SEÇMEYE VE SEÇİME DAİR
İnsanların ve toplumların karar verme mekanizmaları vardır ve karar almak, tercih yapmak hem insan hem de toplum için vazgeçilmezdir. Ne olduğumuz, kim olduğumuz, dönüştüğümüz ya da dönüşmeyi amaçladığımız o “ben” bu tercihlerimizin bir toplamıdır
Nügen DERMAN DURU
[email protected]
“Seçim yapmak insanın varlığına bir daha kaybolmayacak bir ağırbaşlılık, bir saygınlık verir.”
Soren Kierkegaard
Antik Yunan demokrasisinde kent-devlet yaşamının temelini Sophrosune (ölçülülük) ve Harmonia (uyum) oluşturmaktaydı. Bir ideal olan harmoniaya ulaşmanın yolu tek tek bireylerin erdemli olmasını gerekli kılmaktaydı. Etik ve politik değerlerle ilgili göndermelerin yer aldığı tragedyalarda rastladığımız bu kavramlar, tragedyanın sonunda kahramanı ‘sophrosune’ (ölçülü olma, sağduyulu olma) konusunda düşünmeye çağırmaktaydı. Moiraler olarak anılan üç tanrıça kız kardeşin de tanrıların ve insanların, birbirlerinin haklarına ve ayrıcalıklarına saygı duymalarını sağladığına inanılmaktaydı. Başlarda Moiraler herkese eşit paylaştırmayı yapan tanrıçalar iken, Grek tarihinde zamanla insanın kaderini yazan tanrıça figürlerine dönüştüler. Bu dönüşüm uzun sürede, toplumun değişen ekonomik koşullarına, özel mülkiyetin artışına ve üretim ilişkilerinin farklılaşmasına paralel olarak gerçekleşti. İlkin eşitlikçi ve ortaklaşmacı iken, zamanla bireyciliğin ve özel mülkiyetin gelişmesiyle, doğuştan gelen insan kaderinin, yazgısının bir sembolü oldular. En küçük kız kardeş olan Klotho adlı Moira, öreke ile hayat ipliğini bükendir. Lakhesisiği tutup çevirendir ve bu işlemi her insanın talihi kadar yapmaktadır. Hayatın uzunluğuna göre ölüm vakti geldiğinde ipi kesen ise Atropos adlı Moira’dır. [1]
Her seçim süreciyle birlikte bu toprakların Moiralerı da yün ipliğini, örekesini ve iğini alıp işbaşına geçer. Bu seferki çalışmaları bir toplumun kaderini belirlemek içindir. Tartışmalar, sorunlar bunun üzerinden anlamlandırılmaya, bağlantılar bunun üzerinden kurulmaya çalışılır. En çok da bu coğrafyada yaşanılanların seçimlerin bir sonucu mu yoksa kader mi olduğu tartışılır. Seçimin konusu toplumun liderini belirlemek olunca, bu sürecin toplum açısından temel anlamı da farklı uçlarda yer alan seçmenlere bağlı olarak değişir. Bir yanda Lakhesis öte yanda Klotho… Net olan bir şey var, kadını, erkeği, sağcısı, solcusu, sandıklara gitmeyi ve gitmemeyi tercih edenler, tıpkı ipliği kesen Atrobos gibi noktayı koyan olacaktır.
Sancılı, acı çeken, umutsuz, giderek eksilen, kültürel anlamda yoksullaştığını hisseden bir görüntü çiziyor toplum. Nedenlerini arayış içine girdiği zamanlarda ise tüm yaşanılanların kendiyle ilgili olan kısmının sorumluluğunu alamaz. İlişkilerinde karşı tarafa kırmızı çizgilerini, olmazsa olmazlarını net bir şekilde gösteremeyen insanın yaşadığı sorunları, toplum olarak yaşamaya devam eder. Yüzleşmek yerine başka suçlular arayarak fatalist (yazgıcı) bir yaklaşıma sığınır.
İnsanların ve toplumların karar verme mekanizmaları vardır ve karar almak, tercih yapmak hem insan hem de toplum için vazgeçilmezdir. Ne olduğumuz, kim olduğumuz, dönüştüğümüz ya da dönüşmeyi amaçladığımız o “ben” bu tercihlerimizin bir toplamıdır. Seçim yapmak, geçmişimiz, şu anımız ve gelecekle ilgili umutlarımızın somuta dönüşmüş şeklidir. Seçmek, karar vermek ve eylemek var oluşun anbean tamamlanarak gerçekleşmesidir. Çok zor, sancılı ve çelişkilerle dolu bir süreçtir bu. Zaman zaman içinde umutsuzluğu, dibe vurmuşluğu, pişmanlık, suçluluk duygularını barındıran bir devinimdir aynı zamanda. Fizyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel olan birçok etkenin birbirinin içine girdiği, birbiriyle rekabet ettiği bir yarıştır. Bireysel ve toplumsal kimliğimiz, varoluşumuz böyle gerçekleşir. Bu süreçte hep bir şeyleri başka bir şeylere tercih ederken, kimilerini de dışarda bırakırız. Şu halde, günlük yaşamın en basit edimlerinden en üst seviyede karmaşık olanlarına varıncaya dek hep bir karar verme süreci yaşarız. Bireysel seçimlerimizin bir kısmını tepkisel olarak, bir kısmını ise bilinçli bir şekilde yaparız. Toplum bazında kendimizi nasıl bir toplum olarak tanımladığımız, dünyadaki yerimizi nasıl konumlandırdığımız, nasıl bir toplum idealinde olduğumuzun tercihini yaparız. Bireyler olarak en büyük bariyerimiz, sorites (yığın) paradoksunun kıyısında, ‘benim yapacağım tercih hiçbir şeyi değiştirmeyecektir’ şeklinde bir savunma ile hareket etmektir. Böylesi bir tavır, birey ve toplum düzeyinde ataleti, umutsuzluğu, yalnızlığı, eksik kalmayı seçmek olur. Hâlbuki iş, arkadaş, eş ve daha onlarca konuda seçim yaparken belki de tek özgürlüğümüzü yaşıyoruzdur!
Kararlarımızda özgür olup olmadığımız veya ne derece özgür olduğumuzla ilgili olarak farklı görüşler var. İnsanın kendi varlığını kendisinin yarattığı savı üzerine temellenen varoluşçu felsefe, insan olup olmamanın insanın kendi tasarrufunda olduğunu söyler. Değerlerini yaratmadan tutun da geleceğini belirlemeye kadar tüm varoluş sürecinin insanın kendi elinde olduğunu iddia eder. Ancak bu özgürlük insana aynı zamanda sorumluluk da yükler. Bir nevi ‘eliyle yapan boynuyla çeker’ anlayışını bize dikte eder. Bir varoluş kaygısı (ölüm, yalıtım-yalnızlık, yaşamada anlam bulamama) içinde olan insanın, bunlarla baş edebilmesi için savunma mekanizmaları geliştirmesi gerekir. Bu nedenle varoluşçu anlayışa göre insan, özgür seçimler yapabilen ve bunların sorumluluğunu alabilen irade sahibi bir varlıktır. [2]
Aksini yani insanın yapıp eylediklerinde önceden bir belirleyicilik olduğu yönündeki görüşün temel dayanak noktası ise şudur: Din, ahlak, hukuk şeklindeki tüm kurallar insanın özgür olmasını engeller. O halde, insanın bir şeyleri etkileyebilme, değiştirebilme yönünde bir gücü yoktur. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın tüm bu yöndeki çabaları boşunadır. Stoacılar evrendeki her şeyin bir neden sonuç ilişkisi içinde olduğunu iddia ederken, tam da bunu söylemekte ve adına da kader demekteydiler. Epikür, arada sapma olabileceğini ileri sürerek Stoacı görüşü biraz yumuşatıyordu. Çünkü ona göre insan bu sapmalarla özgür iradenin oluşmasını sağlayabilecek gücü kendinde bulacaktı.
Peki, ‘her şey olacağına varır’ tarzındaki bir anlayışın yerleşmesi ne anlama gelir?
Değişimin ardındaki itici gücün kadere değil insanın iradesine, istencine bağlı olduğunu düşünmemek için yeterince neden bulabiliriz. Teslimiyetçi bir zihniyetin insana egemen olmasını sağlamak demek onu ‘özgür olmadığı’ fikrine alıştırarak hayatın öznesi değil nesnesi durumuna dönüştürmek demektir. Onun da ötesinde, yapıp ettiklerinden, olup bitenlerden sorumlu tutulamayacağı anlamına da gelir bu aynı zamanda. Elbette insanın her şeyi kontrol edebileceğini söylemek abesle iştigal etmek olur. Ancak aynı şey insanın hiçbir şekilde özgür olmadığı fikri için de geçerli olmaz mı?
İnsanın özgür karar verebildiği, iradesi istenci olan bir varlık olduğunu reddettiğiniz anda geride ona tutunacak hiçbir şey kalmaz. İşte o zaman tehlike çanları çalmaya başlar. Çünkü umudunu, hayatın anlamını yitiren, kendini güçsüz, yarınsız hisseden insan yıkılmış insandır. Hayattan pasifize olur, atalet içine girer. İyi olanı, güzel olanı ayırt edemez, bunlara tepki veremez. Bundan ötürüdür ki edimlerimizin hiçbirinde özgür olmadığımızı düşünmek bize yarar sağlamaz. Dürtüleri, refleksleri, içgüdüleri bir kenara alarak irademizle, istencimizle yaptığımız davranışlarda özgür olduğumuzu iddia etmek, en azından daha insanca bir yaşam için işimize gelen bir kabulleniştir. Çünkü öbür türlüsünde yaşayacaklarımız bir yazgıya dönüşecektir. Devinimin, değiştirme gücünün önündeki en büyük engel, böylesi bir düşünme şeklidir. Bundan dolayıdır ki “ben istediğim kadar uğraşayım, her şey olacağına varır; tek başıma bir şeyleri değiştirme gücüne sahip değilim” tarzındaki içsel konuşmalar, edimlerimizin önüne takoz koymadan öteye geçmez.
Aristoteles, “İnsan doğası gereği politik bir hayvandır.” derken insanın varlığının amacını politika aracılığı ile tamamlama yönünde karar ve irade gösterebilen bir varlık olduğuna dikkat çeker. Bu aynı zamanda insan-hayvanın aldığı yeni bir varoluş biçimidir. Biyolojik yapısından ayrı düşünülemeyecek olan bu politik olma durumu, insan olma durumunun tamamlanmasıdır da aynı zamanda. [3]
Her gün adımıza (seçtiğimiz ve seçmediğimiz vekiller tarafından) bizleri doğrudan ya da dolaylı şekilde etkileyecek kararlar alınır. Bu tercihleri yapacak, kararları alacak kişileri seçmek, belli dönemlerde sandıklara giderek oy pusulalarını bu kutuların içine atmak politik oluşumuzun doruk noktası. Seçmen statümüzün bize yüklediği rolü yerine getirerek kendimizi önemli hissederiz. Böylelikle seçim yapmanın en yetkin şeklini, devlet denilen üst düzey örgütlenmede yöneticileri belirlerken yaşarız.
İnsan yaşamının organize olmasında da hep bir karar alma ve seçim yapma söz konusuysa, tekrar Aristoteles’e kulak vermekte yarar var. Çünkü etiğin konusuna giren ve aynı zamanda insana sorumluluk yükleyen eylemlerde, amaca yönelik düşünmenin ve amacın istenmesi özelliklerinin bulunması gerekliliğini bize söyler. Aristoteles, “prohairesis” kavramını yaşam yolu seçme edimi olarak ele alır. Bu öyle bir seçimdir ki akla, düşünüp taşınmaya dayalıdır. Enine boyuna düşünmeyi özünde taşıyan, akıl yorularak yapılan tercihi dile getirir. Akla dayalı istek ( ki bu istek iyi bir amaç için olmalıdır) ve sistematik akıl yürütme ( ki bu da amaca ulaşmada izlenecek yola ilişkindir) prohairesisin iki temel dayanağıdır. [4]
Dışımızda bize dayatılan fakat değiştiremeyeceğimizi düşündüklerimize takılmak yerine, gerçekten ne istediğimizi karar vererek, başkalarının etkisi ve baskısı altında kalmadan, istencimizi, düşüncelerimizi ve nihayetinde eylemlerimizi akılcı ve sistematik bir şekilde değerlendirerek özgür kılabiliriz. Özgürlük cesareti ve daha çok alternatifi de beraberinde getirir. Toplum olarak ihtiyacımız olan üç şey adalet, güven ve barıştır. Yaşadığımız toplumda ve dünyada huzuru sağlayacak olan temel değerler bunlardır. Bunları tercih edebilme bilgisi ise erdemdir.
Karar almak, tercih yapmak insan açısından vazgeçilmezdir. Bu seçimlerin bir kısmını tepkisel olarak yapıyoruz, bir kısmını ise bilinçli bir şekilde. Bize ve dünyaya etki eden, şekil veren bilinçli olarak yaptığımız seçimlerimizdir. Ne olduğumuz, kim olduğumuz, dönüştüğümüz ya da dönüşmeyi amaçladığımız o “ben” bu tercihlerimizin bir toplamıdır. Her bir tercihimiz aynı zamanda, geçmişimiz, şu anımız ve gelecekle ilgili umutlarımızın somuta dönüşmüş şeklidir. İnsan olarak da toplum olarak da varoluşumuzun anlamı ve gerçekleşmesi özgürce ve cesurca alacağımız kararlarda saklıdır.
KAYNAKÇA
[1] Oğuz Arıcı, Antik Yunan Tragedyasında Ölçülülük (Sophrosune) ve Uyum ( Harmonia) Düşüncesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü, İstanbul, 2005
[2] Jean-Paul Sartre, Varoluşçuluk, Çev. Asım Bezirci, Say Yayınları, 17. Baskı, İstanbul 2002
[3] Efe Baştürk, Aristoteles Düşüncesinde Politik Biyoloji ve Prohairesis, Kaygı, 18(1)/2019:206-224
[4] Kaan H. Ökten, Cogito Dergisi, Seçmek, Aristoteles’in Seçimi, Yapı Kredi Yayınları, Sayı 34, Kış 2003,