Şehir Işıkları Altında Deniz Kaplumbağası Olmak
Durdu. Fakat öyle amansız bir yolculuğun sonrasında tek bir adım daha atamayacak olma hali gibi bir yorgunluk değildi onu durduran.
İsmail Özsoykal
[email protected]
Durdu. Fakat öyle amansız bir yolculuğun sonrasında tek bir adım daha atamayacak olma hali gibi bir yorgunluk değildi onu durduran. Aksine, saatlerce yürüse hissetmeyeceği, ama söz gelimi iki dakika yerinde dursa beli yerinden kopacakmış gibi bir yorgunluk hissi başlıyordu. Bu bakımdan yürümek durmaktan daha yorucu değildi. Ama artık bu yürüyüşü sürdüremeyeceği farklı bir yorgunluğun beynine sıçradığını hissediyordu. Sanki onca yolu ayakları yerine beyninin üzerinde yürümüş, tüm o yollar ve üzerlerinde sürüp gitmekte olan herşey beyninin içinden geçiyormuş gibiydi. Hız limitini aşarak şarampole sürüklenen veya direksiyon hakimiyetini kaybederek kendileriyle birlikte karşı şeritten gelenleri de kurban eden sürücülerin yol açtığı feci kazalar, bu kazalar bir daha olmasın diye her gün sokaklara dökülen insanların yarattığı infial beynini de günbegün aynı şiddette sarsıyordu. Bu sarsıntılar düşüncelerini komaya sokuyor, kararlarını katlediyordu. Bu yüzden, zaten kendi isteğiyle koyulmadığının farkına vardığı bu yol üzerinde zaman zaman kendini ait hissedebileceği, uğruna yürüyebileceği birşeyler olsa da, nereye gideceğini, adımlarını nasıl atacağını ve kalabalığın içinde kendini nasıl ifade edebileceğini bir türlü kestiremiyordu. Bu kestiremeyişler bir sorgulama silsilesini başlatıyor, sorular soruları kovalarken ezbere attığı adımlar her sorunun cevabının önünde aşılmaz bir set oluşturuyordu.
Durdu. Sırtını yola, yüzünü ise o güne değin sadece geçerken şöyle bir bakmak dışında pek ilgilenmediği yol kenarı manzarasına döndü. Daha önce hiç farkına varmadığı, türlü doğal zenginliklerle bezenmiş bu manzaranın kendinden menkul bir önemi yoktu. Önemli olan şey yola sırtını verebilmesi, kendine gürültüden uzak bir ayna tutabilmesi, yabancılaştığı geçmişiyle barışabilmesi ve kendine ne için, nereye yürüyeceğini gösteren, her adımını bir nedenle açıklayabileceği bir rota çizebilmesiydi. Bunu yapabilmenin iki bakımndan zor olduğunu tahmin edebiliyordu. Çünkü bu hem geçmişini öldürüp kendi yasını tutmayı, hem de kendini yeniden doğurmayı gerektiren sancılı bir süreç gerektiriyordu. Sırtını yola dönmüş olması, yolda tüm adaletsizliğiyle ve bozulamayan bir ezber gibi devam eden top yekün bir karmaşayı görmezden gelmesine yetmiyordu. Ama çoğu zaman kendini toparlamasına engel olan kuru bir inatla da olsa önüne bakmaya devam ediyordu. Bir süre sonra, geçmişinin yanlış adımlarla dolu olduğunu yanlış bir yolda yürümeye çalıştığına bağlayarak baktığı yönde pek ala ilerleyebileceğini, o güne kadar iyi, kötü, zaman zaman yalnız, zaman zaman herkesle birlikte yürüdüğü yola bir daha dönmemek üzere kendi bilinmezliğinin peşine düşebileceğini düşünmeye başladı. İlk başta kendi kafasında yarattığı için haz duyduğu ve büyük bir hevesle uygulanabilir gördüğü bu eylem planını yine kendi yarattığı tek başına becerememe korkusuyla bir süre erteledi. Daha sonra bu erteleyişlerin, aslında hiç gerçekleştirmemek üzere tasarladığı yeni bir yolculuğun daimi ağrıları olarak beynine yerleşmeye başladığını farketti. Ölümle kalım arası bir yerde uzunca bir süre bekledi. Sürekli kendini öğüten içi boş bir değirmen gibi kısır bir döngü halini alan bu bekleyiş eski yolda yürürken yaşadığı beyin sarsıntılarından çok daha kötüydü. Onun istediği, artık adım atmaya çekindiği, yerleşik bir yabancı gibi yürüdüğü, kendi geçmişinin izlerini taşıyan o eski yola dönmek, orada olup bitenlerle ve aynı zamanda kendiyle mücadele edebilecek güçlü adımları atabilmekti. Fakat o yola geri dönmek, kafasında yaratıp gerçeğe dökemediği farklı yolları yürüyememenin zincirleriyle bağlı bir şekilde yeniden yürümeye çalışmak, kendinde asla bu mücadele gücünü bulamayacağı anlamına geliyordu. Böylelikle hem kendi iç huzurunu hem de yolda cereyan eden hayatla ilgili bir adaleti sağlamaya yönelik mücadele ruhundan ve anlamından da yoksun kalıyordu.
Tüm bunları düşünürken, bir zaman yolun kenarında gördüğü, hayatının daha ilk adımlarında ölümle buluşan deniz kaplumbağaları aklına geldi. Deniz kaplumbağaları yumurtalarını sahile bırakırlardı. Sadece ay ışığının aydınlattığı gece karanlığında yumurtalarından çıkan yavru kaplumbağalar hayata atılmak için ay ışığının denizdeki yansımalarına doğru hareket ederler ve denize açılarak hayata atılırlardı. Fakat artık ışık sadece aydan gelmiyordu. Geceleri şehir ışıkları her yandan sahile vuruyor ve böylelikle yavru kaplumbağalar ne yöne gideceklerini bilemeden hareket ediyorlardı. Birçoğu denize açılmayı bekleyerek çıktıkları yolda direksiyon hakimiyetini kaybetmeyen, karşı şerite geçmeyen ve şarampole yuvarlanmayan sürücüler tarafından eziliyordu.