1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Senede Bir Gün
Senede Bir Gün

Senede Bir Gün

Senede Bir Gün Üniversite yıllarımdan kalan tek arkadaşım, kedi ve köpeklerinin huzuru için Bodrum’a yakın bir köyde yaşıyor. Birbirimizin evlerine gidemeyiz. Hayvanları buluşmamız için engel oluşturuyor. Son yıllarda kendiliğinden “sen

A+A-

 

Kıbrıslı Anılar

                      

 

 

 

Üniversite yıllarımdan kalan tek arkadaşım, kedi ve köpeklerinin huzuru için Bodrum’a yakın bir köyde yaşıyor. Birbirimizin evlerine gidemeyiz. Hayvanları buluşmamız için engel oluşturuyor. Son yıllarda kendiliğinden “senede bir gün” buluşma usulü gelişti. Datça tatilinde, arabalı vapura biner Bodrum’a geçerim. Kahve içer,balık yeriz sonra o köyüne ben de Datça’ya döneriz.  Bu yıl baktım, eskilerden hiç söz etmedik. Günlük konularla ilgilendik ve birbirimizi çaktırmadan izledik. Bizim arkadaşlığımızın başladığı yaşlarımızda olan yeğeni resimlerimizi çekti. Ben değil ama o hiç birini beğenmedi. Ben yaşlanma ve güzellikten uzaklaşmayı umursamazken o tam tersi havadaydı. Belli ki, içinde  yeni heyecanlar ve kıpırtılar taşıyordu. Belki biraz estetik yaptıracaktı. “Ben yaptırmam, doğal kalmayı yeğlerim” dedim. Geçmişte o hep sivilceliydi ve sayesinde akne tedavisi konusunda çok şey öğrendim. Şansa bakın, son buluşmamızda ilk kez yanağımda kocaman bir sivilce ile karşısına çıktım.

Daha çok o anlattı ben dinledim. Ertesi gün telefonlaştık. “kendini çok bırakmışsın, kilo ver ve biraz süslen, sivilceni beğenmedim” dedi. Ben de onu yıpranmış bulmuştum ama yorum yapmadım. Belli ki kendini iyi hissediyordu. Keyfini niye kaçırayım ki?

Biz de tanışma yılımız 1965’te ikinci çekimi yapılıp gösterime giren “Senede Bir Gün”filminde buluşan sevgililer değil ama arkadaşlar olmuştuk. O filmde sevgililerin yılda bir kez buluşmaları hıçkırıklara neden oluyordu. Aşkın, platonik olursa güzel olduğu mesajı veriliyordu. Kadınlara, ete kemiğe bürünmeyen bir aşk reva görülüyordu. Senaryolaştırılan romanı İhsan Koza ismi ile aslında Nazım Hikmet’in yazdığı Haluk Oral tarafından iddia ediliyor.

 

 İkimiz de birbirimiz için “farklı” kişilerdik. Bu çekim ile arkadaş olduk. Ben, 1963 hadiselerinde kesintiye uğrayan okulun edebiyat bölümünden mezun olup, “fen” ağırlıklı fakülteyi seçmiştim. Onda İstanbullu ve varlıklı aileden gelmenin avantajı vardı. Babasının işi gereği başka ülkeleri ve dünyaları yakından tanıyordu. Türkiye’nin  kapalı kültürden arkadaşımda hiç bir iz yoktu.

 Kıbrıslıtürkler o zamanlar tanınmış bir kimliğe sahiptiler ama sonuçta “küçük yer” insanıydılar. Arkadaşım da bizim farklı ve daha “avrupalı” kültürümüzden hoşlanmıştı. İkimiz de yaşıtlşarımızdan çok farklıydık.

İnsan “köyden” büyük şehirlere gidince nasıl bocalarsa ben de öyle olmuştum. Büyük şehrin öğreticiliğini, ve vizyon geliştiriciliğini hemen keşfettim. Öğrenci için iyi olanaklara sahiptim. Evde kalıyordum, burs ve aile desteğim vardı.

 

Arkadaşlığımızın ilk yıllarında o benim “öğretmenim” oldu. Biz birlikte iken aynı görüş ve anlayışları paylaşırdık ama okul dönüşü herkes kendi yaşamına dönerdi. Arkadaşım sayesinde İstanbul’un güzel ve kaliteli yerlerinin tadını çıkarmayı, entelektüel ve sanat ortamıyla tanışmayı, felsefe okumalarını artırmayı, sol düşünceleri kaynağından öğrenmeyi,   Sartre ve “varoluşçuları” özümseyip takip etmeyi ondan öğrendim. Simone De Beauvoir’in ateşlediği “feminizmi” o yıllarda nasıl dert edindiğimizi unutamam. Duygusal, bedensel ve akli olarak “ayakta durabilecek” kadınlar olmayı hayal ediyor ve çalışıyorduk. Cins ayırımcılığı içeren fikir ve uygulamalara tepkiliydik. Bir dönem “kişisel analizler”e o kadar yoğunlaşmıştık ki her davranışımızı, düşüncemizi ve sözümüzü analiz eder olmuştuk. İktidarları, adaletsizliği sevmezdik. 68 olaylarında, Dev-Genç yanlısıydık, boykot ve işgallerin destekleyicisiydik.

Senede Bir Gün filmindeki Türk-Müslüman aşıkların-bilhassa kadının- çaresizlikleri içimizi burkarken, bir yıl sonra 1966 da Agnes Varda’nın “Le Bonheur” -Mutluluk- Fransız filmi ile alt-üst olduk. Mozart müziği ve doğanın güzelliklerinin hakim kılındığı filimde evli iki çocuklu bir adam, karısı ve sevgilisine aynı şiddetle aşıktı ve ikisi arasında tercih yapamıyordu. Ailece gittikleri piknikte kadın eşine sordu: ”Son zamanlarda daha mutlu görünüyorsun”. Erkek “evet, bir başka kadına da aşığım” dedi. Kadın şaşırdı ve “ama ben senin karınım ve çocuklarımız var” dedi. Erkek, “gönlüm ve kucağım ikinize de yeter” diyerek karısını ikna etmeye çalıştı. Seviştiler ve uykuya daldılar. Adam uyandığında karısı yoktu. Çocuklarıyla aramaya çıktılar ve gölden ölüsünün çıkarıldığını gördüler. Bir kadın sahneden çekilip diğeri kalmıştı. Nitekim bir süre sonra evlenip mutluluğa devam ettiler.

 Şamar yemiş gibiydik. İnsanlar birden fazla kişiye aşık olabilirdi. Onu çözmüştük. Ama adamın karısı aynı şeyi yapsa ne olurdu? Evli kadın “ya kabul edecek ya da ölecek miydi?” İlişkiler sürseydi o çoklu aşk aynı şiddette sürer miydi? Yanıtsız bir sürü soru ile ayrıldık, fakültenin karşı tarafındaki sinemadan. Bu film ödül de aldı, feminist tezlere de konu oldu.

 

Yaz ve Şubat tatillerinde uçağa biner Lefkoşa havaalanına inerdim. Sokaklar ve şehir gözümde minyatür gibiydi. Çağlayan semti, Resa pastahanesi, çocuk bahçesi ve Girne boğazı ile Kırnı en gözde gezme yerlerimizdi. Ev misafirliklerinde erkekler Kıbrıs meselesini, 30KL’ye düşen maaşlarını (kadınlar 15KL alıyordu), 63 olaylarından sonra göçmen düşenleri konuşurken kulak kabartıyordum. Gazeteler silme milliyetçi yazılar içeriyordu. Kıbrıslıtürklerin bir böylesi gettolaşmış yaşantıları vardı bir de çoğu şehir ve köylerde birlikte yaşamışlıkları. İki ağabeyim de Leymosun’da yaşıyordu. Onları ziyarete giderdik. Kıbrıs yine sorunluydu ama şimdikilerin yanında dayanılırdı.

 

Gelelim günümüze... Çözüm olması gerektiği havası pompalanırken, KC’nin petrol ve gaz arama çalışmalarından ortalık karıştı. KKTC-TC kıta sahanlığı anlaşması yapmış. Türkiye de bizim sahillerde petrol arayacakmış. Afrika gazetesi “Denizde de taksim” başlığı attı. Savaş tehditi de cabası..

Ha gayret bilumum iktidarlar. Kavga edin, çözümü engellemeye çalışın. Hayat devam ediyor. Petrol ve gaz Kıbrıslılarındır.    

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2879 defa okunmuştur