“Seçim hükümeti daha gerçekçi”
DAÜ Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ahmet Sözen, koalisyon kurmanın sadece aritmetikle alakalı olmadığını, seçimlerden öncesi ve seçim döneminde yapılan beyanatlara bakıldığında bazı koalisyon kombinasyonlarının mümkün olmadığının görüldüğünü belirtti
“Partiler ‘ben hesap soracağım’ diyorsa bu önemlidir. Bundan dolayı şu anda artimetiğe ve seçim dönemindeki konuşmalara bakınca, 4’lü bir koalisyon, CTP-HP-TDP-DP daha mümkün görünüyor. Bir başka alternatif, belki, UBP-YDP-DP’dir”
“Bir seçim hükümeti kurulmasını daha gerçekçi veya mümkün görüyorum. Üç veya dört partinin anlaşarak ve bir program çıkararak, ülkeyi hem seçime taşıması, hem de o süreçte belli icraatları yapması... UBP-DP-YDP kurarsa daha seçime yönelik olacağı barizdir...”
Ödül Aşık ÜLKER
Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Politikalar Merkezi Başkanı, İşletme ve Ekonomi Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Sözen, milletvekilliği sonuçlarının kendisi için sürpriz olmadığını söyleyerek, koalisyon kurmanın sadece aritmetikle alakalı olmadığını, seçimlerden öncesi ve seçim döneminde yapılan beyanatlara bakıldığında bazı koalisyon kombinasyonlarının mümkün olmadığının görüldüğünü belirtti.
Prof. Dr. Sözen, aritmetiğe ve seçim döneminde söylenenlere bakınca 4’lü yani CTP-HP-TDP-DP koalisyonunun daha mümkün olduğunu belirtti.
Bir seçim hükümeti kurulmasını daha gerçekçi gördüğünü de kaydeden Prof. Dr. Ahmet Sözen, “Üç veya dört partinin anlaşarak ve bir program çıkararak, ülkeyi hem seçime taşıması, hem de o süreçte belli icraatları yapması... UBP-DP-YDP kurarsa daha seçime yönelik olacağı barizdir. Belki daha önceki icraatlarına benzer vatandaşlık dağıtımı, kırsal kesim arsası dağıtımı gibi faaliyetler yaparak oy tabanını daha da genişletmeye gidecektir. Diğer alternatifte, CTP-HP-DP-TDP seçim hükümetinde, örneğin erken seçim için bir yıllık bir hedef koyarlar, ‘o güne kadar da belli yolsuzlukların üzerine gideceğiz, seçim yasasını yeniden gözden geçireceğiz, bütçeyi geçireceğiz, Türkiye ile olan protokolü revize edeceğiz’ derler. Ülkeyi seçime hazırlarken bir taraftan da belli konularda da icraat yaparlar” diye konuştu.
Prof. Dr. Sözen, UBPli bir hükümetin, müzakerelerde hükümetin icraatları gerektiren kararlar alınması durumunda müzakereleri yürüten kişi olarak Cumhurbaşkanı’nın pozisyonunu sıkıntıya sokabileceğini söyleyerek, “UBPli bir hükümet olsa da, Kıbrıs Türk toplum lideri, müzakerelerin yürütücüsü olarak, Türkiye ile istişare yaptıktan sonra, ‘müzakerelere mevcut parametreler ışığında geri dönelim’ diyorsa, hükümetin yapabileceği fazla birşey yoktur” dedi.
“Sürpriz olmadı”
Soru:Seçim sonuçlarını nasıl değerlendirirsiniz?
Prof. Dr. Sözen: Benim için büyük bir sürpriz olmadı. Yapılan kamuoyu araştırmalarına biraz yakından, biraz objektif bakınca, hata paylarına ve manipülasyonlara baktıktan sonra sonuçlar bana çok garip gelmedi. Sadece CTP’nin bir kaç puan yukarıda olabileceğini hissediyordum ama onun dışında diğer sonuçlarda bana sürpriz gelen birşey yok.
Soru: Kilitlenme gibi bir durum var. CTP, HP ve TDP, UBP ile koalisyon kurmam diyor, DP ve YDP “olabilir” noktasında. Aritmetiğe bakınca ihtimalleri nasıl görüyorsunuz?
Prof. Dr. Sözen: Koalisyon hükümeti kurmanın sadece aritmetikle alakalı olmadığını düşünüyorum. Hükümetin kurulma aşamasında ve kimin meclis başkanı olacağı açısından aritmetik önemlidir ama seçimlerden önce ve seçim döneminde yapılan beyanatlara baktığınız zaman bazı koalisyon kombinasyonlarının mümkün olmadığını görmek lazım. Bazı partiler bu sistemden şikayet ediyorsa ve “dün dündür, bugün bugündür” sistemini değiştirme iddiasıyla ortaya çıkmışlarsa, elbette seçim döneminde söyledikleri çok önemlidir. HP’nin, CTP’nin ve TDP’nin, UBP ile hükümet kurmaya meyilli olmadıklarını çok rahat bir şekilde görürsünüz ve bu da doğal haklarıdır. Şu anda bir manipülasyon, algı operrasyonu yapılmaya çalışılıyor, “halkın iradesine saygı gösterin, sorumluluklarınızı yerine getirin” diye ama unutmamak lazım ki, insanlar partilerin vaatlerini dinledi ve onlara oy verdi. Eğer partiler “ben hesap soracağım” diyorsa bu önemlidir. Bundan dolayı şu anda artimetiğe ve seçim dönemindeki konuşmalara bakınca, 4’lü bir koalisyon, CTP-HP-TDP-DP daha mümkün görünüyor. Bir başka alternatif, belki, UBP-YDP-DP’dir.
Seçim hükümeti...
Soru: Sizce yeniden seçim var mı?
Prof. Dr. Sözen: Yasaya göre 60 gün içerisinde hükümet kurulamazsa seçim yenilenir. Böyle bir olasılık var ama bunun çok yüksek olduğunu düşünmüyorum. Eğer seçim yenilenecekse, yenilenecek seçimden önceki kampanya döneminde yapılacak olan vaatler, sloganlar önemlidir. Eğer orada “istikrar” konsepti üzerinden başarılı bir kampanya olursa, sırf istikrar için belki de UBP’nin oyu yükselebilir. İlle de böyle olacak demiyorum, insanlar yeniden oturup düşünecek ve oyunu kullanacak.
Bu arada %30 civarında sandığa gitmeyen bir kesim var. Hayatta olmayan insanlara seçmen kartı geldi örneğin. 190 bin seçmenin hepsi hayatta mı, ne kadarı adada yaşıyor? %66 katılım oranı aslında batı standardlarında sürpriz değil, Amerika’da daha da düşüktür.
Bir seçim hükümeti kurulmasını daha gerçekçi veya mümkün görüyorum. Üç veya dört partinin anlaşarak ve bir program çıkararak, ülkeyi hem seçime taşıması, hem de o süreçte belli icraatları yapması... UBP-DP-YDP kurarsa daha seçime yönelik olacağı barizdir. Belki daha önceki icraatlarına benzer vatandaşlık dağıtımı, kırsal kesim arsası dağıtımı gibi faaliyetler yaparak oy tabanını daha da genişletmeye gidecektir. Diğer alternatifte, CTP-HP-DP-TDP seçim hükümetinde, örneğin erken seçim için bir yıllık bir hedef koyarlar, “o güne kadar da belli yolsuzlukların üzerine gideceğiz, seçim yasasını yeniden gözden geçireceğiz, bütçeyi geçireceğiz, Türkiye ile olan protokolü revize edeceğiz” derler. Ülkeyi seçime hazırlarken bir taraftan da belli konularda da icraat yaparlar.
Basında yerel seçimlerlerle birlikte yapılması da konuşuluyor ama partiler bir araya gelip yerel seçimlerle yapma konusunda bir tartışma yaptı mı bilmiyorum. Bunun bir kısmı da manipülasyondur. Eğer hedefte seçim yasasını değiştirmek, yolsuzlukların üzerine gitmek varsa, yerel seçimlere kadar bunun mümkün olacağını ben düşünmüyorum.
Çavuşoğlu’nun açıklaması...
Soru:Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu seçimlerden hemen sonra bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Sözen: Sayın Çavuşoğlu’nun hükümetin kurulması bakımından gösterdiği aciliyeti anlayabiliyorum çünkü Rum tarafındaki seçimlerden kısa bir süre sonra uluslararası toplumun müzakereleri tekrardan başlatabilme imkanını araştıracağı çok barizdir. Tarafların müzakerelere katılmayı reddetmesi veya “biz katılmayız” demesinin çok zor olduğunu düşünüyorum. Kıbrıs müzakere tarihine baktığım zaman da tarafların, istemeden de olsa, uluslararası toplumdan bir motivasyon, cesaretlendirme geldiği zaman müzakerelere tekrar başladığıdır. Her ne kadar Crans Montana’dan sonra “parametreler artık geçerliliğini yitirdi” yönündeki bazı açıklamaların sadece o gün söylenen sözler olduğunu ve tarafların tekrardan müzakereye oturacağını düşünüyorum. Durum bu ise, önümüzde çok fazla zaman yok ve bir hükümetin muhakkak kurulması, Cumhurbaşkanı ve Türkiye ile istişare etmesi gayet doğaldır. Ama bu açıklamayı ben iki yönden sakıncalı gördüm. Birincisi, nasihat verir gibi, “koalisyona girmeyiz tavrını bir kenara bırakın” sözü iç siyasete bir müdahale gibi de algılanır. Bir dışişleri bakanının bu konuda biraz daha dikkatli olmasında fayda vardır. İkincisi, bir ülkenin dışişleri bakanının başka bir ülkenin sistemi için “sizin sisteminiz iyi değildir” imasında bulunması, “biz başkanlık sistemine geçtik, memnunuz, siz de ona geçin” gibi bir tavsiyede bulunması da çok hoş değil. Ben Mevlüt Çavuşoğlu’nun yerinde olsam, “hayırlı olsun, bizim de beklediğimiz kısa bir süre sonra bir hükümetin kurulması ve bu hükümetle istişare ederek, 2018’de müzakere sürecinin yönetilmesi konusunu ortaklaşa belirlemeyi bekliyoruz” gibi daha diplomatik bir açıklama yapardım.
“Hükümet uyum içinde değilse, Cumhurbaşkanı’nın hayatını zorlaştırabilir”
Soru: UBP’li bir hükümet müzakere masasına nasıl etki eder?
Prof. Dr. Sözen: Uluslararası hukukta, prensiplerde “devletlerin sürekliliği” ve “ahde vefa” prensibi var. Devletlerin özellikle uluslararası anlaşmalara uyma zorunluğu vardır. 1977-79 Doruk Anlaşmaları, iki toplumu bağlayan anlaşmalardır. Bunlardan belki bir referandum yaparak, halka sorarak geri çekilebilirsiniz. Ama bunu yaparsanız da, sonuçlarına katlanırsınız. Uluslararası toplumun buna bir tepkisi olacaktır. Böyle bir siyaset değişikliğine şimdiye kadar ne Kıbrıslı Türk, ne de Kıbrıslı Rum bir lider yanaşmıştır. “İki bölgeli, iki toplumlu federasyon” parametrelerine sıcak bakmayan liderler bile buna yeltenmemiştir çünkü o bedeli hesaplamışlardır.O yüzden UBPli bir hükümet olsa da, Kıbrıs Türk toplum lideri, müzakerelerin yürütücüsü olarak, Türkiye ile istişare yaptıktan sonra, “müzakerelere mevcut parametreler ışığında geri dönelim” diyorsa, hükümetin yapabileceği fazla birşey yoktur. Ama müzakerelerde toplum liderinin aldığı bazı kararlar, hükümetin icraatlarını gerektiriyorsa, hükümet de uyum içinde değilse, Cumhurbaşkanı’nın hayatını zorlaştırabilir. Örneğin bir sınır kapısı açılımında, oradaki ihaleleri geciktirebilir, Rumların Kuzey’deki kiliselerde ayin yapması konusunda sıkıntılar yaratabilir. Ve Cumhurbaşkanı’nın, yani müzakereleri yürüten kişinin pozisyonunu sıkıntıya sokabilir.
Güney’deki seçimler...
Soru: Güney’deki seçimlerden sonra bir hareketlenme bekleniyor. Öncelikle Güney’deki seçimlerde ilk üçte görünen Anastasiades, Malas ve Papadopulos’un duruşlarını ve seçilmeleri durumunda müzakerelerin durumunu nasıl görüyorsunuz?
Prof. Dr. Sözen: Bir masa kurulacak diye hissediyorum ama Güney Kıbrıs’taki seçimlerde hangi adayın kazanacağı çok önemlidir. Bağımsız aday, AKEL destekli Stavros Malas kazanırsa, hem Malas’ın yaptığı açıklamalara, hem de AKEL’in pozisyonuna baktığımız zaman, müzakere masasına Crans Montana’da kalınan yerden devam etme noktasında olduklarını görüyoruz. Böyle bir adayın kazanması demek, müzakerelerin çok kısa bir süre içinde başlaması konusunda niyetli olduklarının bir göstergesidir.
Anastasiades kazanırsa, ki birçok kamuoyu araştırması onu en şanslı aday gibi gösteriyor, o da “Crans Montana’da kaldığı yerden başlasın” diyor ama seçim döneminde, güvenlik-garantiler konusunda pozisyonunu sertleştirmiştir. O da seçilirse, çok uzun zaman geçmeden müzakerelere dönmek zorunda kalacağını düşünüyorum.
Tasos Papadopulos’un oğlu Nikolas Papadopulos’a gelince, açıklamalara bakınca babasından çok farklı olmadığını ve oldukça milliyetçi bir çizgide olduğunu, “iki bölgelilik” gibi yerleşik parametrelerin bir kısmını sorguluyor. Seçilmesi durumunda, müzakere masasına ne kadar zamanda oturur bilemiyorum. “Hiç oturmaz” diyenler var ama ben, en azından son 25 yıldır, müzakerelerle ilgili yaptığım araştırmalarda gördüm ki, 68’den beri Makarios’tan Papadopulos’a, Denktaş’tan Eroğlu’na bütün Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerin hepsi müzakere masasına oturmak zorunda kalmıştır. Oturdukları zaman samimiyetle müzakere edip etmedikleri sorgulanabilir ama hiç birisi “oturmuyorum” diyememiştir. O yüzden Nikolas Papadopulos seçilse bile masaya oturmak zorunda kalacaktır, belki müzakerelerin hazırlık süreci biraz daha uzun olur o zaman.
GUTERRES’İN RAPORU...
“Taraflar, müzakere sürecine gireceklerse, bunu iki defa düşünmeleri lazım”
Soru: BM Genel Sekreteri Guterres’in altı aylık raporunun salı günü gayrı resmi olarak Güvenlik Konseyi üyelerine verildiği basına yansıdı. Raporu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Sözen: Basında gördüğüm kadarıyla güven yaratıcı önlemlere ve iki toplum arasındaki güven uçurumunu azaltacak faaliyetlere vurgular var. Burada en önemli konu, BM’nin daha önce kaçındığı, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon ve enerji kaynakları konusunda iki tarafın faydasına kullanımına vurgudur. Bence bu yeni ve müspet bir durum. Bu Rum tarafının çok hoşuna gitmeyecek birşeydir.
Guterres’in, Crans Montana’daki süreç çöktükten sonra, iyi niyet misyonu çerçevesinde, Güvenlik Konseyi’ne yazdığı rapordaki önemli mesajları da hatırlamakta fayda var. Guterres, “Crans Montana’da bu süreç sona erdi, iki taraf seçim sürecine giriyor, o dönemde müzakere yapmanın fazla bir anlamı yok. Şimdi düşünme ve değerlendirme yapma zamanıdır” demişti. Son raporda da buna vurgu var.
Bir önceki iyi niyet raporunda, “BM Genel Sekreteri olarak iyi niyet misyonumu tekrardan başlatmaya hazırım, iki lider bana ortak davet yaparsa” demişti. Ayrıca “Crans Montana’ya gelene kadar çok önemli ilerlemeler kaydedildi, bunların korunması lazım” diyor ve Crans Montana’da gidilecek son bir mil vardı ve esas amaç stratejik bir anlaşmaya ulaşmaktı. Burada murad edilen Gali Fikirler Dizisi’ne benzeyen, anlaşmanın çerçevesinin ortaya çıkması ve detayları teknik insanların yapmasıydı. Tabi ki Guterres Çerçevesi ışığında... Guterres’in raporunda liderlere söylediği şey, “eğer beni tekrardan müzakerelere ev sahipliği yapmaya çağırıyorsanız benim çerçevem de budur. Son Crans Montana’da bıraktığınız yerden son mili yürüyecekseniz ben varım.” Yani “müzakere etmeye karar verin, ben gelirim, siz isterseniz sıfırdan başlayın” mesajı yoktur. O yüzden taraflar, müzakere sürecine gireceklerse, bunu iki defa düşünmeleri lazım, özellikle üç garantör ülke de dahil olacaksa, bence sürece girdikten sonra kaçış yolu kolay olmayacaktır.
“Bölgesel ve küresel gelişmeler de önemlidir”
Müzakereler tekrar başlayacaksa bölgesel ve küresel gelişmeler de önemlidir. Türkiye-ABD ilişkileri en kötü dönemde. Eskiden Amerika bu bölgede önemli bir aktördü ama bugün ABD Ortadoğu’dan neredeyse çıkmış durumda ve en önemli aktör neredeyse Rusya olmuştur. Eskiden ABD Kıbrıs konusuna çok dahildi, yetkilileri defalarca adaya geldi. Trump döneminde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın içi boşaltıldı, Kıbrıs’la ilgilenen pek birileri yok, ABD’nin Kıbrıs’a ilgisi ve etkisi azalmıştır.
“Türkiye’nin bir şekilde motive edilmesi lazım”
Bu arada, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa gezisi sonrasında Türkiye’nin AB ilişkilerinin artık üyelik değil, imtiyazlı ortaklık gibi başka bir yörüngeye girdiğini görüyoruz. Yani AB’nin Türkiye üzerindeki etkisi azalmıştır. Bunlar olmayınca Türkiye’nin masaya oturmak için motivasyonu nedir? Tek önemli faktör var, belki bölgesel enerji kaynaklarının kullanımı olabilir. Türkiye’nin enerji kaynaklarını şekillendirmesi, Rusya’ya olan bağımlılığının azaltılması önemli ama Türkiye’nin İsrail ve Mısır’la bölgedeki diğer aktörlerle ilişkilerini normalleştirmesi gerekir. Böyle bir de denklem var. Crans Montana sonrasında yaratılan algı, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı’nı 10 gün oraya gönderip, güvenlik-garantiler konusunda açılım yaptıktan sonra uluslararası toplumda “Türkiye üzerine düşeni yapmış” diye algılanıyor. Şu anda Türkiye, Kıbrıs konusunda moral üstünlüğü elinde tutuyor. Türkiye’nin bir şekilde motive edilmesi lazım. “Biz üzerimize düşeni yaptık, top Rumlarda” deyip, isterse Türkiye müzakerelerin başlamasını geciktirebilir.
Yapılması gereken bütün gerçekleri, bölgesel gelişmeleri iyi değerlendirip, müzakerelerin yürütücüsü olan Cumhurbaşkanı’nın liderliğinde, hükümetin ve muhalefetin katılacağı, Türkiye ile de istişare edilerek bu sürecin götürülmesinde fayda var. Herkes devlet adamlığı ağırlığını ve sorumluluğunu bilecekse, bunun böyle olması lazım.