Sefil Adam
Kaç metre yüksekten düştüğünde canın acır? Beton zeminde can verdiğinde kaç dakikada otopsiye götürülürsün? Morgun binlerce insanı ağırlayan beton zemini... Otopsi.
Seni burada gömüyoruz. Tabutunu karşı kıyıya, belki öteki kıtalara gönderiyoruz. Senin canın burada kalsa da ailen seni bekliyor olacak. Bir tahta tabutun içinde, yanında getirdiğin eşyalarınla. Belki birkaç fotoğraf, kıyafet ve kimlik kartınla. Bir işçi daha öldü. Henüz 18 yaşında.
Sonra ölüm nedenlerini gösterir tutanak mahkemeye gidecek, otopsi raporunda yüksekten düşme yazacak, yaşın, doğduğun yer, anne baba adın bir dosyaya toplanacak. Tahkikat memuru gelecek, yaptıklarını anlatacak ve bitecek. Mahkeme işverene cezai soruşturma emri verecek veya ihmal olduğuna kanaat getirmezse dosya ilelebet kapanacak. Gerçi ihmal olduğuna karar verse ne olacak? Kaç işveren yargılandı bugüne değin bu mahkemelerde, işçi öldürdükleri için? Adına işçi ölümü dediğimiz şey, harcama yapılmasın diye alınmayan önlemlerin sonucudur. Bir de işverenin evde para sayarken işlediği cinayettir. Adına kaza dersiniz olur biter belki ama gerekli güvenlik önlemler alınmış olsa nice canın kurtulacağını da biliriz. Önlemler alınmadığı için yurtdışına yolladığımız tabutların sayısı kaçı buldu, söyler misiniz?
O işçi ki 18’inde, 30’unda öldü, Adıyamanlıydı ya da Hataylı, Lefkoşalıydı belki, Kürttü, Türktü, Araptı işte. Bizimle birlikte aynı nefesi paylaştı bu topraklarda. Ganimetten beslenen düzen simsarlarının veya kuşaktan kuşağa aktarılan zenginliğin içinde hayat sürenlerin elbette beton zemine düşen bir işçinin can ağrısını anlamasını bekleyemeyiz. Ya bir hırsızdan kendi alınteri olmadan iç ettiği milyonların hesabını vermesini nasıl bekleyebiliriz?
Vatandaşlık, arsa, makam vaadi vererek insanları sömüren ve böyle cebini dolduran sefil insanların yanında bir inşaat işçisinin fakirliği nedir ki? Yediği üç lokmanın hesabını verebilir o. Sen harcadığın milyonların hesabını nasıl vereceksin?
Mecliste yolsuzluk iddialarına karşı dokunulmazlık kaldırılmasın, soruşturma yapılmasın, herkes sussun, onlar cebini şişirsin diye canlı yayında dik duruşlar izledik. Birbirini kollayan yolsuzlukların tiyatrosu. Yediği içtiği yolsuz olan insanların arasında temiz kalan insanları da gördük. Ancak onlar da suskunlar, tık yok. Kendi düşüncesi olmayan ve partinin söylediğiyle el kaldıran mebuslar müstakbel hırsızı akladıkları için suçludurlar. Hep evet diyen, sorgulamayan ve boyun eğen.
Herkes herkesi biliyor. Kimin bu toplumu sömürürek, milliyetçilik hamasetiyle arsaları parsellediğini, şehit çocuklarından arsa karşılığı oy istediğini, kendi yaptığı yasaları çiğneyerek rulet masalarında bu ülkenin vatandaşlığını dağıttığını, biliyor.
Hesaplarda milyonlar. Paralar hızlı akıyor. Artılar çıldırıyor, çarpılar coşuyor. Maaşı belli insanların bu zenginliği nereden geliyor? Geliri gideri belli olmayan, yalan beyanlarla muteber işinsanı olduğunu ispatlamak isteyen, kirli alışverişler içinde komisyon alan, siyaset yaparak gerçek sorunlarla ilgili çözüm üretmek yerine nemalanmayı seçen kaç kişi tanıyoruz?
Seçildikten sonra milletvekilliği görevini yapmayan, kürsüye çıkıp sorunlarla ilgili konuşamayan, yasa hazırlayamayan, meclise gelmeyen milletvekilleri... Eskiden hamaset olunca gürleyen, şimdilerde dut yemiş bülbüle dönen bu vekillerin hali ne olacak? Vatandaşlığı bile şaibeli insanların bu ülkenin insanına vereceği hesabı var. Hak kazanıp vatandaşlık alamayan insanlar varken bunlara vatandaşlık veren sefiller utansın. Kaç oy satın aldınız?
Fakir olmak ile sefil olmak arasında fark vardır. Belki 50 metre yüksekten demir yığınları arasına düşen, taş ocaklarında kayaların arasında taşlarla ezilen, elektrik akımına kapılan ya da araçların arasında sıkışıp can veren insanların aldığı üç kuruş sizin sefil yaşamınızdan daha değerlidir. Utanmadan bir de dokunma bana diyorsun. Bırak gerçekleri konuşsun. Neden korkuyorsun? Aldığın takımın, sürdüğün parfümün, yediğin yemeğin, gezdiğin yerlerin, döşediğin evlerin hesabını neden veremiyorsun?
Sefil adam, bil ki sadece sıranı bekliyorsun.