Seçim programları, aday performansları
Seçim programlarına katılmamak, tek başına bir adayın seçim kaybetmesine neden olmuyor.
Bunu geçmişte de yaşadık ve gördük.
Eroğlu 2010 seçimleri öncesinde de diğer adaylarla birlikte kamera karşısına çıkmadı.
Onca çağrıya, onca eleştiriye rağmen bu kararında bir değişiklik yapmadı, ekranlarda boy göstermedi, ama seçimi kazandı.
Eroğlu ve ekibi, bu seçimde de aynı taktiği uyguluyor, Eroğlu yine diğer adaylarla herhangi bir seçim programında karşı karşıya gelmiyor.
Bu yöntem ona yine seçim kazandırır mı bilemem, ama kaybedecekse eğer, bunun ana nedeni, katılmadığı bu programlar olmayacak.
Dolayısıyla da ‘Eroğlu diğer adayların katıldığı programda olmayarak, havlu atmıştır’ şeklindeki yorumlara katılmıyorum.
Eroğlu bu kez seçim kaybedecekse, bunun nedenleri çok başka olacak.
***
Seçim programlarına katılmak, bu tür platformlarda diğer adaylarla karşı karşıya gelip görüşler bazında onlarla tartışmak önemli.
Eroğlu bundan kaçıyor.
Ve kaçma nedenini de hepimiz biliyoruz.
Ancak bu programlara katılıp da dişe dokunur bir fikir beyan edememek, izleyiciyi bu anlamda doyuramamak bir adaya ne fayda sağlar, o da ayrı bir tartışma konusu sanırım.
Dolayısıyla o platformda olmak, tek başına yeterli değil.
O platformda varlık gösterebilmek, gerek ağzınızdan çıkanlarla, gerekse vücut jestlerinizle seçmeni ikna edebilmek şart.
Aksi, o ekrana çıkmamış olmaktan daha kötü sonuçlara neden olabiliyor çünkü ne yazık ki.
En azından, herhangi bir adayın fanatiği olmaksızın, bu tür programları objektif bir bakış açısıyla izlemeye çalışan insanlar için...
***
Yazıyorum kaç defadır, İngiltere’de de seçim var çok yakında; parlamento seçiminin tarihi 7 Mayıs.
Ve geçtiğimiz hafta seçime katılacak 7 siyasi partinin başkanı, ilk kez bir televizyon programında karşı karşıya geldiler.
Son derece interaktif, herkesin cevap hakkını son derece kısa vakitlere ve hiç de fena olmayan bir verimle sığdırdığı, toplam 2 saat süren bir canlı yayındı.
Programın hemen sonrasında, parti liderlerinin performanslarına dayalı olarak yapılan bir anketin sonuçları da yayınlandı.
Ve bu anketin sonuçları, elbette bir noktaya kadar, partilerin destekçi sayısıyla doğru orantılı olarak şekillendi.
Ama oy oranı daha yüksek olmasına rağmen geceyi çok da başarılı bir biçimde kapatamayan bir aday, daha düşük oy oranına sahip adayın gerisinde kaldı, bu anket verilerine göre.
Yani izleyicinin performans tespiti yaparken dikkat ettiği tek kriter, ‘sempati’ olmadı.
Kimin daha etkili konuştuğu, kimin sorunlara ilişkin daha somut öneriler ortaya koyduğu ya da kimin diğer adaylar karşısında yetersiz kaldığı, kimin yuvarlak laflarla seçmene hoş görünmeye çalıştığı, bütün bunlar da bu ankete yanıt veren seçmen için önemliydi, belli ki.
Bizde bu tür performans anketleri yok.
Keşke olsaydı.
O zaman, ‘en güzel şeyleri benim adayım söyledi’ şeklindeki sübjektif ve abartılı değerlendirmelerden biraz kurtulup, daha objektif verileri de değerlendirebilme şansını elde edebilirdik belki.