Sendikalarla ‘imtihan’
Sendikaların eylem yapma biçimlerini beğenmeyebiliriz.
Ama eylem yapma biçimlerini beğenmiyoruz diye, sendikaları önemsizleştirmeye yeltendiğimiz vakit, hele de sendikaların asli görevlerinden, varlık sebeplerinden birinin, üyelerinin haklarını koruyup savunmak olduğunu unutup, sendikacıları ‘tertiplemeye’ kalktığımız vakit, çok tehlikeli sulara girmişiz demektir.
Aman!
Aman, sendikalar bize lazımdır!
Sendikalar, hem çalışma hayatında haklarımızın korunabilmesi, hem de örgütlü mücadele gücümüz adına olmazsa olmazlarımızdır.
Sendikaların olmadığı yerde, emek sömürüsü vardır.
Sendikaların olmadığı yerde, çalışanların en temel hakları tehlike altındadır.
Sendikaların olmadığı yerde, iş barışından söz etmek zorlaşır.
Sendikaların olmadığı yerde, gerçek anlamda bir demokratik düzenin hayat bulması mümkün değildir.
Sendikalar ve sendikal mücadele, tıpkı siyasal partiler ve siyasal mücadele gibi, demokrasinin temel direklerinden biridir.
Sendikal mücadelenin siyaset eliyle önemsizleştirilmeye çalışıldığı, sendikaların gücünün siyaset eliyle yıpratılmaya çalışıldığı rejimlerin nasıl rejimler olduğu da herkesin pek âlâ malumudur.
Bu yüzden sol partilerin ve bu partilerde siyaset yapan herkesin, sendikalarla ‘münasebet’ biçimini bir kez daha gözden geçirmesinde fayda vardır.
Sol bir partinin mensubu olup da sendikalarla toplumu birbirine kırdıran eylem ve söylemler geliştirilmesi konusunda yeterli hassasiyete sahip olmayan siyasetçilerin ise acilen gözden geçirmeleri gereken şey, siyaset yaptıkları parti ile ‘münasebet’ biçimleridir.
***
Kişisel görüşümdür:
KTÖS Genel Sekreteri’nin, Meclis Genel Kurul Salonu’nun ziyaretçiye kapalı bölümünde, ‘Göç Yasası’ olarak tabir edilen Kamu Çalışanlarının Aylık (Maaş –Ücret) ve Diğer Ödeneklerinin Düzenlenmesi Yasası ile ilgili hazırladıkları değişiklik önerilerini dağıttıkları eylem konusunda; ‘Meclis binasının esas sahipleri Rum Dianellos ailesidir, elimizde bu binaya girebileceğimize dair mülk sahibinden tasdikli bir belgemiz vardır’ şeklinde bir açıklama yapması, popülizmdir.
Bu tavrın, yasa ile ilgili sıkıntıların ortadan kaldırılması yönünde verilen mücadeleye, artı değer katabilecek bir tarafı yoktur.
Ancak…
Meclis Başkanı’nın, genel kurul salonunda söz konusu önerileri milletvekillerine dağıtan sendikacıları, ‘haneye tecavüz ettikleri’ gerekçesiyle polise şikayet etmesi ve soruşturma talep etmesi, bunun üzerine de polisin, 7 KTÖS ve 14 KTOEÖS üyesine dava okuması da, kimse kusura bakmasın ama hiçbir şekilde iyi niyetli bir yaklaşım değildir.
Yaklaşım iyi niyetli olmadığı gibi, mesele, ‘Meclis itibarını zedeleyen ve güvenlik açısından da sorgulanması gereken bu yasa dışı durumla ilgili soruşturma başlatmak, Meclis Başkanlığının görev ve sorumluluğudur’ şeklinde bir yaklaşımla açıklanabilecek kadar ‘teknik’ bir mesele de değildir.
***
Ortada, 2009 yılından bu yana gündemi meşgül eden önemli bir yasa var.
Bir yasa ki, UBP hükümeti tarafından Meclis’ten geçirildiği dönemde, aralarında, şimdinin hükümeti, o dönemin muhalefeti CTP’nin de bizzat yer aldığı kalabalıklar tarafından çeşitli eylem ve gösterilerle protesto edilmiş.
Bir yasa ki, o dönemde CTP’li milletvekilleri defalarca Meclis kürsüsünde, yasanın Anayasa’ya aykırı olduğunu savunmuş.
Bir yasa ki, Anayasa Mahkemesi’nin, oy çokluğu ile yasayı Anayasa’ya aykırı bulmamasının ardından, CTP’li vekiller ağız birliği içerisinde, Anayasa Mahkemesi yargıçlarını, hukuki değil siyasi bir karar vermekle suçlamış.
Ve öyle bir yasa ki, 2013 genel seçimi öncesinde CTP, ‘bu yasayı değiştirme’ sözü vermiş.
Ve öyle bir yasa ki aynı sözler, Nisan ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de tekrarlanmış.
Ama öyle bir yasa ki, genel seçimin üzerinden neredeyse 2 yıl geçmiş olmasına rağmen, değişiklik çalışmaları hâlâ genel kurulun gündemine gelememiş.
***
Toplumun pek çok farklı kesimini temsil eden 30’a yakın sendikanın ısrarla karşı çıktığı, çalışanlar arasında eşitsizlik ve adaletsizliğe yol açtığı, bazı kesimlere uygulanıp bazı kesimlere uygulanmaması nedeniyle kamu çalışanları arasında sınıflar ve imtiyazlar yarattığı sebebiyle değişiklik talep ettiği bu yasayla ilgili olarak CTP’den beklenen, sendikalarla ‘polislik’ olması değil, diyalog yoluyla, sorunu ortadan kaldırmaya çalışmasıdır.
Mesele, ‘sokakta onca işsiz varken, paraya doymayan kamu çalışanları’ meselesi değildir.
Mesele, ‘kamunun olanaklarını gani gani kullanıp daha da fazlasını isteyen insanlar’ meselesi değildir.
Mesele, ‘yılan kendilerine dokununca ses yükselten kesimler’ meselesi de değildir.
Burada mesele, yasalar eliyle çalışanlar arasında bir adaletsizliğin yaratılıyor oluşudur ve sendikalar, varlık nedenleri gereği, üyelerinin haklarını savunmakla mükelleftir.
Yazının başında da belirttiğim gibi, sendikaların eylem yapma biçimlerini beğenmeyebiliriz.
Ama eylem yapma biçimlerini beğenmiyoruz diye, sendikaları ve sendikacıları ‘tertiplemeye’ kalktığımız vakit, çok tehlikeli sulara girmişiz demektir.
Sendikal mücadelenin siyaset eliyle önemsizleştirilmeye çalışıldığı, sendikaların gücünün siyaset eliyle yıpratılmaya çalışıldığı rejimlerin nasıl rejimler olduğu, herkesin pek âlâ malumudur.
Bu yüzden sol partilerin ve bu partilerde siyaset yapan herkesin, sendikalarla ‘münasebet’ biçimini bir kez daha gözden geçirmesinde fayda vardır.