1. YAZARLAR

  2. Hakkı Yücel

  3. Sen doğduğun zaman…
Hakkı Yücel

Hakkı Yücel

yeniduzen.com'a özel

Sen doğduğun zaman…

A+A-

- Ela’ya/Elâ’ya… -

New Jersey

Bazı tarihlerin olduğundan çok daha başka anlamı var insan hayatında. Bir aile için bebeğinin doğduğu gün de sıradan bir tarihe atfedilen ve de onu unutulmaz kılan o ‘başka’ anlamların en önemlilerinden bir tanesi. Şimdi bu yazıyı yazmaya başladığım an senin beş hafta önce bugün gerçekleşen doğumunun heyecanını yeniden yaşarken, bunu bir kez daha anlıyorum. 22 Nisan 2021. Perşembe. Saat: 09.20. “Ela kızımız doğdu” haberiyle birlikte ailecek yaşadığımız o büyük mutluluk ve ardından sana dair gelen ilk ayrıntı: “Simsiyah bol saçlı minnacık bir bebek…”    

Şu anda odada seninle bir aradayız Elâcığım. Ben yanı başında oturuyorum ve seni o en saf ve masum halinle koklarken, bir yandan da ana rahmine düştüğünü öğrendiğim günden itibaren içimde senin için biriktirdiğim kelimeleri kulağına fısıldıyorum. Dede ile torunun ilk sohbeti bu. Sana konuşurken seninle birlikte dünyanın bütün yeni doğmuş bebeklerine konuşuyor olduğumu hissetmem ise benim için ayrı bir heyecan vesilesi.   

Başlarken şunu özellikle bilmeni istiyorum Elacığım: Ebeveynler yavrularını sımsıcak bir sevgi yumağı ile kuşatırlar -ki bir bebeğin huzur ve mutluluğu açısından olması gereken de budur-, ancak uzun vadede kimi zaman da kantarın topuzunu kaçırırlar. Şunu kastediyorum: Bebeğimin iyiliğini istiyorum, ona doğruları göstereceğim derken, bilerek ya da bilmeyerek, kendi iyi ve doğrularını, hatta kimi zaman kendi yapamadıklarını çocuklarına -onlara rağmen-  dayatırlar. Bilmeni isterim ki deden olarak asla böyle bir niyetim yok,  tam aksine, bu sohbet vesilesiyle naçizane sana hatırlatmak istediğim, varoluşsal anlamda kendi ayaklarının üzerinde durmaya başlayacağın günden itibaren esas olanın her gün biraz daha geliştireceğin kendi özgür iraden, kendine güvenin ve özbilincin olduğu ve de hayatta kendine dair seçimleri kendinin yapman gerektiğidir. Geçmişi geleceğinden uzun, belirli deneyimlere sahip birisi olarak, önünde uzun bir gelecek olduğuna inandığım ve dilediğim sana yapabileceğim en önemli tavsiye bana göre bu. Diyesim odur ki iki gözüm, en yakınların da dâhil olmak üzere sevdiklerinle kuracağın ilişkiler toplamı, senin özgür varoluşuna destek oldukları ve bu yolda sana imkân sağladıkları oranda anlamlı olacak, seni kendine rağmen belirleme eğilimi taşıyan ilişki biçimlerinin ise, istedikleri kadar iyi niyetli ve sevgi yüklü olsunlar, sonuç itibarıyla kendini sana yabancılaştırmaktan ve olmak istemeyeceğin biri haline dönüştürmekten öte bir işlevleri olmayacaktır ki, bunu hangi saikle olursa olsun kabullenmek, tecrübeyle sabittir, bir insanın başına gelebilecek en büyük felâkettir. Sakın ola seni çok sevenleri (başta ebeveynlerini) mutlu edeceğim diye kendine rağmen başkası olmaya kalkma, bunu yapma, çünkü sonuçta kendin mutsuz olacaksın.

Sohbetin dozu fazla mı sert oldu, öyleyse biraz yavaşlayalım, soluklanalım ve      -dedenin dili seni ürkütmesin, hem belki seninle bir gün dil üzerine de konuşuruz; varoluşa anlam katan temel unsurlardan biri de dildir çünkü- uhuletle ve de suhuletle devam edelim. İnsan Elâcığım kendi iradesi dışında dünyaya gelir. Anası ve babasından başlayarak ne içine doğduğu aileyi ne de hemen sonrasında edineceği aidiyetleri (etnik-kültürel-dinsel) kendi seçer. Bu insanın kendi dışında gelişen kaderidir. Bir başka ifadeyle insan kendi kaderine doğar ve o kaderi yaşar. Buradan bakınca kaderine mahkûmdur, hatta onu sevmelidir (“amor fati: kaderini sev”); ancak şu şartla ki kaderine mahkûm olmak/kaderini sevmek ona koşulsuz boyun eğmek, teslim olmak, onun edilgen sürükleneni olmak demek değildir. İşte tam burada varoluşsal olgunluk, özgür irade, özgüven, özbilinç olarak karşılık bulacak, varlığın bireysel  ‘oluş’ süreci devreye girer ki bu sürecin belirleyeni artık kader değildir; kaderin sunduğu imkânlar/seçenekler arasından bilinçli seçimde bulunan insanın kendisidir, kendi özgür iradesidir.  Daha net bir ifadeyle bundan sonrası artık insanın kendisinin yapıp ettikleri ile ilgilidir ve hayat(ın)a anlam verecek olan da işte bu yapıp ettiklerinin/edeceklerinin mahiyetidir.

Şunu söylemek mümkün yavrucuğum: İnsanın hayatına anlam verecek, onun varoluşsal konumunu belirleyecek olan, bulunduğu yer ile olmak istediği yer arasında geçireceği yaşam serüvenin kapsamı ve niteliğidir. Şu var ki insan bu serüvende tek başına değildir, bireysel varoluşunun belirleyeni salt kendisi değildir. Bu doğurgan sürece aynı zamanda, en dar kapsamlı olanından en geniş kapsamlı olanına varana kadar sınırları siyasal/ideolojik/kültürel bileşenlerle belirlenen yapılar/alanlar ve asıl bireyin bunlarla arasındaki aidiyet ilişkileri ve de bu ilişkilerin işleyişi biçimi de dâhildir. Zurnanın zırt dediği yer de işte tam burasıdır. Modern insanın ve dünyanın kuruluş serüveni olarak da nitelendirilebilecek olan bu çalkantılı süreçte bireyin hayatına dâhil olan bu türden dışsal ilişkiler o denli belirleyicidir ki sonuçta bu çok geniş ölçekli kurum/aidiyet biçimleri baskın bir hal alır; bireyin ‘kendisi olmaklığı’ (özgür bireysel varoluşu) ise o kurum (ulus-devlet) ve aidiyet biçimleri (ulusal/etnik/dinsel/ideolojik/siyasal vb) karşısında geriler. Daha somut ifade etmek gerekirse bu gelişim süreci içinde modern ulus devletlerin varlığı ve onun kurucu unsurları olan etnisite-din-ideoloji vb büyük ölçekli bileşenler üzerinden oluşturulan kolektif kimlik belirleyici ve kuşatıcı bir mahiyet kazanır ve bireyi de kendine dâhil eder. İnsanlık tarihinde ileri aşama olarak kabul edilen modern gelişmiş demokrasilerde bireyin özgürlükleri vurgusu ise son kertede çok boyutlu derin ‘bireysel varoluşu’ değil, her şeyi kendine yontan sığ ‘bencil bireyciliği’ teşvik etmekten öteye geçemez. Sonuç itibarıyla modern dönemden başlayarak yirmi birinci yüzyıla gelende, beklentilerin aksine, varlığını ve geçerliliğini sürdüren büyük ölçekli bölünmeler/aidiyetler (ulus-devlet ve ulusal/ideolojik/kültürel kimlikler) uluslararası sistemin temel karakteristiğini oluşturur. Bu sistemin güç ve çıkar çatışması üzerinden işlerlik kazanması ise her dönem için büyük/küçük çatışmalara zemin teşkil etmeyi sürdürürken; adalet, eşitlik, özgürlük, barış, bir arada yaşama vb. gibi değerler de sistemin en temel sorunları olarak açığa çıkar.         

İşte Elacığım senin ve seninle birlikte bütün bebeklerin içine doğduğunuz ve de geleceği olduğunuz dünya, bir yandan devasa teknolojik/elektronik gelişmişlik düzeyiyle yeni imkânlar sunarken, bir yandan da ne yazık ki hâlâ aynı sorunları, hatta fazlasıyla taşımaktadır. Öyle ki, bölgesel savaşlarda yaşanan can kayıpları ve yıkımlar, göç yollarında telef olan insanlar, sahillere vuran bebek cesetleri, doğanın insafsızca tahribatı, etnik-dinsel ırkçılığın artması, otoriter/faşizan politikaların ve politikacıların güç kazanmaları, kirli ilişkileri ve peşlerinden geniş kitleleri sürüklemeleri, günümüz dünyasına ait neredeyse sıradan verilerdir.

Hemen söylemeliyim, felaket tellallığı yapmak değildir niyetim, dünyanın geleceğinin umudu olduğunuza inandığım siz bebeklerin umudunu da kırmak istemiyorum. Hele öyle yapılacaklar listesi sunmak gibi bir işgüzarlık da aklımdan geçmez. Naçizane söylemek istediğim sadece şu: Elan yaşanmakta olan cehennemin en temel nedeni, birbirlerine üstünlük taslamanın ve buradan hareketle birbirlerinin boğazını sıkmanın vesilesi olan uluslar/kimlikler hiyerarşisinin mevcudiyeti ve yine buradan anlam kazanan uluslararası sistemin devam edegelen varlığıdır. Bunu aşmanın yolu evvelemirde uluslar/kimlikler hiyerarşisinin uluslar/kimlikler eşitliğiyle yer değiştirmesidir. Bunun da ilk adımı söz konusu kimliklere koşulsuz dâhil ve tabi olan bireyin, bu duhuliyetten ve tabiyetten kendi özgür kılması, bir başka ifadeyle onunla ilişkisine, belirleneni değil belirleyeni olacağı eleştirel/demokratik bir mahiyet kazandırmasıdır. Bunun gerçekleşmesi, aynı zamanda kolektif kimliklerin ve taleplerin niteliğini olumlu yönde değiştirebileceği gibi, öteki ile olan ilişkilerin de aynı minvalde etkilenmesini sağlayacaktır. Bir başka ifadeyle kendi aidiyetine demokratik/eleştirel bir mahiyet kazandırmak, bireyin varoluşsal anlamda özgür irade sahibi ‘kendi’ olmak kadar ‘dünyalı’ olmasının yolunu da açacaktır ki huzurlu ve yaşanılır bir dünyanın/geleceğin inşa edilebilmesi bakımından herhalde varılması gereken yer burasıdır.

Sevgili kızım, söz uzar, sohbet bitmez, iyisi mi tadında bırakalım. Son söz olarak sana ve senin varlığında dünyanın bütün bebeklerine naçizane söylemek istediğim hangi saikle olursa olsun, en dar ölçekten en geniş ölçeğe varana kadar kendinize yönelik her türlü siyasal, ideolojik, kültürel bütün dayatmalara karşı özgür bireysel varoluşunuzu ayakta tutmanız, bu duruşu her yönüyle geliştirmeye çalışmanız ve ilişkilerinizi buradan kurmanızdır.

Öyleyse bir kez daha, hoş geldin Elâ bebek; dünyanın bütün bebekleri hoş geldiniz. Umut ve güç sizlersiniz; bu dünyanın kaderini sizler değiştirebilirsiniz. Sürünün sürükleneni değil, önce kendiniz olun, size dayatılan duvarları, sınırları aşıp geçin ve birbirinizle buluşun; yürekleriniz birbirinizi sevecek kadar, zihinleriniz birbirinizi anlayacak kadar geniş, yolunuz açık olsun.

Bu yazı toplam 1653 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar