Sen hiç görünmez oldun mu?
Sen hiç görünmez oldun mu?
Hatice Cabacaba
[email protected]
“Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar,müzikler, öğretmenler var, karşı çıkmak istediğim kurallar var, bir HAYKIRIŞ!!! Küçük dünyanız sizin olsun” Tezer ÖZLÜ
Yaşamının herhangi bir anında hem görünmez, hem de sesinin duyulmadığını hissetin mi hiç? Hani uyurken bir kâbusa saplanıp kalmışsın da, attığın çığlıkların bir türlü sese dönüşemediği, senin inadına sesini duyurabilmek için biraz daha zorlayıp, çabaladığın, çeneni kırarcasına avaz avaz haykırmana rağmen kimselere ulaşamadığın, kimselere duyuramadığın, üzerindeki karabasandan kurtulamadığın acı verici bir sessizlik ve görünmezlik hâli. Özetle, hayatına ilişkin özel alanlardan, kamusal alanlara kurulan tüm kurallar, gelenek ve görenekler eril bakış açısı ile yeniden yoğrulup dururken, elinin hamuru ile yok oldun mu hiç?
Tarihten, edebiyata, kitaplardan, filmlere, bilimden, sanata, sendikalardan, siyasi partilere, kahvelerden, sokaklara, gecelere, göç yollarına, meslek olmuş sözde “kadın işlerine” kadar saymakla tükenmeyecek hayata dair her alanda esamenin okunmadığı, hikâyeyi şekillendiren erkek karakterlere inat, ikincil rollerde dahi görünmez olup da özne ile yüklem arasında kayboldun mu?
Bir işyerinden işçi çıkarımına gidileceği sırada sanki bir sihirli değnek değmiş gibi bir anlığına herkesten önce görünür olmana rağmen, işsizlik oranlarını anlatan rengârenk pastalarda görünmez olduğun, işsiz olamayıp, onun yerine “ev kızı” ya da “ev hanımı” olduğun oldu mu? İşyerindeki görünmez cam tavanlara kafanı çarpıp dururken, aldığın yaraların görülmediği, karar alma süreçlerinde sesinin duyulmadığı ve de üst mevkilerdeki iri koltuklara oturmak için oynanan sandalye oyununda, sen koltuğun önünden geçerken müziğin hiç durmadığı oldu mu?
Okuyup “adam” olma şansına erişebilmen kütükte yazılı doğum yerine göre değişebilirken, dost meclislerinde “adam” gibi fikrini beyan edip, “adam gibi adamların” “delikanlı kadını” olmamaya direndin mi?
Eşitlikçi ve demokratik bir aşk hayal ederken, “aile birliği” içinde mutfak önlüğünün arkasında kayboldun mu? Ya da iyi günde kötü günde “ailenin namusu”, “toplumun şerefi” arasında bir yerlerde duyguların felç oldu mu? Peki, yaşadığın şiddet sonrası hastane koridorlarından polise, yasalardan yargıya görünmez olduğun; aynalara bakarken gözündeki mor rengi kendinin bile görmezden geldiği, sonuçta da gerçekten görünmez olduğuna inanıp dizini kırıp evine dönerken, kendi ellerinle kırık dizine paslanmaz çelikten bir protez daha taktığın oldu mu? Bunlar yetmezmiş gibi “kutsal aile birliğini” devam ettirebilmek adına akşama patlıcanları yüreğinle soteleyip, korkunla yapılmış bir kaşık pilavla masaya koydun mu?
Peki, gözyaşların cinsiyetine bağlandı mı hiç, hissettiklerin görünmez olurken, duygularının üzerinde çıplak ayak dans ettiğin, dans ederken de sözcüklerin notalar arasında yitip giderken, beyninin göğüs dekoltende kaybolduğuna şahit oldun mu?
“Kadınları anlama kılavuzu”, “kadınlar çiçektir”, “kadınlar ne ister” diye sağda, solda, sosyal medya da bir sürü zırva okurken, kapitalizmin eteklerinde görünmez oldun mu?
Başkalarının senin adına aldığı kararlara uymadığın, uyamadığın zamanlarda kurulan ataerkil mahkemede, sanık sandalyesinde oturmana rağmen kendi hayatına şahit olamadığın oldu mu? Yargıcın elindeki çekiç sesiyle irkilip, hayatının mini eteksiz, hanım hanımcık aseksüel namus kavramına hapsedildiği hükmüne varıldı mı?
Tecavüzcünü öldürmen sebebiyle darağacında idam edilmeyi beklerken, insan hakları arasında bir yerlerde bedeninle birlikte kayboldun mu? “Aşk” cinayetine kurban gittiğin sırada, adın yavaş yavaş yok olurken, failinin ne kadar “adam” olup olmadığının tartışıldığı sırada, “adam gibi adamların” “hak” kavramının altını doldurduğuna uzaktan bir yerden bakakaldın mı?
Eşitliğin sadece etnik köken üzerinden konuşulduğu müzakere masalarında yok sayılmanın dayanılmaz ağırlığı altında ezilirken, bir yandan da sınıfsal mücadeleyi feminizm ile bölmekten yargılanıp, görünmez hâline bakmadan sana ait olmayan karanlık gecelere inat sokaklarda mücadele verdin mi?
Çoğulcu demokrasi diye haykırıp dururken, siyasal kararlara katılamadığın, deneyimlerinden, gereksinimlerinden ve beklentilerinden bahsedemediğin oldu mu? “Adam gibi” yasalara, doğurganlık haklarını, soyadını, korunma hakkını, sığınak hakkını koymak için direttin mi? Nerde ebeveynlik hakkı, kreşler, bakım evleri derken kendi kendine konuştuğunu hissettin mi? Ücretler belirlenirken, geleceğin “güvence” altına alınırken, çalışma koşulları, izin hakkı, mülkiyet hakkı masalarda derin anestezi altına alınırken görünmezliğin dibine vurdun mu ki?
Sırf daha fazla görünür olmak, sözünü duyurabilmek adına kota ihtiyacı oldu mu ki sendeki bünyenin? Sen kadın görünürlüğü artsın, kadın temsili önemli diye haykırıp dururken, sistemin yarattığı “vitrin kadınları” ile cezalandırıldın mı hiç? Siyasal katılımın artırılması kadar, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması adına atılacak doğru adımların, şık durur diye taraf olunduğu hâlde biblo niyetine rafa kaldırılan uluslararası anlaşmalara istinaden yapılacak çalışmaların önemini anlatırken, karşına geçip “neyin peşindesin”, “daha ne istiyorsun” diye sordular mı? Seçim kampanyaları ile nasıl hanımefendi olacağın itina ile fotojenik fotoğraflarla anlatıldı mı? Sadece görünür olmanın yetmeyeceği bilincinde, eşitlikçi kamu politikaları ile kadın temsilini özendirecekleri rüyasına yatmışken, kadına dair sorunlar yanında, siyasi, ekonomik ve toplumsal kararları etkileyebilecek politikalar üretebileceğin fikrinin kaç çocuk üretebileceğin fikri arkasında gözden kaybolduğuna şahit oldun mu? Kota uyguladığını iddia edenlerin, seçim listelerinde en son sırada yer alıp da üç beş “adama” harcandın mı?
Ah hiçe sayılan hayallerim, görmezden gelinen benliğim, havada kimsesiz kalmış kelimelerim, sırasını bekleyen beklentilerim, işin aslı bu sorular böyle uzar da gider. Üstelik beni görmezden geldiğin yetmezmiş gibi, ben ısrarla her HAYIR dediğimde, sen hep BELKİ anladın ya, ben sana bu saatten sonra ne desem boş…