1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Self Determinasyon mu, Megali İdea mı? (Türkiye ile Yunanistan Arasında Yapılan Bir Tartışmadan Notlar)
Self Determinasyon mu, Megali İdea mı? (Türkiye ile Yunanistan Arasında Yapılan Bir Tartışmadan Notlar)

Self Determinasyon mu, Megali İdea mı? (Türkiye ile Yunanistan Arasında Yapılan Bir Tartışmadan Notlar)

Kıbrıs Sorununun 1954 yılında BM’nin gündemine gelmesi, ardından 1955 yılında düzenlenen Londra Konferansı ve konferans esnasında patlak veren 6/7 Eylül Olayları, Türk-Yunan İlişkilerini derinden etkileyip, sıfır noktasına sürükledi.

A+A-

Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy

Kıbrıs Sorununun 1954 yılında BM’nin gündemine gelmesi, ardından 1955 yılında düzenlenen Londra Konferansı ve konferans esnasında patlak veren 6/7 Eylül Olayları, Türk-Yunan İlişkilerini derinden etkileyip, sıfır noktasına sürükledi. Böyle bir ortamda, Türkiye’nin Atina büyükelçisi Settar İksel, 6 Ekim 1956 tarihinde Yunanistan Dışişleri Bakanı Averof’u evinde ziyaret ederek iki saatten uzun süren önemli bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmenin gerçekleştiği dönemde İngilizler adaya özyönetim önermeye hazırlanıyorlardı. Bu amaçla görevlendirilen Lord Radcliffe’in önerileri taraflara sunulmak üzereydi. Görüşmede, iki taraf da mümkün olduğu kadar kibar ve açık sözlü davranmaya gayret ediyordu ama sonunda hiçbir uzlaşma sağlanamadı. Yunan Dışişleri Bakanı Averof’un hazırladığı görüşme tutanağı, bir dönemin tartışmalarına ışık tutan önemli bir belge olduğundan, bazı notları okuyucularla paylaşmakta yarar görüyorum.

Averof’un anlatısına göre, görüşmede Türkiye’nin Atina büyükelçisi dostane bir dil kullanarak Türkiye’nin Kıbrıs’ta özyönetim uygulamasını kabul ettiğini söyledi. Ancak bunu bir şarta bağladı: Özyönetim uygulaması, self determinasyon yolunda atılmış bir adım olmamalıydı... Türk halkı, Kıbrıs’ta self determinasyon hakkını bir çok nedenden ötürü kabul etmiyordu.  İki ülke arasında en büyük sorunun sel determinasyon konusu olduğunu ileri süren Settar İksel, adada self determinasyon talebinden vazgeçilirse, Türk-Yunan ilişkilerinin düzeleceğini söylüyordu. Açıkçası, büyükelçi İksel, Kıbrıslı Rumlarla Yunanistan’ın, Enosis ile sonuçlanacağına kesin gözüyle bakılan self determinasyon talebinden vaz geçmelerini istiyordu.

Buna karşılık Yunan Dışişleri Bakanı, İksel’in önerisinin kabul edilemeyeceğini söylüyordu ve bunun, Türkiye’nin adada uygulanacak olası bir referandumu “veto etme hakkına sahip olacağı” anlamına geldiğini ileri sürüyordu. Büyükelçi İksel, Kıbrıs Sorununu BM’ye taşımanın yanlış olduğunu, Türkiye’nin Başbakan General Papagos’a, Kıbrıs Sorununun konuşulması için koşulların uygun olmadığını önceden bildirildiği halde, Papagos’un Türkiye’nin uyarılarını dikkate almadığını, bunun da dost bir ülkeye yakışan bir davranış olmadığını söyledi. Devamla, Kıbrıs’ta iki ülkenin de çıkarları olduğunu vurguladı ve Türkiye’nin hakkı yokmuş gibi yanlış bir davranış içine girilmemesini isteyerek, iki ülke arasında ilişkilerin düzelmesini arzu ettiğini ifade etti.

Averof, kendisinin de iki ülkenin ilişkilerinin iyileştirilmesini istediğini ama Kıbrıs’ta self determinasyon hakkının kabul edilmesinin şart olduğunu ileri sürüyordu. Adanın Yunanistan ile birleşmesi halinde Türkiye’nin endişelerini giderecek önlemler alınabileceğini belirten Averof, örneğin Kıbrıs’ın uluslararası bir kurumun garantisi altına girebileceğini, adanın silahsızlandırılabileceğini, Türkiye ile Yunanistan arasında gümrük birliği anlaşması yapılabileceğini, Kıbrıslı Türklere BM’nin koruması altında azınlık hakları verilebileceğini, ayrıca Türk ve Yunan uyruğuna birlikte sahip olabileceklerini ve askerlikten muaf tutulabileceklerini vs. gibi argümanlar ileri sürdü.

Averof, Türkiye’nin Kıbrıs’a olan coğrafi yakınlığını ileri sürülerek adada yapılacak bir referandum konusunda veto hakkına sahip olmasının mümkün olmadığını tekrarlıyor, Yunanistan, Suriye, Irak, Mısır ve Libya gibi ülkelerin de Kıbrıs’a komşu olduklarını, bu durumda bu ülkelere de böyle bir hakkın tanınmasının önünde hiçbir engel kalmayacağını ileri sürüyordu.

Büyükelçi İksel ise, self determinasyon hakkının genel bir ilke olarak kabul edilemeyeceğini iddia ediyordu ve Venizelos’un Lozan Anlaşması esnasında Trakya’da plebisit fikrine karşı çıktığını örnek gösteriyordu.

İksel, bu kibar ama hararetli tartışmada sözü Megali İdea’ya getirdi ve Kıbrıs’ta Megali İdea’nın yeniden dirildiğini ve Türk halkının bundan büyük bir rahatsızlık duyduğunu ifade etti. Gerçekten de, gerek Başbakan Menderes’in konuşmalarında, gerekse basında yer alan yazılarda Yunanistan’ın Birinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Anadolu’yu işgal etmeye kalkışması sık sık gündeme getirilir olmuştu. Yunanistan’ın bağımsızlığına kavuştuğu günden beri Osmanlı İmparatorluğu’na karşı sürekli olarak büyüdüğü, Girit’i ilhak ettiği, Balkan Savaşlarında Türkleri katledip kovduğu dile getiriliyor, Kıbrıs’ta da aynı şeyi yapmaya giriştiği iddia ediliyordu.

Sık sık Girit örneği veriliyor ve Kıbrıs’ın Girit olmayacağı vurgulanıyordu.

Yaralı hafıza geri çağrılmış, Atatürk ile Venizelos’un kurduğu dostluk bir anda unutulmuştu.

Büyükelçi İksel’in  bu iddialarına karşı çıkan Averof, Megali İdea’nın dirildiğine dair iddiaların bir algı operasyonu olarak gündeme getirilmişse, bunu anlayabileceğini ama eğer Türkler buna gerçekten inanıyorlarsa, bunun ciddi bir “gerçekçilik eksikliği” sayılacağını söylüyordu.

Sekiz milyon Yunanistan’ın 24 milyonluk Türkiye karşısında Megali İdea politikası gütmesinin imkansız olduğunu söyleyen Averof, Megali İdea’nın zamanında haklı bir talep ve diaspora Helenizm’i açısından anlamlı olduğunu iddia ederek, Helenizm’in artık diasporada yaşamadığını, belirlenmiş milli sınırlar içinde yoğunlaştığını söylüyordu. Averof, bugün Yunanistan’ın yayılmasını isteyen birinin ancak irrasyonel biri olacağını vurguluyordu. Günümüzde Megali İdea’nın “Helen ülkesini kalkındırmak ve Helen ruhunu geliştirmek” olduğunu, bunun da “çok farklı, çok güzel bir Megali İdea” olduğunu ileri sürüyordu. Türkiye’de konuşulduğu anlamda bir Megali İdea’nın ne bugün, ne de yarın olmayacağını, bunu anlamak için herhangi bir Yunanlı politikacıyla veya halktan birileriyle konuşmanın yeterli olacağını iddia ederek, ancak kötü niyetli birinin Yunanistan’ın 1920 öncesine göz diktiğini söyleyebileceğinin altını çiziyordu.

Averof, devamla, Kıbrıs’ta izlenen politikayı şu sözlerle açıklıyordu: “Özgürlüğü için onca acılar çekmiş Yunan halkının, ada nüfusunun %80’ni oluşturan Helenlerin kendi kaderini tayin etme hakkını sahiplenmesi ve istedikleri takdirde Yunanistan ile birleşme hakkını savunmasının Megali İdea ile hiçbir ilgisi yoktur. Kıbrıs Helenlerinin bu talebini karşılıksız bırakan bir Yunanistan, tarihine layık olmayan, aşağı bir medeniyete sahip bir ülke olurdu”

Bunun üzerine, Büyükelçi İksel, basında yer alan yazıları örnek gösteriyor ve okullarda okutulan tarih kitaplarının içeriğinden bahsediyordu. Örneğin, İstanbul için, daha doğrusu, Yunancada söylendiği gibi Kostantinopolis’e dair yaygın biçimde dile getirilen, “zamanla yine bizim olacak” tekerlemesini hatırlatıp, bunların Türk kamuoyunu rahatsız ettiğini belirtiyordu. Ayrıca, Trakya’da yaşayan Türk azınlığına uygulanan ayırımcılıktan şikâyet ediyordu.

Averof, Yunanistan’ın self determinasyon konusunda tutumunu değiştirmesinin mümkün olmadığını, eğer Türkiye self determinasyon konusunda tavrını ısrarla sürdürürse, Kıbrıs konusunda hiçbir ilerlemenin olamayacağını ve iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmeyeceğini söyledi. (Görüşme tutanağından aktaran Neoklis Sarris, İ Alli Plevra, 1982, Atina, s.309-3013)

Averof’un söylediklerinde gerçeklik payı vardı. Yunanistan 1923’ten sonra Megali İdea politikası güdecek bir ülke değildi. Nitekim, İngiltere’ye bağımlı olan Yunan hükümetleri 1923’ten sonra Kıbrıslı Rumların Yunanistan ile birleşme taleplerini geri çeviriyor ve sahiplenmiyorlardı. Kıbrıslı Rumların Büyük Britanya ile “iyi geçinmelerini” öneriyorlardı. Nitekim, 1954 yılına kadar hiçbir Yunan hükümeti Enosis talebini sahiplenmemişti. Sonunda, gerek İngiltere’nin Kıbrıs konusundaki katı tutumu, gerekse Kıbrıs Rum liderliği ile Yunan kamuoyunun baskısı, General Papagos hükümetini konuyu BM’nin gündemine getirmeye zorlamıştı. Halkların self determinasyon hakkının kabul edildiği bir dönemden geçiliyordu ve adanın büyük çoğunluğunu oluşturan Kıbrıslı Rumlar tarihsel ve kültürel nedenlerle Yunanistan ile birleşmek istiyorlardı.

Gelgelelim, Averof’un görmezden geldiği önemli bir nokta vardı: Kıbrıs’ta Enosis hareketi, Megali İdea söylemiyle meşrulaştırılıyordu. Bazen, “1821’in devamından”, bazen de “Küçük Asya Felaketinin intikamından” söz ediliyordu. Açıkçası, self determinasyon ilkesi Helen milliyetçiliğinin tüm Helenleri aynı çatı altında toplamayı hedefleyen Megali İdea doktrini için bir araç olarak görülüyordu.

Bu tartışmadan sadece iki ay gibi kısa bir süre sonra (Aralık 1956), Büyük Britanya Kıbrıs’ta çifte-self determinasyon tezini ortaya attı. Kıbrıslı Rumların self determinasyon hakkı varsa, Kıbrıslı Türklerin de self determinasyon hakkı olduğunu ileri sürdü ve bunun muhtemel sonuçlarından birinin adanın bölünmesi olacağını iddia etti. Sonuç olarak, Türkiye ile Yunanistan arasında 1954 yılında Kıbrıs yüzünden başlayan gerilim, Zürih-Londra Anlaşmalarının imzalandığı 1959 yılına kadar devam etti. Sonunda, ne Yunanistan’ın istediği self determinasyon-Enosis, ne de Türkiye’nin savunduğu self determinasyon Taksim tezi kabul edildi. Fakat, İngilizler adada iki egemen üs sahibi oldu...    

Bu haber toplam 1178 defa okunmuştur
Gaile 517. Sayısı

Gaile 517. Sayısı