“Sema Niyazi’nin Lefkoşa’dan Avustralya’ya uzanan öyküsü...” (2)
Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” sayfasında bu kez Sema Niyazi’nin Lefkoşa’dan Avustralya’ya uzanan öyküsünü kaleme almış... Akademisyen, grafik sanatçısı ve araştırmacı yazar arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle’in yazısını okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, özetle ve devamla şöyle yazıyor:
*** Sema Hanım, Avustralya seyahatine ilişkin ancak birkaç şey hatırlıyor... “Mısır’da Süveyş Kanalı’ndan geçerken Arap bir adam entarisini kaldırarak bize iç çamaşırlarını göstermişti... Güvertede bazı adamlar ona gülüyor ve onu kışkırtıyordular... Sonra Cibuti’de durduk, koyu renk tenli adamların uzun beyaz entariler giydiğini görmüştük... Bu adamlar bize rıhtımda kendilerine katılmamız için sesleniyordu. Annem o kadar korktuydu ki hiçbir şekilde gemiden ayrılmayacağımızı söylemişti bize...”
*** Gemideki yiyeceklere ilişkin de Sema Hanım’ın pek hoş hatıraları yok... “Yiyecekler kokrunçtu... Bütün yemekler çiçek lahanası kokuyordu. Bir gün bize yengeç servis ettiler. Annem bağırarak ‘Bu da ne? Bunu nasıl yeriz?’ demişti. Aman Tanrım, yiyecekler çok korkunçtu!”
Sema’ya göre Tazmanya gemisi Avustralya’nın batısına varmadan önce, geminin tabanında bir çatlak olduğu ortaya çıkmıştı, içeriye deniz suyu doluyordu... “Çok ürkütücüydü... Mürettebat bizlere gemi batarsa diye tedbir amaçlı can yeleklerini giymemizi söylemişti. Gemide pek çok Kıbrıslırum vardı, onlarla iletişim kurabiliyorduk çünkü annem Rumca konuşabiliyordu... Gariban bir yaşlı kadının “Banayya mu, bize yardım et! Ölmek istemiyoruz!” diye yüksek sesle dua ettiğini hatırlıyorum. Çok şükür tehlikenin geçtiğini ve geminin Fremantle’a ve sonra da Melburn’a doğru seyahatini sürdürebileceğini anons ettilerdi...”
*** Sema Hanım’ın Kıbrıs’tan Avustralya’ya seyahati 35 gün sürmüştü... “Babamla buluşmak üzere Syndey’ye gitmek istesek de Melburn Limanı’nda gemiden inmek zorunda kalmıştık çünkü gemi daha ileriye gidemiyordu. Gemi hasarlıydı... Sonra da Sydney’ye trenle gittik, Merkez İstasyon’a vardık, babam bizi karşılamaya gelmişti oraya... Koltuğunun altındaki koltuk değnekleriyle ayakta durduğunu hatırlıyorum... O çok zor ve çok uzun yolcuktan sonra hepimiz perişandık...”
Aile 1942'de pikniğe giderken... Araba, Fevzi Akarsu'ya ait...
*** Kemal Bey’in geçirdiği motor kazası, ailesi üzerinde yıkıcı ve derin bir etki bırakacaktı... “Babam o kaza nedeniyle on sene boyunca çalışamayacaktı” diyor Sema Hanım... “Hükümetten aldığı küçük tazminat da haftada 13 lira kadardı ve dört kişilik ailemizi yedirip bakımına ucu ucuna yetiyordu. Zavallı annemin iş bulmaktan başka seçeneği yoktu çünkü babam çalışamıyordu. Annem Kıbrıs’ta usta bir terziydi ancak hayatında hiç çalışmamıştı... Yalnızca yakın arkadaşları ve ailesi için dikiş dikmişti... Avustralya’ya gittiğimizde annem 31 yaşındaydı. Ben 11, kızkardeşim de 6 yaşındaydı. Ödenmesi gereken faturaların yanısıra annemin Avustralya’ya gelmek için borçlanmış olduğumuz birkaç yüz lirayı da ödemek zorundaydı... Bu borcu ödemesi dört senesini alacaktı. On seneden sonra babam bir ameliyat geçirdi ve bacağına metal bir çubuk taktılar, böylece koltuk değneklerine artık ihtiyacı kalmayacaktı. Ondan sonra iş bulabilecekti, böylece bir taksi şöförü olmaya karar vermişti...”
*** Sema’nın ailesinin Sydney’deki ilk evleri kentten ve Balmain bölgesinden çok uzak olmayan Rozelle varoşunun batısındaydı. “Babam o ev için 1,500 lira ödemişti ama tam bir döküntüydü bu ev. Çok tamirat istiyordu. Babam evi tamir etmek için, bacağının kötü durumuna karşın elinden geleni yapmıştı... Bir sabah, geceleyin masaya koyduğumuz meyvaların kaybolduğunu hatırlıyorum... İşte o zaman sıçanları keşfetmiştik... Büyük sıçanlardı bunlar ve korkunçtu... Çok uzun süre mobilyamız yoktu... Kızkardeşim kampette uyuyordu, ben de evi satın aldığımızda evde bulunan eski bir yatakta yatıyordum... Sonraları evin eski sahibinin bu yatakta ölmüş olduğunu öğrenecektim! Aman Tanrım! Ağlamaya başlamıştım. O yatakta uyumak istemiyordum... Babam gidip iki şilte satın aldı... Yeni bir yatak alacak parası yoktu, o nedenle yeni şilte satın almıştı... Aman Tanrım, o günlerde çok mücadele etmek zorunda kalıyorduk...”
*** Sema Hanım’ın annesi Şifa Hanım, Avustralya’da düşkırıklığına uğramış ve Kıbrıs’ı çok özlemeye başlamıştı... “İlk beş yılda annem çok ağladı... Avustralya’da yaşamak istemiyordu. Kıbrıs’a geri dönmek istiyordu... ‘Beni Kıbrıs’a geri gönder’ diyordu babama ağlayarak... ‘Bu ülkeyi sevmiyorum. Burada kimsemiz yok. Onların dilini konuşamıyoruz. Burada kalmaktansa Kıbrıs’ta babamın kümesinde oturmayı tercih ederim’ diyordu... İlk evimiz o kadar kokrunçtu ancak artık çok geçti. Hiçbir yere gidemiyorduk. Kalmak zorundaydık... Alışverişe gittiğimizde annemin satıcıya satın almak istediklerini eliyle gösteriyordu... Cüzdanını açıyor ve satıcı, içinden parayı alıyordu. Satıcının fazla para almayacağına güvenmek zorundaydı. Başka ne yapabilirdi ki...”
Aile, Değirmenlik'te subaşında gezide...
*** Sema Hanım’a, Avustralya’da okula nasıl gittiğini soruyorum... Şöyle diyor: “Avustralya’ya varmamızdan birkaç ay sonra kızkardeşimle birlikte bir okula yazıldık. Rozelle Kamu Okulu’na gidiyorduk. Bu okulda çok sayıda yabancı öğrenci yoktu. Avustralyalı çocuklar bize zalim biçimde davranıyor ve bize lakaplar takıyorlardı... Bizimle her gün alay ediyorlardı. Çok korkunçtu... Tüm bunlara çok uzun süre katlandık ama hayatta kaldık. Ama o günlerde o kadar çok acı çektik ki... Nereye gidersek gidelim insanlar bize sövüyordu... Okula gittikten sonra lisanı öğrendik ve hatta annemize de birkaç kelime öğrettik. Nihayetinde faturaların ödenmesine yardım edebilmek için iş bulmak zorunda kalacaktım. Annemle babamın buna ihtiyacı vardı...”
*** 1963 yılında Sema Hanım’ın annesiyle babası boşanacaktı... “Ben o günlerde 19 yaşındaydım” diye anlatıyor usulca... “Boşanıncaya kadar geçen sürede annemle babamın asapları bozulmuştu... Tüm o stres ve kaygıların onlara nelere mal olduğunu tahmin edebilirim ama neden ayrıldıklarını gerçekten bilmiyorum. Bize hiçbir zaman nedenini söylemediler. Kızkardeşimle ben Pyrmont’ta annemizle kalmaya giderken, babam da tek başına Rozelle’de kalacaktı...”
*** 1964 yılında 20 yaşındaki Sema Hanım, Altan Niyazi’yle tanışacaktı... “Onunla bir düğünde tanıştık. Benden beş yaş daha büyüktü. Hoş bir insandı ve derhal ona doğru bir yakınlık duyduğumu hatırlarım... Her neyse, konuşmaya başladık ve gizlice Merkez İstasyon’da buluşmayı kararlaştırdık. Bir erkek arkadaşım olmasına izin yoktu. Her neyse ben o günlerde Alexandria’da Flemings marketinde çalışıyordum, Altan ise işe giderken yolum üzerinde bulunan Merkez İstasyon’da buluşmamızı önermişti. Birbirimizi böyle görebilecektik. Bir kez birbirimizi daha iyi tanıyınca da evlenmeye karar verdik...”
*** Sema Hanım ve Altan Bey, 6 Kasım 1965’te evlenecekti. 1969’da ilk kızları Canan, 1976’da ikinci kızları Şeniz ve 1980’de de üçüncü çocukları Deniz dünyaya gelecekti... Sema Hanımın annesi, 60 yaşında emekli oluncaya kadar 30 sene çalışacaktı. “Hatırlarım da annem her zaman yorgundu. David Jones için giysiler dikiyordu, sonra da Surry Hills’de Telecom’da çalışıyordu... Pek çok şirket için dikiş dikiyordu. Emekli olduktan sonra yataktan kalkmak için kendini zorlaması gerekirdi. Çok zor bir hayatı olmuştu...”
*** Sema Hanım’ın babası Kemal Bey, 1993 yılında, 71’nci doğumgününden üç hafta önce vefat edecekti. Üç sene sonra da anneleri Şifa, 73 yaşında vefat edecekti... “Annem her zaman Kıbrıs’a geri dönmeyi istedi” diyor Sema Hanım usulca... “Çok şükür bir kez gidebildi, annesini ve kardeşlerini gördü fakat 74’teki savaş, Kıbrıs’a temelli dönme düşlerini sona erdirdi. Babam ne yazık ki Kıbrıs’a hiç geri dönemedi. Ailesini bir daha hiç görememiş olması, ne kadar üzücü bir şey... Bana gelince, benim geri dönüşüm 30 yılımı aldı. Herşey çok farklı görünüyordu. 11 yaşındayken Kıbrıs’tan ayrılmıştım, ancak 41 yaşındayken geri dönebilmiştim. Çok şey değişmişti... Kıbrıs’ı zavallı bir durumda buldum. Lefkoşa’da mahallemizdeki evin duvarlarında hala savaştan kalma kurşun delikleri vardı. Herkes savaştan ve nasıl acı çektiklerinden söz ediyordu... Bazılarının ‘Hah! İşte zengin Avustralyalılar gelmiş’ dediklerini hatırlarım. Bizim zengin olduğumuzu zannediyorlardı. Kıbrıs’ı ziyaret edebilmek için para biriktirmek maksadıyla ne çok çalışmış olduğumuzu bir bilselerdi...”
*** “Kıbrıs’tan ayrılmış olmaktan ötürü pişmanlığınız var mı?” diye soruyorum Sema Hanım’a... “Hayır, gerçekten yok” diyor çabucak... “Kıbrıs’ta kalmış olsaydık, savaşta sıkışıp kalacaktık. İyi oldu da Avustralya’ya geldik. Annemizle babamızın peşinden burada yeni bir hayat kurduk. Burada büyüdük, iyisiyle kötüsüyle...”
*** Sema Niyazi’ye “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” için hayatını belgelememe izin vermiş olduğu için çok teşekkür ederim. Kızı Şeniz Gardner ile torunu Alissa’ya da tüm yardımları ve bu süreçteki destekleri için özel teşekkürler. Fatma Hüseyin’e de tüm desteği ve Sema Hanım ve ailesiyle beni temasa geçirmiş olduğu için çok teşekkür ediyorum.
(TALES OF CYPRUS’ta yayımlanan Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).