'SEÇMEN BASKI YAPMALI'
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Çağatay Güler, sivil toplum örgütlerinin halk sağlığıyla ilgili çabasının sonuç vermesi için politik baskı olması gerektiğini söyledi.
Ödül Aşık Ülker/Face to Face
“Sivil toplum kuruluşlarının duyarlılığı çok yüksek. Sivil toplum örgütlerinin çabasının bir yere varması için politik baskı olması lazım. Sonuçta konu gelip seçmene dayanıyor, seçmen doğru yerde baskı yapmalıdır çünkü seçmenin gücü çok fazla”
“Kuzey Kıbrıs’ın çok iyi yetişmiş bir insan gücü var. Deneyimi fazla hatta uluslararası deneyimi fazla insanlar çok var. Bence sorun helva yapıp yemeyi bilmiyor olmanız. Kaynakları doğru ayırmıyorsunuz”
“Çocuklarımızı güçlendirmeliyiz. İhtiyacı olanları seçecek bir nesil yaratmak lazım. Bu da önemli bir eğitim konusudur ve gelecekte çok kafa yormamız lazım. Anne babaları hazırlamalıyız, çocuklarını nasıl etkileyeceklerini bilmeleri lazım”
Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği halk sağlığı danışmanı; Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Çağatay Güler, sivil toplum örgütlerinin halk sağlığıyla ilgili çabasının sonuç vermesi için politik baskı olması gerektiğini söyledi.
“Seçmen doğru yerde baskı yapmalıdır çünkü seçmenin gücü çok fazla” diyen Prof. Dr. Çağatay Güler, Kuzey Kıbrıs’ın çok iyi yetişmiş bir insan gücü olduğunu vurgulayarak sorunun “helva yapıp yemeyi bilmemek” olduğunu söyledi.
Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği’nin davetiyle beslenme ve çevre bilincinin küçük yaştan kazanılması ve farkındalığın artırılması için sunumlar yapmak için Kuzey Kıbrıs’a gelen Prof. Dr. Güler, “Çocuklarımızı güçlendirmeliyiz. İhtiyacı olanları seçecek bir nesil yaratmak lazım. Bu da önemli bir eğitim konusudur ve gelecekte çok kafa yormamız lazım. Anne babaları hazırlamalıyız, çocuklarını nasıl etkileyeceklerini bilmeleri lazım” diye konuştu.
“KAYNAKLAR SONSUZ DEĞİL”
· Soru: Günümüzde halk sağlığı açısından yaşanan en önemli sorun nedir? Kuzey Kıbrıs’taki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
· Prof. Dr. Güler: Sorun çevrenin tanımında. İnsan sağlığı çevresiyle ilişkisinin ürünüdür. Çevre dışımızdaki herşeydir. Bu yüzden hem fiziki, hem de sosyal çevre, hem de biyolojik çevre sağlığımızın biçimlenmesine, sonucuna tesir ediyor. Genellikle hava, su, toprak kirliliği denir ama aslında bunlar birbirinden ayrı değildir. Hava kirliliği yağışla toprağa gidiyor, toprağın kirlenmesine sebep oluyor, yeraltı sularını etkiliyor. Çevrenin kirliliğini ayırarak incelemek mümkün değil ve sonuçta hepsi insan sağlığını etkiliyor. Eskiden çevre sağlığını anlatırken “çevrede insan sağlığını olumsuz etkileyen faktörleri ortadan kaldıran halk sağlığı dalı” derdik. Sonra baktık ki başka canlıların yok olması da insanın varlığını tehlikeye düşürüyor. “Yokolan her canlı kutsal kitabın bir sayfasının koparılıp atılmasıdır” demişler. Çevre sağlığı bütün canlıların varlığını tehlikeye düşüren faktörleri ortadan kaldırmaya yönelik uygulamalardır. Sorunu sadece insan merkezli düşündüğümüz zaman çözemiyoruz. Dünya insanın tepe tepe kullanacağı, sonsuz zarar vereceği bir yer değil. Kaynaklar sonsuz değil. Öte yandan insan nüfusu giderek artıyor. Şu anda dünyanın ne kadar insanı taşıyabileceğini bilmiyoruz. Bazı yerlerde doğa artık kendini yenilemez, yokolma kısır döngüsüne girmiştir.
“KENT YAYALARIN VE BİSİKLETLİLERİNDİR”
Yerleşim yerlerine baktığımızda, insan plan kabul etmeyen bir canlı olarak planları daima bozarak, diğer canlıların ve doğanın zararına yerleşim yerlerini yapmıştır. Orada kendi mantığını kullanıp mesela “kentte arabalar hızlı aksın” diyor ama kentte bu sefer yayalar yürüyemez hale geliyor. Bir kent yayaların ve bisikletlilerindir. Bir kenti yayaya ve bisikletliye göre biçimlendirmemiz gerekiyor. Kıbrıs’ta bu yok. Kent demek yığınla insan atığı demek, o zaman iyi bir kanalizasyon sistemi gerekiyor. O da problem. Kent demek insanlara sağlıklı su götürmek demek. Bunda da problemler doğuyor çünkü boru sistemi yetersizliği, ek yerlerinden boruya bir çok kirleticinin girmesine neden olunca başka sorunlar yaratıyor. Onun arkasından lağım karışıyor, yeraltı su kaynaklarını kirletiyor. Çok kuyu açıyoruz. Kontrolsüz kuyu açtığımızda yer altı su seviyesi düşüyor ve su tuzlanıyor. Bu sefer o su tarımda kullanılamaz hale geliyor. Her kuyu yeraltı suyuna açılan bir bacadır. Kuyudan artık su alamayanlar kuyuyu terk edip gidiyor. Kuyuyu kendi açıyor ama kapanmasında hiçbir sorumluluk almıyor. Burası kedi ölüsü, köpek ölüsü, çöp dökülen yerler oluyor. Bu da yeraltı suyunun doğrudan kirlenmesine sebep olan çok kötü bir durum. Diğer ülkelerde kuyuyu açan onun usulüne uygun kapatılmasını sağlamak zorundadır.
· Soru:Uzun bir süredir Lefkoşa’da önemli bir çöp sorunu yaşanıyor. Bu konuda neler yapılmalı?
· Prof. Dr. Güler: Çöp önemli bir sorundur. Öncelikle iyi bir çöplük yeri seçmek ve çöplük yerinin bir tesis olması lazım. Çöplerden çıkan gazları toplamak ve mümkünse enerji elde etmek gerekiyor. Çöp bozulunca çöp şırası denen koyu renkli bir sıvı akar. Onun toplanıp arıtılması lazım çünkü doğrudan doğaya veremezsiniz, tahrip edici, kirletici bir sıvıdır. Bunları yapınca o çöplük gerçek bir tesis oluyor ve insan sağlığına zarar vermiyor. Çöpte geri dönüşebilir maddelerin kazanılması lazım. Çöpleri daha evden başlayarak ayırmamız lazım, bunu da yapmıyoruz. Eğer böyle yapmazsak çöplerde biriken gazlar zaman zaman patlar, tutuşur, yanmalar olur. Bunların dumanı yerleşim yerlerinin oluımsuz etkilenmesine, hava kirliliğine neden olur. Çöpler yandığında çok tehlikeli bir kimyasal grup olan dioksinler ortaya çıkar ve bunlar kanser yapan ve çok tehlikeli maddelerdir. Bu yüzden çöpün yakılmasını istemeyiz.
YEŞİL TEPEYİ PROTESTO...
Çöplerin düzenli toplanması lazım. Kıbrıs ikliminde çöplerin en geç 24-48 saatte toplanması lazım. Bu çöplerde sinek yumurtalarının çıkma süresidir. Buralarda sinekler ürediği zaman canlı kıran denilen kimyasal maddeler püskürtülür. Buradan akan kirleticiler o ilaçlarla yeratı ve yerüstü su kaynaklarını kirletir. Ayrıca bu kimyasallar havaya püskürtülürken yiyeceklerin üzerine yayılması da ayrı bir sorundur. O yüzden çöpler doğrudan kirleticidir ve ayrıca kokuşmaya bağlı sorunlar da yaratır. Hava kirliliğine de sebep olur. 35 sene önce Almanya’da yaşayan kızkardeşimi ziyarete gitmiştim. Çok küçük bir kasabada yaşıyordu, ortasında küçük bir tepe vardı. Şirin bir tepe, üzerinde çocuk oyun alanları, parklar olan yemyeşil bir tepe. Bir protesto yürüyüşü vardı, Almanca bilmediğim için kız kardeşime neyi protesto ettiklerini sordum. “Tepeyi, orası çöp tepesiydi, yıllar geçti, gazı bitti, çökmeler bitti, üzeri tekrar doldurulduktan sonra park yapıldı, yeşil alan oldu” dedi. “İyi de neyi protesto ediyorlar” diye sorduğumda “Buranın doğasında tepe yoktu, tepe yaptılar diye protesto ediyorlar” dedi. O zaman “biz de protestoların bu aşamasına gelecek miyiz” diye düşündüm. Keşke o tepeleri yapabilsek. Bize fantazi geliyor ama insanlar yaşadıkları yerin coğrafi yapısına müdahale edildi diye protesto ederken, biz çöplerin toplanmasını konuşuyoruz. Belediyelerin iyi bir işletmecilikle en verimli çöp toplama sistemini kurması lazım. Çöp toplayanların korunması, giyeceklerinin, önlüklerinin, maskelerinin, duş olanaklarının olması lazım. Yetkililer bunları sağlamak bir yana çöpleri taşıma işini bu konuda hiç eğitilmemiş insanlara veriyor. Günlük yaşamda yük taşımakta kullanılan kamyonetlerde çöp taşıyorlar, sonra da elma taşıyacaklar örneğin. Bunun yıkanması ve temizliği çok zor. Üstü açık araçlarla çöp taşınmasının yarattığı başka sorunlar da var. Vatandaşın da bu altyapının kurulması için gerçekten destek olması gerekir.
KENTİN YÜRÜNEBİLİRLİĞİ...
· Soru:Az önce kentlerin yayaların ve bisikletlilerin olduğunu söylediniz. Kentlerin yürünebilirliği de sizin çok üzerinde durduğunuz bir konu. Bunu biraz açar mısınız?
· Prof. Dr. Güler: Bir anne çocuğu okula giderken aklı onda olmamalı. Bir annenin “bir trafik sorunu olmaz, karşısına saldırgan bir hayvan çıkmaz, önüne bir çukur çıkıp düşmez, zararlı birşey satan biri karşısına çıkmaz, yorulduğu zaman bir parkta dinlenir, yardım istediği zaman bir büyük yardımına koşar” diye düşünerek çocuğunu huzur içinde okuluna yürütmesine biz “yürünebilirlik” diyoruz. Kentlerin yürünebilirliği kalktıkça, o kent yaşanmaz olur. Bu kez insanlar en kısa mesafelerde dahi arabaya bağımlı olur ve sürekli hareketsiz bir yaşam sonucunda kilo neticesinde sorunları ortaya çıkar. Biz doktorlar da bu kez tetkikler sonucunda ortaya çıkan kötü değerleri ilaçlarla düzeltmeye çalışıyoruz. Aslında bunların çoğu günlük yaşam alışkanlığının değişmesiyle düzelebilir. Ama bunun temelinde kentin yürünebilirliği var. Kuzey Kıbrıs’ta bazı bölgelerde yürünebilirlik yok gerçekten. Kentlerde kaldırım çok önemlidir. Bu konuda vatandaşlara görev düşüyor, talep etmeleri lazım. Vatandaşın da politikacıdan bunları isterken arkasında durması lazım. Bu tür yatırımların bir kısmı göze görünmez, politikacılar da hep göze görünen işler yapmak ister, yani uzun vadeli çözümler üzerinde fazla durmazlar, vatandaşın da öyle bir talebi yok.
--------------------------------------------------------------------------------
“Çocuklara yılda 40 bin etkili reklam mesajı”
· Soru: Kantinlerle ilgili bazı kısıtlamalar var, bazı ürünlerin satışı yasak. Çocuklar ve gençleri zararlı maddelerden nasıl uzak tutmak gerekiyor?
· Prof. Dr. Güler: Sabah kahvaltısı çok hayati. Çocuklarımız sütten ve sütlü tatlılardan uzaklaştırdık, bunu maalesef üzülerek görüyoruz. Daha çok kakaolu, şeker ve bitkisel yağ yükü fazla ürünlere yöneldik. Bunun ölçüsünü korumamız lazım. Biz çocukluğumuzda pekmez gibi şeyler tüketirdik ve bunlar iyi şekerlerdi. Şeker beyaza kayıp, özel yağ karıştırıp, kakao ile birleştirilip sunduğumuz zaman sakıncaları var. Ama çocuğu bunlardan kendini koruyacak, sağlıklı beslenmeyi tercih edecek şekilde, öğretmen - aile işbirliğiyle sağlamamız lazım, yoksa bunu başarmak mümkün değil. Siz ne kadar doğru söylerseniz söyleyin, çocuk yılda en az 40 binin üzerinde etkili reklam mesajı alıyor. Etkili reklamı yapanlar işinin ustası, işlerini güzel yapıyorlar. En güzel saatte çocukların karşısına çıkıyorlar. Bizim sağlık mesajlarımız etkili saatte çıkamıyor çünkü biz zaman satın almıyoruz. Gidiyoruz, “topluma şu bilgiyi nasıl veririz” diyoruz, bize “hocam gece 12-1 arasını sana verelim” diyor. Ama o saatte benim hedef kitlem yok. Halbuki öteki parasını verip istediği zamanı satın alıyor. Devletin resmi reklamları yayınlanmaya başladı ama onlar bir süreden sonra insanların kapattığı birşey haline dönüştü. Onların siahlarını kullanmak için de kaynak ayırmak lazım.
“ÇOCUKLARIMIZI GÜÇLENDİRMELİYİZ”
Çocuklarımızı güçlendirmeliyiz. İhtiyacı olanları seçecek bir nesil yaratmak lazım. Bu da önemli bir eğitim konusudur ve gelecekte çok kafa yormamız lazım. Anne babaları hazırlamalıyız, çocuklarını nasıl etkileyeceklerini bilmeleri lazım. Çocuklarımıza “cips yeme” diyorsak ve baba takımının cipsini yiyerek maç seyrediyorsa o çocuk da yiyecek.
Sadece gıdalar konusunda değil, başka konularda da çocuklarımıza sorgulamayı öğretmenliyiz. Örneğin çocuğun uzun süre telefon konuşmasını sağlayacak özendirmeler var, “şu kadar kontör verdi, 24 saatte herkesle konuş, 500 mesaj at” gibi. Bunlar özendirilmemeli, sonuçta telefon bir iletişim aracı. Çocukların televizyon izleme süreleri, bilgisayar başındaki süreleri çok arttı. İnternete biz yetişkinler de hazırlıksız yakalandık. Herşey o kadar hızlı gelişti ki. İnternette sohbet odaları var. Orada bir sürü antisosyal kişilerle karşılaşabilirler. Çocuklara kendilerini internette nasıl koruyacakları, kendileri ve aileleri hakkında bilgi vermemeleri gerektiği, kendileriyle buluşma teklif edildiğinde bunlardan büyüklerin haberdar olması gerektiği gibi konuları söylememiz gerekiyor. Bütün bunların çocuğun geleceğinde bir çevre sorunu olduğunu bilmeliyiz. Çocuklarımıza hem bu olumsuz yönlendirmeleri, hem de kendilerini sağlıksız şeyler almaya zorlayan reklamları sorgulamasını öğretmeliyiz. Çocukların kolay gireceği, seveceği, resmi bir yüzü olmayan siteler kurmak iyi olur. Özel siteler kurmak ve çocukların da bunları izlemesini sağlamak gerekiyor.
ŞİDDET EĞİLİMİ...
· Soru: Son zamanlarda toplumda şiddete eğilimde artış var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
· Prof. Dr. Güler: Şiddet önemli bir sağlık sorunudur, bunda pek çok faktör var. Çocuklarda, yeni nesildeki şiddetin %20-30 oranında medya şiddetinden kaynaklandığı söyleniyor. Medya derken, internet, basılı ve görsel basın ve sinemayı kastediyoruz. Dizilerde bir boğma sahnesinin uzun uzun verilmesi marifet sayılıyor. Çocuk bunların hepsini günlük yaşamın olağan bir parçası gibi algılyor.
Ayrıca çocuğun uyku düzeninde bozukluk olduğu zaman sonunu düşünmeden davranma riski çok fazla oluyor. Biz okulda çocuk kimliğini bulsun, kendini tanısın, “ben kimim?” sorusuna yanıt bulsun istiyoruz. Ama şimdi çocuk “ben hangi marka giyiyorum, benim neyim var? onda ne var, bende ne yok” diye düşünüyor ve “yoklar” çocukta bazen kızgınlığa dönüşebiliyor. Okullarda çeteleşmeler var. Bir öğrenci bir başka öğrenciye “sen sürekli yüksek not alıyorsın, sınıfın ortalamasını yükseltiyorsun, bize sorun yaratıyorsun” diye sataşabiliyor. Olay bu boyuta varabiliyor.
“SORUN HELVA YAPIP YEMEYİ BİLMİYOR OLMANIZ”
· Soru: Kuzey Kıbrıs’taki sorun nedir sizce? Yetkililerin yaklaşımını nasıl buldunuz?
· Prof. Dr. Güler: Kuzey Kıbrıs’ın çok iyi yetişmiş bir insan gücü var. Deneyimi fazla hatta uluslararası deneyimi fazla insanlar çok var. Bence sorun helva yapıp yemeyi bilmiyor olmanız. Kaynakları doğru ayırmıyorsunuz. Daha çok görünen üzerinden gidiyor ve sonuçta da birçok sorunu çözümsüz bırakıyorsunuz. Gelişmekte olan ülkelerin hepsinde olan sistem hatası var, öncelikleri belirlerken hatalar yapıyoruz. Benim yetkililerle fazla temasım olmuyor. Ama sivil toplum kuruluşlarının duyarlılığı çok yüksek. Sivil toplum örgütlerinin çabasının bir yere varması için politik baskı olması lazım. Sonuçta konu gelip seçmene dayanıyor, seçmen doğru yerde baskı yapmalıdır çünkü seçmenin gücü çok fazla.