Seçimin ‘kirli’ yüzü
Yazmıştım sanırım daha önce de bir vesileyle.
Bir seçim arifesiydi.
Ayak üstü sohbet ettiğim bir İngiliz vatandaşı, seçimde mutlaka oy kullanacağını, herkesin kullanması gerektiğini söylüyordu.
‘Dünyanın birçok yerinde insanlar oy hakkı elde edebilmek için verdikleri mücadele sırasında hayatlarını kaybettiler. Böylesi bedeller ödenerek sahip olduğumuz bu hakkı kullanmalıyız’ demişti.
Etkileyici bir saptamaydı açıkçası.
Katılıyorum.
Oy kullanmak, bildik ifadeyle bir ‘vatandaşlık görevidir’ ya da değildir, o ayrı bir mesele ama bence bir vatandaşlık sorumluluğudur öncelikle.
Hem kendimize, hem de yaşadığımız ülkeye karşı bir sorumluluk.
‘Ne değişiyor?’ diyenler vardır mutlaka.
Mutlaka bir şeyler değişecektir, önünde sonunda.
Değiştirebilmek için, bu bir ilk adımdır.
Bu adımı atmadan bir değişim umut etmek, bilet almadan piyango kazanmayı ummaktan çok da farklı değil sanırım.
***
Cumhurbaşkanlığı seçimine bir aydan az bir süre kaldı.
Resmi propaganda döneminin de başlamasıyla birlikte afişler, bayraklar, pankartlar, şarkılar, türküler artık topyekun sokaklarda.
Yakında mitingle de başlayacak.
Bütün bu hengamenin seçim heyecanını alevlendirdiği, partizanları coşturduğu ortada ama bu ‘renkli cümbüşün’ zaman zaman rahatsız edici bir duruma dönüştüğü de bir gerçek.
Başta Avrupa olmak üzere dünyanın farklı bölgelerindeki düşük seçim katılım oranlarını dikkate aldığımız zaman, bizim ülkemizde vatandaşların seçimlere yüksek denilebilecek oranlarla iştiraki, bu demokratik hakkın etkin kullanımı adına önemli bir ayrıcalık.
Buna şüphe yok.
Ama bu demokratik hakkın bu kadar ‘gürültülü’ bir biçimde kullanılması şart mı, seçim propaganda dönemlerinde afişe, broşüre, pankarta bu kadar para harcanması gerekli mi emin değilim.
İşin maddi boyutu, partilere yüklediği parasal yükümlülük bir yana, tam bir ‘kirlilik’ hali hakim oluyor her yanda.
Büyük bir görüntü kirliliği mesela!
Yırtık sökük afiş panoları...
Her yana dağılmış broşürler, kartvizitler...
Büyük bir ses kirliliği ya da!
Mahalle aralarında, gece gündüz demeden bangır bangır çalınan seçim şarkıları...
Susmak dinlenmek bilmeyen korna sesleri...
Evet bir ‘renkli cümbüş’ hali olabilir propaganda dönemleri ama ardında bıraktığı ‘kirlilik’, gerçekten de rahatsız edici.
Bütün bunlar olmadan da seçim yapılamaz mı?
Kağıda, çapula bu kadar para harcanmadan da, insanları bu kadar gürültü ve patırtıdan bezdirmeden de seçim kazanılamaz mı?
***
Mayıs’ın ilk haftasında burada, İngiltere’de de seçim var.
Parlamento seçimi...
Ve AB’de kalıp kalmama tartışmalarının da bu seçimin önemli gündemlerinden biri olması nedeniyle, belki de son dönemlerin en önemli seçimlerinden biri.
Fakat yolda sokakta, bu ülkede yaklaşık bir ay sonra seçim olacağına dair tek bir belirti yok.
Hiç!
Herkes kendi hayatında, herkes kendi işinde, gücünde...
Ne şarkılar, ne türküler...
Ne kornalar, ne konvoylar...
Ne de yollarda öbek öbek uçuşan kartvizitler!
Bunların hiç biri yok.
Tamam, yazının ta en başında belirtmiştim, insanlar Avrupa’da artık eskisi kadar sandığa gitmiyorlar, seçime katılım oranları giderek düşüyor.
Ama bunun afişle, pankartla, çalgıyla, çengiyle ilgisi olduğunu hiç sanmıyorum.