Seçim Medyası
• Yoksa imaj pazarlanan gösterilerin seyircisi durumuna mı getirildik?
Okurun-izleyicinin kafası karışık; seçim döneminde medya içeriklerinin propaganda ile dolu olduğundan şikayet eden çok.
Gerçekten de medya - siyaset ilişkisi, seçim dönemlerinde özel bir görünüm kazanıyor. Seçim propaganda çalışmaları artık dünyada olduğu gibi bizde de ağırlıklı olarak medya üzerinden yürütülüyor. Mitingler, bildiriler, ev-köy ziyaretleri v.s. yine var ama giderek daha geri plana itiliyorlar.
Gazete, TV, radyo, internet ve hatta sosyal medyanın yoğun şekilde seçim malzemesi ile doldurulması bazı okurların tepkisine yol açıyor; ‘bıktık bu seçim haberlerinden’, ‘haberlerle propaganda birbirine karışıyor’ diye şikayet eden okurlar da var.
Eleştirleri topyekün ‘haklı’ ya da ‘haksız’ diye değerlendirmek oldukça zor. Çünkü hem siyasetin kendisi, hem siyaset- toplum ilişkisi hem de siyaset- medya ilişkisi fazlasıyla karmaşık görünüyor. Bu durumda çoğulcu demokrasi; fırsat eşitliği; özgür medya, söz-düşünce ve ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi (kutsal!) kavramlara dayanarak bazı saptamalar yapmak, konuyu açıklığa kavuşturabilmek açısından en doğru yol olacaktır.
1. Medyasız propaganda olmaz: Siyasal partiler ve serbest seçimler demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. Bir ülkede siyaset yozlaşsa bile bu gerçek değişmez. Siyasilerin seçim döneminde, kendi düşünce, program ve propagandalarını medya yoluyla seçmene ulaştıramayacaklarsa hangi yolla ulaştıracaklar? Kısacası medyasız seçim ve propaganda olmaz.
2. Esas mesele eşitlik: Seçim dönemlerinde medyadaki propaganda unsurunun varlığı kaçınılmaz görünüyor. Medyanın propagandadan arındırılmasını savunmak, demokratik düşünceyle bağdaştırılır bir yaklaşım olamaz. Bu noktada esas sorun, medyanın farklı siyasi unsurlara eşit olanaklar sağlayıp sağlamadığıdır. Kuzey Kıbrıs’ta hemen hemen her seçim döneminde, bazı siyasi parti veya adayların, medyada kendilerine eşitsiz davranıldığı konusunda eleştirilerine tanık olduk. Eleştirilerin büyük çoğunluğunda haklılık payı vardı. Bugün, durumun eskisinden daha iyi olduğunu teslim ederken, siyasilere eşit olanak sağlayan bir medyamız olduğunu maalesef iddia edemiyoruz.
3. Seçim dönemiyle sınırlı değil: Medyamızın siyasete karşı eşitsiz yaklaşımı seçim dönemleriyle sınırlı değildir. Medya içerikleri, daha çok (egemen siyasete ait olan) geleneksel siyasi ve kültürel değerleri aktarır. İzleyicinin seçime yönelik davranışını esas belirleyen bu tür açık ve kapalı mesajlar ve tekrarlardır. Seçim dönemindeki propagandayı ise bir tür ‘reklam yarışı’ olarak tanımlayabiliriz.
4. Demokratik medya değil ‘Medya demokrasisi’: Siyasi düşüncelerin medya yoluyla yurttaşa ulaşmasının, demokratik yaşam için vazgeçilmez olduğunu söylemiştik. Kuzey Kıbrıs medyasının şu anda bunu yaptığını söyleyebilir miyiz? Farklı düşünce, program, proje ve öneriler mi karşımıza çıkıyor? Yoksa imaj pazarlanan gösterilerin seyircisi durumuna mı getirildik? İstisnalar bir yana siyasetin giderek düşünce çatışmalarından uzaklaştığına tanık oluyoruz. Bu aslında global bir sorun; önce gelişmiş Batı ülkelerinde siyaset, kendi dinamiklerini terketmeye ve ticarileşmiş medyanın tiraj-rating dürtülerinin biçimlendirdiği (diziler gibi) popüler biçimlere kaymaya başladı. Bu eğilim, yeni medya teknolojilerinin de katkısı ile giderek bütün dünyada egemen oldu. Thomas Meyer, ‘siyasetin medya emirlerinin işlevsel mantığına boyun eğmek zorunda kaldığını’ belirterek, bu sistemi ‘Medya Demokrasisi’ diye adlandırdı.
5. Nerde o tartışma programları?: Siyasal rejimin bizde de bir medya demokrasisine dönüştüğüne tanık oluyoruz. Siyasi kurum ve partilerin düşünce ve duruşları giderek silikleşiyor, imajlar ön plana çıkıyor. Radyo ve televizyonlarda düşüncelerin çatışmasından çok, siyasilerin tek başına yaptıkları şovlara tanık oluyoruz. Farklı siyasilerin ayni programda saatlerce tartıştığı zamanları bir hatırlayalım. Şimdi nerde o programlar? Hem siyasi tartışma programları azaldı, hem de siyasiler-adaylar bu programlarda karşı karşıya gelmekten kaçınıyor. Herkes kendi ayrı şovunu yapmayı tercih ediyor. Kısacası medya izleyicileri, seçim dönemi olsun olmasın, propaganda olsun olmasın, siyasetle ilgili medya içeriklerinin, fikirlerden arındırıldığı ve bir imaj bombardımanına dönüştüğü yolunda bir eleştiride bulunurlarsa, bu kesinlikle haklı bir eleştiri olacaktır.
6. Propaganda ile haberin içiçe geçmesi: Demokratik yaşam açısından en önemli medya ürünü haberdir. Anayasa ve yasalar da haberin önemine uygun olarak, onun gerçeklik ve nesnellikten koparılmasını engellemeye yönelik bir öz taşırlar. Uygulamada bu çok zordur ve özellikle seçim dönemlerinde teklike daha da büyüyor.
Dolayısıyla okur tepkilerini, yurtaşın seçim dönemlerinde doğru dürüst bilgilenme hakkının elinden alınması ve olayları aktarmanın propagandaya alet edilmesine yönelik bir eleştiri olarak değerlendirmek daha anlamlı olacaktır.
------------------------------------------------------------------------------------
Guardian’a İlk Kadın Yönetmen
Geçen hafta ve önceki haftaki yazılarımızda kadın hakları ve medyada kadın-erkek eşitsizliği konularını ele almıştık. Konumuzla ilgil dün gazetelerde çok anlamlı bir haber yayınlandı.
Haber kısaca şöyle: ‘…İngiliz basınının köklü gazetelerinden Guardian'ın yeni genel yayın yönetmenliğine bir kadın atandı. Katharine Viner, Guardian'ın 194 yıllık tarihinde gazetenin başına geçen ilk kadın genel yayın yönetmeni oldu...’
Haber bir yandan, kadın hakları açısından olumlu bir gelişmeyi haber veriyor gibi görünüyor ama öte yandan, İngiltere gibi bir ülkede bile, önemli bir yayın organının başına, ancak 194 yıl sonra bir kadının gelebilmesi ile kadın-erkek eşitsizliğinin ne kadar köklü ve ne kadar çok boyutlu bir sorun olduğunu ortaya koyuyor.
Tekrar vurgulayalım; dünyanın örnek aldığı İngiliz demokrasisinde ve dünyanın örnek aldığı İngiliz basınında bile…