Bülent Fevzioğlu
1962 yılı içerisinde bir adam, Lefkoşa’dan yola çıkarak İstanbul’a gider…
Yanında, söz ve müziklerini yazdığı, birine ‘‘Olimpia’’, diğerine ‘‘Elveda Artık Sana’’ adlarını verdiği iki de bestesi vardır…
21 yaşında, gencecik bir delikanlıdır…
Sahneye ilk çıktığında ise 17 yaşında idi henüz…
İstanbul’da Şençalar Stüdyosu’na girer ve yalnızca eserlerini değil, müzik tarihimiz adına ‘‘Kıbrıslı Türklerde ilk plâk’’ cümlesini de, kayda geçirir…
Daha da tarihseli, ‘‘Taş plâğa’’ okur ilk eserini…
Kıbrıs’a dönmeden önce, ikinci bir plâk daha hazırlar…
‘‘Taş Plâk’’tan sonra gelen, 45’lik bir plâktır bu…
Ve bu plâkların üzerinde, Kıbrıslı bir sanatçı olarak ‘‘Ahmet Belevi’’ yazmaktadır…
Aynı yıl (1962), Lefkoşa’dan, bir başka delikanlı gider İstanbul’a…
Onun yolu ise bir müzik stüdyosundan değil, sinema çevrelerinden geçer…
Önce; dönemin en önemli sinema, müzik, magazin ağırlıklı SES Dergisi’nin düzenlemiş olduğu ‘‘Artist Yarışması’’na katılır…
Gazeteci yazar Ahmet Tolgay, şöyle yazar onun, anlatımından:
‘‘Final yarışması, Beyoğlu’ndaki Küçük Sahne’de yapılacak…
Salonda izleyicileri de olan, medyanın da ilgi odağında bir yarışma.
Bazı filmlerde de rol alan Erkan Yolaç, yarışmanın sunucusu.
Jüride Ahmet Tarık Tekçe, Muzaffer Tema, Gülistan Güzey ve Üftade Kimi gibi ünlü sanatçılar var.
Biz 12 finalist teker teker sahneye çağrılıyoruz, Erkan Yolaç bizimle söyleşiler yapıyor.
Birdenbire jürinin bulunduğu köşeden yüksek sesli tartışmalar başlar…
Ahmet Tarık Tekçe öfkeyle ayağa fırlar, sanki tartıştıklarını dövecekmiş gibi bir gerilim içinde.
Meğer o kısa boylu finaliste (Yarışmayı organize eden gazetecinin yeğeni) yarışmayı kazandırmak için jüri üyelerine baskı yapılınca, Tekçe çileden çıkmış…
Jürinin ilkeli duruşu torpili önleyince, ben yarışmayı ikincilikle bitirdim ve çevremde film yapımcılarını buldum.’’
Çevresinde ‘‘film yapımcılarını bulan’’ genç, Türker Vehbi Ulusoy idi…
Ahmet Tolgay, şu bilgileri aktarır sonra:
‘‘Arka Arkaya Acar Film, Uğur Film ve Erman Film gibi önde gelen şirketlerin, Atıf Yılmaz ve Memduh Ün gibi yönetmenlerin çektiği ‘‘Bir Gecelik Gelin’’, ‘‘Akasyalar Açarken’’ ve ‘‘Afacan’’ gibi filmlerinde yan karakter rollerine çıkar, adı jeneriklere ve afişlere ‘‘Türker Ulusoy’’ olarak yazılır.
Orhan Günşiray’lı, Gönül Yazar’lı, Göksel Arsoy’lu, Fatma Girik’li, Hüseyin Baradan’lı filmlerin kadrosundadır…’’
Ve yine…
1962 yılındayız…
Bu kez, Baf’ın Ovalık köyü doğumlu olup da polislik mesleğinde bulunan bir başka genç, görevinden izin alıp İstanbul yolculuğuna hazırlanır…
Gencecik bir delikanlıdır o da, 22 yaşında…
‘‘Söz Uçar Yazı Kalır (Müziğimiz Üzerine Söyleşiler)’’ kitabında araştırmacı yazar ve BRTK program yapımcı ve sunucusu Eralp Adanır, halen Mağusa’da yaşamakta olan Hüseyin Kırıksaz’la yapmış olduğu söyleşiyi şöyle paylaşır:
- Hüseyin Bey, sizin bir de sinema serüveniniz var.
Sanıyorum birçok okuyucu bunu bilmiyor.
Yeşilçam’a kadar uzanma serüveniniz nasıl gerçekleşmişti?
Yanıt:
‘‘Aslında rastgele bir olay olmuştu.
60-61 yıllarında Limasol’da polistim.
O yıllarda Şahin Sinemaları’nın sahibi Ertuğrul Şahin Bey, dostumdu.
Ben bir ay izin alıp Türkiye’ye gitmek istedim.
Bunun üzerine Ertuğrul Bey, ‘‘madem ki Türkiye’ye gidiyorsun sana bazı hediyeler vereyim de’’ o zamanın jönlerinden ‘‘Orhan Günşiray’a veresin. Hem tanışırsınız, hem de seninle ilgilenir’’ dedi.
Hediyeleri alıp gittim ve Orhan Günşiray’ın dördüncü Levent’teki evini bulup verdim.
Tipime bir baktı, ‘‘yahu sen yakışıklı adamsın, seni sinemada oynatalım’’ dedi.
Ben de polis olduğumu, bir aylığına geldiğimi söyledim.
‘‘Olsun canım, seni birkaç filmde oynatalım’’ dedi.
‘‘Vallaha hatıra olur, Kıbrıs’ta dostlar da görür’’ dedim.
Böylece ‘‘Kurşun Yağmuru’’ isimli filmde Eşref Kolçak, Semra Sar, Pora Morelli gibi isimlerle oynadım…
Diğeri de, ‘‘Ver Elini İstanbul’’ filmiydi...
Bu filmde de Tanju Gürsu, Öztürk Serengil vardı…
Ve Öztürk (Serengil) beyi kelepçeleyen polistim.
Her iki filmde de polis rolündeydim…
Yalnız ‘‘Kurşun Yağmuru’’nda, eroincilerin peşinde bir sivil polistim…’’
Kıbrıs Türk Müzik Tarihi’ne ilk taş plâk ile ilk 45’lik plâğı kazandıran ünlü müzisyen Ahmet Belevi, 1963 yılı içerisinde, Halkın Sesi gazetesinin ‘parasız ilâvesi’nde kültür - sanat üzerine yazılar da yazar…
21 Ağustos 1963 tarihli (Sayı: 22) ilâvede, dönemin önemli sanatçılarından Rasıh Işıkman’la yaptığı söyleşiyi yayınlayan Belevi, bir yıl önce (1962) geriye giderek şu bilgiyi verir:
‘‘ ‘Daima Kalbimdesin’ filmini sevenleriniz olmuştur.
Eğer seyretmişseniz, yerli aktörlerimizden birisinin küçük bir rolü gözünüze çarpmıştır herhalde.
Geçen yıl çekilen bu filmde Kıbrıslı aktör Rasıh Işıkman denenmiş ve rejisör Nejat Saydam tarafından beğenilmişti.
Bunun üzerine Nejat Saydam genç ve kabiliyetli oyuncumuza başka bir filmde üçüncü derecede bir rol vermiş ve istikbalde yapacağı filmlerde de rol vereceğini vaad etmişti.’’
Rasıh Işıkman da Hüseyin Kırıksaz gibi ‘bir tesadüf’ olarak rol alır filmlerde…
Şöyle der:
‘‘İstanbul’a gidişimin ertesi günü, bir tesadüf eseri olarak filmciliğimizin sempatik sanatkârı Öztürk Serengil’le tanıştım.
O günlerde rejisini Sırrı Gültekin’in yaptığı ‘Şeytan Bunun Neresinde?’ isimli bir filme başlamak üzere idi. Beni hemen rejisörle tanıştırdı ve kısa bir hasbihalden sonra Sırrı Gültekin bana filmde rol vermeyi kabul etti…’’
Rasıh Işıkman, İstanbul’da kaldığı kısa süre içerisinde, üç filmde rol alır…
‘Daima Kalbimdesin’, ‘‘Şeytan Bunun Neresinde?’’ ve ‘Kaynanam Nasıl Çıldırdı?’…
Ve 1963 yılına geliriz…
Kısa bile denemeyecek kadar ‘görüntüsel’ bir sahnede rol alan bir isim daha vardır…
Kıbrıslı Türkler arasında, dönemin önemli işadamlarından ve gazete bayilerinden Hazım Remzi…
Henüz Kıbrıs Cumhuriyeti yıkılmamış, toplumlararası çatışmalar başlamamıştır…
’63 yılı ortalarında, Kıbrıs’ta ilk kez bir Türk sinema filmi çekilir…
Beyza Selman’ın senaryosunu, yönetmen Nuri Ergün ‘‘Hancının Kızı’’ ismiyle Kıbrıs’ta çeker…
Başrollerinde Eşref Kolçak ile Evrim Fer’in rol aldığı filmde; karakter oyunculardan Kadir Savun, Reha Yurdakul, Handan Adalı ve Diclehan Baban gibi döneminin önemli isimleri de yer alır…
‘‘Hancının Kızı’’, Türk sinema tarihi içerisinde ‘Kıbrıs’ta çekilen ilk Türk filmi’ olarak kayıtlanır…
Filmin konusu şu cümlede özetlenir:
- Gözü yükseklerde olan bir kızın bütün sevdiklerini arkasına atarak, büyük şehirde bitişinin hikâyesi...’’
Filmin öyküsü üzerine uzunca bir yazıda bilgi veren Murat Çelengil’den öğreniriz ki; Ahmet (Eşref Kolçak) Ayşe’nin (Evrim Fer) istediği kumaş ve kremi almak için Lefkoşa’ya gelir… Çelengil şöyle yazar:
- Burada, filmin bir sürprizi var. Dükkânın önünde kendisine yardımcı olan kişi, zamanın önemli işadamlarından ve Hürriyet Ticaretevi sahibi, Hazım Remzi…’’
Ve sonra… Araya…
’63 yılı ile gelen çatışmalar, ayrılıklar, gettolar ve yasaklar girer…
Ne kamera önü kalır sinemalarda, ne mikrofon karşısı, müzik stüdyolarında…
Bir adamdan ‘bilinçlice’ iki plâk, üç adamdan ‘tesadüf’en rol alınmış sekiz film kalır yalnızca, gülümseten anılarda…
İflâs Eden Yönetmen
Ve ‘‘Yasaklanan’’ Bir Film...
Yeşilçam sinemasının Kıbrıs’a olan ilgisi, 1959 tarihlidir.
1959 yılında ilk kez, ‘Kıbrıs konulu’ bir film çekilir…
Senaryosu, yönetmenliği ve yapımcılığı Nişan Hançer’e ait bir filmdir bu…
‘‘Kıbrıs’ın Belâsı Kızıl EOKA’’…
Filmin çekildiği günler; 1960 - ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş imzalarının da Zürih ve Londra’da atıldı - atılacağı günlerdir…
İstanbul’da filmin, Londra’da diplomatik çalışmaların sonuçlandırılması çalışmaları hızlıca sürer…
Ve…
‘Kıbrıs’ta katliama uğrayan bir taburun öyküsü’ olan ‘‘Kıbrıs’ın Belâsı Kızıl EOKA’’ filmi tamamlanıp da ‘iyi iş yapacak’ umutlarında gösterime hazırlanırken, Zürih ve Londra imzaları da atılır, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur…
Ancak senarist, yönetmen ve yapımcı Nişan Hançer ciddi bir hayal kırıklığına uğrar…
Çünkü; ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması için büyük emek veren, TC. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu,
- ‘‘Biz Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurduk, şimdi bu filmin sırası değil’’ der ve ‘bir iyi niyet’ olarak filmin gösterimini yasaklar…
Film gösterime girmez, uzunca bir süre yasaklanır ve Nişan Hançer iflâs eder…
(Not: Sonraki yıllarda filmin afişi ve ismi değiştirilerek ‘Vatan Uğruna’ adıyla gösterilir)