SEN KİMSİN?
Bir fısıltı, sonrasında korkuya düştü köy halkı. Haberler geldi peşi sıra, ötedeki köye saldırmışlar, dün berideki köyden de birileri vurulmuş, sıra bizde diyerek koşuşturan komşular kapıları çalıyorlar. Şeherde huzursuzluk hâkim. Bizim için toplanma vakti. Gitmemiz gerek, daha güvenli bir köye doğru yola düşmek. Çarşaflara doldurduğumuz birkaç parça giysiyi sırtımıza vurup şu tepeleri aşacağız. Gideceğimiz köyde mevzileri kurar orada savaşırız.
* * *
Bir talimatla başladı her şey, insanın inanası gelmedi. Şeherde bir milli gün havası sanki, bayrakları kuşanan elinde taşlarla gazete önünde toplandı. Hedefteki gazeteciler her günkü gibi masa başı yaptılar, yan taraftaki meclisin içindeki milletin vekilleri ise yemin töreninde yemin ediyorlar. Hukuk devleti, anayasa, “halkımın refah ve mutluluğu için çalışacağıma...”, ilk taş, camlar peşi sıra inmeye başlıyor, kalabalıkta bağırışlar, heyecan, cam kalmayınca tabelalar iniyor, mutluluk, yüzlerde tebessüm, polis seyrediyor, gazetenin içine giriliyor, can korkusu, vekiller peşi sıra “her yurttaşın insan haklarından ve temel hak ve özgürlüklerden yararlanması ülküsünden...”.
* * *
Şu tepe son tepe. Bunu aştık mı geldik demektir. Korkma bak annemiz de babamız da yanımızda. Küçük çocuk tir tir titriyor, kardeşinin elinden tutan o minik eller güvende hissediyor. İnsan güvendiği eli tutar değil mi? Karşıki köyde dumanlar tütüyor, etrafta çıt yok, ara sıra şinyalara takılan birileri uf! diyor. Küçük bir patikanın içinden geçtikten sonra köye varıyorlar. Hepi topu yirmi kişi. Huzurlu şimdi hepsi de, vardılar köye, Türk köyüne.
* * *
Adam nereden bilecek şu dama çıkmayı. Söylesene kapıları kim açık bıraktı? Elinde kayı boyu bayrağı. Sallıyor. Vekiller o ayakların altında yemin ediyor “Devletin varlığını ve bağımsızlığını...”. Eller alkışlıyor, sloganlar atılıyor, güruh coşuyor. Meclisin önünde peşi sıra dizilmiş çakı gibi kolluk kuvvetleri. İzliyor. Tarih utanıp duruyor. Sayfalar çevrilemiyor, radyolar konuşamıyor, ekranlar donuyor, burası bizim ülkemiz mi diyen insanlar, bir yerlerden birilerinin çıkıp dur! demesini bekliyor. Olmuyor.
* * *
Köye varanlar bir bulgur pilavı ile tarhana çorbası buluyorlar önlerinde. Sıcacık yudumluyorlar. Hiç tanımadıkları bu insanlara sadece soydaş oldukları için sarılıyorlar. Tehlike dışarıda, yanı başlarında elleri tetikte bekleyen insan avcıları var. Etraf faşist kaynıyor. Radyonun gıcırtılı sesi insanların kulaklarına adanın her tarafından acı haberler veriyor. Kaybolan insanlar varmış, kaç gündür haber gelmiyor. Cemaat huzursuz. Şeherde büyükler harekat planları yapıyorlarmış.
* * *
Bilir misin, şu yağmura inat burada sabaha kadar kalalım. Referandum kararı çıkana kadar bu meclisin, şu sarayın önünde sabahlayalım. Duymazlar bizi dostum. Biz küçük hesaplarız onlar için, bizim istediğimizin önemi yok. Atı alan Üsküdarı geçecek. Rum tarafı AB’ye girince biz burada daha da ufalacağız, göç edecek yer arayacağız, can korkumuz olacak, bir avuç kalacağız. Devletin başındaki bizi düşünseydi böyle olmazdı. Sen ıslanmazdın şimdi bu yağmurun altında, ben ağlamazdım, şu adam bağırmazdı, bizi bizden başkası düşünmez, düşünmez de, umut edelim ki her şey daha kötüye gitmesin.
* * *
On binlerce insan toplanmış Lefkoşa’nın kalbinde, barış ve çözüm isteyen eller hep bir ağızdan geleceğe haykırıyorlardı, karanlık odaklar bomba ihbarı yapmış ancak ihbar asılsız çıkmıştı. Adanın neredeyse bütün sokakları boşalmış, meydana akmıştı. Sarayın camları titriyordu şimdi, insanların umudu çoğalıyordu. Yediden yetmişe hep beraber insanlar bu meydanda barışı çağırıyordu. Birlik, mücadele, dayan...
* * *
Ne karanlık işler dönüyor böyle, kimi kimden koruyacaksın, kim dostun kim düşmanın, üç karış yerde düşmanlık mı olur, olur işte, bak halen taşlayan dokuz kişi bulunamamış. Kuş oldular da uçtular, yerin dibine girdiler, orada saklanıyorlar, artık arasak da bulamayız. Kim olduklarını, hangi talimatla iş gördüklerini bilmez miyiz? Biz biliriz birbirimizi işte, kendimize böyle kıymayız.
* * *
Tarihin sayfalarında bu kadar badire atlattık, ancak dünden bugüne kala kala üç kişi kaldık işte: Ben, sen ve o. Hepimiz de içimizdeki “biz”i arıyoruz hâlen. Kim olduğumuzu sorguluyoruz. Sen kimsin, söyler misin? Biz dün kimdik, bugün kimiz, nereye bakıyor gözlerimiz, daha fazla özgürlük mü istiyoruz, ifade, basın özgürlüğü, yoksa bataklık mı, korku imparatorluğunda etrafımız Ortadoğu ateşi ile çevriliyken neyi bekliyoruz?
Sen de biliyorsun, susarsan yenilirsin, güvenirsen elinden tutarsın yanındakinin, yeniden çoğalırsın. Her şey daha kötüye gitmeden, bu korku barajının seti yıkılmadan, cesaretle karşı duralım ve boğulmayalım sonunda.
Şimdi, üç kişi hep birlikte, sen, ben, o, omuz omuza verip yeniden “biz” olalım.
Biz olalım.