Seçim denen korku filmleri
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki başkanlık ve parlamento seçimleri birer korku filmi gibi. Çeşitli manevralar ve oyunlarla ülkelerin ve dünyanın kaderini belirleyecekler belirleniyor. İttifaklar ve isabetsiz adaylar, oyun kurucuların yanlış yönelimleri hayatlarımızı ipotek altına alabiliyor. Yakın tarihin bazı tozlu sayfalarına dönersek kimi seçim sonuçlarının pekâlâ daha farklı olabileceğini, bugünkü kötü gidişlerin engellenebileceğini görebiliriz. Ne yazık ki mantık yolu bir yana yaratıcı seçeneklerin yoksunluğu, direngen kurum ve yapıların yolu tıkaması, kişisel çıkar hesapları, iktidar ihtirasları ve benzeri faktörler geleceğimizi çiziyor. Gelmekte olan felaketleri hep birlikte izliyoruz. Birileri uyarıyor bir göktaşı yaklaşmakta diye ama herkes kendi gündemiyle meşgul ve hiçbir uyarı inandırıcı değil. Ayrıca o uyaran kim ki ülkenin ve dünyanın gündemini değiştirecek.
Bir ülkece bir seçim olunca değişen sadece tepedeki karar alıcılar olmuyor, bütün bir hayat değişiyor, bir gelecek biçim alıyor. Hem ülkeleri hem de dünyayı etkiliyor bu. Çeşitli ülkelerde bunun örneklerini gördük. Küçük oyunlarla yenik düşenlerin kederini içimizde hissettik. En kötüsü başka türlü olması çok mümkünken başarılamamış olmasıydı dünyanın iyiliği için olanın.
Dünyadaki, bölgemizdeki, Türkiye’deki, küçük ülkemizdeki gelişmeleri bu kadar kafama takıp izlemeyim diyorum ama izliyorum işte. Hem de gece gündüz… Dehşet içinde izliyorum, kaygı ve korkuyla izliyorum. Gelecek yıllarla ilgili vereceğim kişisel kararlar için de önemli bu… Çocuklarımız, torunlarımız içinse son derece önemli.
Chomsky reklamcılar bir diş macununu pazarlıyorsa bir başkan adayını da öyle pazarlıyorlar demişti yıllar önce Kıbrıs’ta yaptığı bir konferansta. Sadece o değil; korku salarak, kaygılar yaratarak yürütüyorlar kampanyalarını. İnsan canına kastederek, terör saldırıları filan organize ederek, savaş çıkararak yapıyorlar. Biz öylece bakarken ya da çaresizlik içinde oraya buraya koşarken atı alıp Üsküdar’ı geçiyorlar.
Ülkelerin tarihleri kandırılmış kitlelerin yanlış seçimlerinin getirdiği felaketlerle dolu. Direnişe geçenlerin en acımasız biçimde ezilişleri ile dolu. Bir şeyler yapmak için direnenlerin karalama kampanyaları ile marjinalize edilmesi, hızla yayılan sahte haberlerin geleceğe yön verişiyle dolu. Esas tartışılması gereken bu kıskaçlardan nasıl çıkılacağı belki de.
Ne garip bir dünya; bir insanın kötü ruh hali, travmatik çocukluğu ya da şu veya bu nedenle yataktan ters kalkması bile etkileyebiliyor kaderlerimizi. Yanılmak, yanlışa yelken açmak öylesine kolay ki bir yandan da. Nasıl manipüle edileceğimizin ilmini geliştirmiş kimileri. Bütün bunlar bir yana matematik sosyolojiden daha önemli kimi zaman. Denklemi öyle bir kurarsın ki zayıf olan kazanır.
Geçenlerde yaşıtlarımla geçmiş günleri yad ederken hayat hikayelerimizin nasıl başka türlü de yazılabilecek olduğunu düşündüm. Bu kolektif depresyon hali içimi burktu.
Beni sorarsanız öyle umutsuz filan değilim. Dinamizm, bir mücadele içinde olmak iyimser kılar insanı. Neyin mücadelesini veriyorsun diye sorarsanız öncelikle kendimi sağlam tutmanın, rotamı kaybetmemenin mücadelesi diyebilirim.
Umutsuz filan değilim çünkü düşünce ve kaygılarımda yalnız olmadığımı biliyorum.
Biz haklı ve güzel olanlar yeniliyoruz çoğu zaman. Yenilmeyebiliriz de ama. Yenilmemeyi planlayacak kadar zeki ve duyarlıyız her şeyden önce. Engel olan, geleceği böyle karartan ne onu da saptayabiliriz.
Buna rağmen tarih başkalarının dilediği gibi yazılmaya devam ediyorsa bunun nedenleri üzerine oturup tartışmalıyız. Yıllarca tartıştık da neye yaradı diyeceksiniz ama çok şeye yaradı aslında.
Sorun çok kişi tartışırken kararı verenlerin birkaç kişi olması belki de. Daha katılımcı mekanizmaları geliştirdiğimizde, birbirimizi sükunetle dinlemeyi öğrendiğimizde, oyunu bozan detaylar konusunda tetikte olduğumuzda, kalpten gelen bir istekle hareket ettiğimizde, geçmiş yanlışların öğretisine kulak verdiğimizde kazanabiliriz belki.