Seçimlere Niçin Müdahale Edildi?
Artık 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dışarıdan müdahale edilip edilmediği sorusunu sormanın bir anlamı kalmadı.
Bunun nedeni ise bu ‘olağandışı’ müdahalenin hemen hemen herkes tarafından kabul ediliyor olmasıdır.
Mesela eski cumhurbaşkanı Akıncı, daha 1. Tur öncesinde müdahaleye işaret etti.
Anamuhalafet CTP, TDP’nin de içinde olduğu diğer parti ve siyasal gruplar da, kaybedilen bir seçimin ardından değil, öncesinden, daha ilk müdahale eylemleri ortaya çıkınca tepki verdiler.
Sivil toplum ise, zaten ‘yapısal koşullar’ nedeniyle süregen bir müdahaleye hep işaret etmiyor muydu?
Seçimi kazandığı açıklanır açıklanmaz sayın Tatar’ın kendisi de yaptığı ilk açıklamada ‘müdahale vardır’ imasında bulundu.
Seçimleri kazandığı için başka bir ülkenin üst düzey yetkililerine teşekkür etmenin başka bir açıklaması olabilir mi?
Ama, bu müdahalenin olağandışı boyutunu en iyi şekilde dile getiren TBMM’nin bir üyesi oldu.
İyi Parti milletvekili Ahat Andican, ilk turda oyların yüzde ellisini Kıbrıs sorununun federasyon zemininde çözümünü savunan adaylar almasına rağmen, ikinci turda, sandıktan fedarasyon modeline açıkça karşı olduğunu açıklayan Tatar’ın çıkmasında ‘Türkiye Cumhuriyeti’nden gönderilen’ ‘iyi eğitim görmüş grupların’ çalışmalarının belirleyici olduğunu açıkladı.
Anlaşılan bu gruplar, apathetik ya da siyasete tepkili bir seçmenin belirli bir kesiti üzerine odaklanmıştır.
Acaba bu gruplarda ‘görevli’ olanların sayısı ne kadardı?
Bu gruplar Kıbrıs’ın kuzeyine ne zaman ve nasıl getirildiler?
Daha da önemlisi, bu gruplar belirli bir adaya oy devşirirken hangi enstrümanları kullandılar?
Gerek sayın Mustafa Akıncı’nın gerekse CTP’nin seçim ofislerinin bu konuda detaylı veri ve bilgileri olmalıdır.
Bu veri ve bilgileri halkla paylaşmaları gerekmez mi?
Hatta sayın Denktaş’ın ve sayın Özersay’ın, seçime müdahaleler konusunda, gördüklerini, duyduklarını ve hissettiklerini kamuoyuna aktarmaları halka karşı sorumlu bir siyasetçi olmanın gereği değil midir?
Öyle anlaşılıyor ki, seçimlere müdahaleye yol açan başlıca üç temel neden vardır.
Bunlardan birincisi yapısaldır.
Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye’ye olan ekonomik bağımlılığını müdahale için haklı bir zemin olarak yorumlamaktadırlar.
Kendini bir çeşit ‘parayı veren’ olarak tanımlayan Türkiye yetkililerine göre, gerek gördükleri zaman ‘düdüğü çalmaları’ doğal bir sonuçtur.
Ama bu müdahale geleneğinin psikolojik bir boyutu da vardır.
Türkiye’nin siyasal elitleri, sadece iktidarda olanlar değil, diğerleri de, Kıbrıs ile Turkiye arasındaki ilişkilere ‘anavatan-yavruvatan’ penceresinden bakma eğilimindedirler.
İşte bu nedenledir ki, AK parti muhalifi olan İYİ Parti milletvekili Türkiye’den gelen ekiplerin başarılı olmasını ve Akıncı’ya seçim kaybettirilmesini ideal bir durum olarak olağanlaştırıyor.
Taii ki hatırı sayılır sayıda bir Suriyeli topluluğa Türkiye seçimlerinde oy kullandırılması sonucunda, mesela İyi Parti’nin seçim barajını aşamamasına, ayni milletvekilinin nasıl tepki vereceğini merak edebiliriz.
Ama İyi Partili milletvekilinin kendi kendini ikna edici bir yanıtı olmalıdır: ‘Suriyeliler konusu başka, Türkiye ile KıbrıslıTürkler arasında bir Anavatan-Yavruvatan ilişkisi vardır’ diyecektir.
KıbrıslıTürklerden farklı olarak, Türk siyasal elitleri iki entite arasındaki dil ve din gibi tarihsel benzeşmeleri, KıbrıslıTürk toplumunun kayıtsız ve şartsız olarak itaat etmelerini gerektirdiğini düşünmektedirler.
Böyle düşündükleri içindir ki ‘kardeşlik ilşkisi’ önerildiği zaman işgillenmekte ve değerlendirme gereği bile duymadan reddetmektedirler.
Seçimlere müdahalenin bir de konjonktürel nedeni var.
Normal koşullar altında Kıbrıs sorununun AB çatısı altında çözümlenmesi artık mümkün hale gelmiştir.
Crans Montana’da BM Genel Sekreteri’nin sunduğu çerçeve önce büyük bir cesaretle Mustafa Akıncı tarafından benimsenmiş, daha sonra KıbrıslıRum lider de çerçeveyi kabul ettiğini açıklamıştır.
Dahası, Berlin’de yapılan gayrıresmi üçlü zirvede Genel Sekreter tarafından ileri sürülen Kıbrıs sorununun çözümüne ilşkin yol haritası iki lider olumlu karşılanmıştır.
Bazı detaylar içeren bu yol haritasına göre, toplumlararası müzakerelerde başlıca engeli oluşturan güvenlik ve garantiler meselesinin Guterres çerçevesine bağlı kalınarak çözmlenmesi bundan sonraki sürecin aşamalandırılması konularında mutabakat sağlanmıştır.
Türkiye’yi yönetenler ise bu sürece karşı olduklarını ‘artık federasyon görüşülemez’ teziyle açığa vurmuşlardır.
Yani Türkiye, Kıbrıs’ta çözüme hazır değildir.
Mustafa Akıncı, Kıbrıs sorununda, Crans Montana ve Berlinde teorik düzeyde elde ettiği ilerlemeleri, halkın günlük yaşamında hissedilmesini sağlamak için somut araçlara sahip olmadığı için, müdahaleler karşısında eli-kolu bağlı kalmıştır.
Belki de, Kıbrıs sorununun varlığının, Doğu Akdeniz krizinde Türkiye’ye bir manevra alanı yarattığı düşünülmektedir.
Olağandışı bir müdahale bu nedenle yaşanmıştır.
Türkiye’yi yöneten AK parti, tüm komşularla, Türkiye’nin tarihsel olarak ittifak oluşturduğu güçlerle ve AB ile köprüleri neredeyse tümden berhava etmiş, Türkiye’yi karanlık bir yalnızlığa sürüklemiştir.
Göründüğü kadarıyla bu yalnızlık içinde, Kıbrıs sorununun KıbrıslıTürkler üzerinde yarattığı yıkıcı sonuçlarına rağmen, hiç olmazsa ‘KKTC’yi yanında hissetmek Türkiye’yi yönetenlere bir özgüven sunmaktadır.