykusunu kaçıran ise, “vatandaş acaba ne isterse olsun, bir çözüme dönük eğilim içine mi girer” noktası imiş!
Hani, insani değerlerden uzaklaşmayı meziyet kılan a o büyük laf var ya. Yani, ” büyük devlet adamları sıradan meselelerle değil, büyük işlerle uğraşır”. İşte bu söz, kara bir mizah gibi, tam da buna denk düşüyor. Bu endişede insani yan yok. İnsan, devletin Merkezinde değil gerisinde.. Sayın Eroğlu’nun bu sözlerini bir de değişik açıdan da ele alalım.
MEMNUNİYETSİZLİK VE TESLİMİYET..
“İlk defa memlekette bu kadar memnuniyetsizlik var” diyor Sayın Eroğlu. Öyle mi? Bu ülkenin tarihinde, memnuniyetsizliğin az olduğu dönemler de olmuştur. Ama bundan da rahatsız olan bizzat Sayın Eroğlu oldu. Bunu da açıkça her açıdan yazabilirim. Ama konu bu değildir.
Bu ülkenin en olaylı ve memnuniyetsizliğin doruk olduğu dönemi, 1998- 2003 dönemidir. Memnuniyetsizliğin dorukta olduğu dönem bu idi. Bir yandan ekonomik krizler vurdu, TL bugün olduğu gibi düştü. Arkasından ekonomik tedbirler geldi, ortalık allem kallem oldu.
Bunlar yaşanırken, hop Bankalar krizi patladı. On binlerce insan bir anda battı.. Tepkiler o denli büyüdü ki tarihimizde ilk defa halk, KKTC Meclisi’ni bastı, işgal etti. Arkasından AB süreci ve malum olduğu gibi Annan Planı tartışmaları ve devinimi gerçekleşti.
Bugün, acaba halk, memnuniyetsizlikten ötürü ne isterse olsun bir antlaşmaya evet der mi diyen Cumhurbaşkanı Sayın Eroğlu, o günlerde de Başbakandı. Onun destekçileri, o günlerde, Meclis baskınının dahi, Rumların içimizdeki hainlerle birlikte organize ettiğini söylemekten de geri kalmamıştı.
Ayrıca o günlerde, “ekonomik sorunların istismarını yaparak, devleti Rumlara teslim olmaya zorluyorlar” diyerek, çözüm ve barış isteyenleri suçlamayı da en büyük milli görev saymıştılar.
Bu mantık nedeni ile bize 2002 Kopenhag zirvesini kayıp ettirdiler. Referandum hakkını bile halka çok gördüler. O günlerde bu mantık nedeni ile o denli endişeli idiler ki meşhur pasaport yasasını gündeme getirdiler. Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportunu alacak olanlara hapislik cezaları öngören yasayı Meclise sevk ettiler.
Şu oldu bu oldu. Sonuçta, 2003’ün içinde sınır kapılarını açtılar. Ne oldu? Bu halk güneye geçti, ama yurt bildiği yerden kaçmadı. Teslim olmadı, boyun eğmedi. Onurla, siyasi eşitlik için, çözümün tarafı oldu.
Hani o günlerde, iki dakikada, Rum’a ekonomik sıkıntılardan ötürü bu halkın teslim olacağını söyleyen “büyük devlet ve dava adamları vardı ya” . Bunun olmadığını, kendileri de hem yaşayarak, hem geçerek gördüler. Üstelik, bu halkın kendilerine rağmen mücadele ederek elde ettiği, 24 Nisan 2004 Referandum sonuçlarını da sonradan dönüp, bizzat hayır diyen kendilerinin de kabul ettiği noktaya geldiler.
KUZEY’DE VE GÜNEY’DE AYNİ MANTIK DEVREDE…
Şimdi 2014’teyiz, ayni mantık yine karşımızda. Ekonomik sıkıntılardan ötürü acaba halk, ne isterse olsun bir çözüme evet der mi? Yani TESLİMİYETÇİLİK umacası. Yapmayın artık. “Az gittik, uz gittik bir arpa boyu yol bile gitmediğinizi” artık ilan etmeyin. Artık, bu söylemler bir şey üretmiyor. Üstelik bu Kıbrıs Türk halkına hakarettir.
Evet, insanlar ekonomik sıkıntı içindedir. Sıkıntılarının aşılmasını isterler. Ama şunun da bilinci içindedirler. Kıbrıs sorununun çözümünün, ekonomik, demokratik ve toplumsal sıkıntıların aşılmasına katkı sağlayacağının da bilinci içindedirler. Ama bu böyledir diye, siyasi eşitlikten ve temel BM Parametrelerinin dışında bir çözüm arayış içinde de değildirler.
Şimdi, Sayın Eroğlu’nun bu sözleri, ekonomik sıkıntıları öne sürerek, görüşmeleri sürüncemeye sokan Sayın Anastasiadis’ in mantığında farklı mı? O da ekonomik sıkıntılar nedeni ile kimsenin, Rum tarafına baskı yapamayacağı gibi, sözde cesur bir milliyetçi söylem eşliğinde hareket ediyor. Bu nedenle, gerek BM’den, gerekse AB’ den, gerekse Türkiye’den ve Yunanistan’dan gelen, en iyi niyetli çözüm girişimlerini ve sözlerini dahi, ekonomik sıkıntılar gerekçelerini öne sürerek, çözüm girişimlerini umacı olarak göstermektedir.
Sayın Eroğlu’nun bu mantığı ile Sayın Anastasiadis’in mantığı arasında hiçbir fark yoktur. Ama, her iki taraftaki, “büyük devlet “ adamları, insanı, kendi ideolojik, politik ve dar milliyetçi yaklaşımlarının, gerisine koydukları için ekonomik, demokratik ve insani yanları değil, kendi dar milliyetçi sübjektif niyetlerini belirleyici yapmaktadırlar. Bu yüzden de hala görüşmelerin başlaması için yapılan görüşmelerde dahi bir arpa boyu yol almamışlardır. İşte mesele budur.