Ödül Aşık ÜLKER
Bilim Kurulu üyesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Kaya Süer, tedbirlerin gevşetilmesi için daha vakit olduğunu kaydederek, “Kuzey Kıbrıs’ta bugüne kadar yapılanları bir anda sıfırlamanın anlamı yok, o yüzden tedbirlerin sürmesi gerekiyor. Bence bu ay sonuna kadar süreci takip edip durumu görmemiz lazım” dedi.
Prof. Dr. Süer, “Yüzyıllar içinde dünyada salgınlar yaşanmış ve bitmiştir. Bu salgın da bitecek, bunun da bir süreci var. Bu süreç içinde korunmayı bilmemiz lazım. Biz Bilim Kurulu olarak işyerlerinin henüz açılmaması gerektiğini düşünüyoruz. 1 Mayıs’a kadar temkinli devam edilmeli” diye konuştu.
YDÜ Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Kaya Süer, ilk aşamanın gayet iyi tamamlandığını, şimdi çalışanları taramak ve onlar arasında tespit edilen vakalar olursa onların temaslılarını taramak gerektiğini söyledi.
108 vaka içinde belirtisiz seyredenler olduğunu da belirten Prof. Dr. Süer, “Saptanmayan, belirtisiz seyreden vaka var mı diye bir soru işareti var. Bunu anlamak için bir takım taramalar yapılması gerekir. Bunlar ufak çaplı gruplar halinde yapılmaya başlandı. Şimdi biraz daha genişletilecek” diye konuştu.
Prof. Dr. Süer, iş yerlerinin açılması, insanların yeniden sokağa çıkmasıyla ikinci bir pik yaşanmaması için bazı kontrollerle vaka sayısının gerçekten bilinen sınırlarda olup olmadığının belirlenmesi gerektiğini ifade etti.
Prof. Dr. Kaya Süer, Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin bir bölümünün pandemi hastanesi olarak kalacağı ve diğer bölümlerde eskisi gibi sağlık hizmeti verileceğine dair birşeyin Bilim Kurulu’nda konuşulmadığını söyledi.
Soru: Kuzey Kıbrıs’taki en büyük ve donanımlı devlet hastanesi olan Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin pandemi hastanesi olmasıyla ilgili tartışmalar sürüyor. En son 45 günde yeni bir bina yapılması gündeme getirildi. Bu konulardaki düşünceniz nedir?
Prof. Dr. Süer: Biz Bilim Kurulu’nda bir pandemi hastanesi seçilmesi gerektiğini önermiştik, bakanlık altyapı açısından uygun olanı kendisi seçer. Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin pandemi hastanesi olması kararı Sağlık Bakanlığı’nın verdiği bir karardır. Muhtemelen merkezi bir yerde olması ve yoğun bakım kapasitesi dolayısıyla Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi seçildi. Ayrıca bu hastane birçok binadan oluşuyor, dolayısıyla bazı bölümleri ayırmak mümkündü, zaten ayrıldı.
“Alınan tedbirler efektif oldu”
Soru: Yeni bina konusunda 45 günlük bir süreden bahsediliyor. Bir salgın durumunda 45 gün az bir süre değil herhalde. Bu süreçte ne tür gelişmeler olabilir? Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin pandemi hastanesi olmasıyla diğer sağlık hizmetlerinde aksama oldu. Başka bir binanın pandemi hastanesine çevrilmesi seçeneği de konuşuluyor...
Prof. Dr. Süer: 45 gün az bir süre değil, doğru söylüyorsunuz. Ancak bu sorunun muhatabının benim olmamam gerekir, bunlar bakanlık düzeyinde, yönetimin vereceği kararlardır. Tabi ki günümüzde tek problem COVID-19 değil, başka kronik hastalıkları olan insanlar var, onların da sağlık hizmetini alması gerekir. Devlet bünyesindeki kapasitesi en yüksek hastane pandemi hastanesine çevrildiği için diğer hastanelerde hizmet verilmeye devam ediyor. Tabi ki bu bir takım aksamalara sebep olabilir.
Yeni pandemi hastanesinde ihtiyaç olan şey, tanı koymaya yönelik cihazlar ve hastaların takip edilebilmesi, gerektiğinde de yoğun bakım hizmetlerinin verilebilmesidir. Burada amaç sadece pandemiyle ilgili hizmeti vermekse, bu yapılmayacak birşey değil. Kısa sürede böyle bir altyapıya ulaşılabilir. Oraya bir tomografi cihazı koymaya kalkarsanız o biraz sıkıntılı olabilir, 45 gün yetmeyebilir diye düşünüyorum. Mevcut tomografi cihazının standart temizliği uygulanmak kaydıyla hasta işlemlerine devam edilebilir.
9 Mart’ta ilk vakayla karşılaşmamızın üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Vaka sayısındaki artışa baktığımızda, olayın alınan tedbirlerin etkisiyle kontrol altında tutulabildiğini görüyoruz. Kontrol altında tutulmadan kastımız, sağlık sistemini bloke edebilecek sayıda hastayla karşılaşmamış olmamızdır. Önlemlerin alınmasında esas amaç da buydu. Eğer biz bu önlemleri İtalya, İspanya gibi geç alsaydık sonuç farklı olurdu. Önlemleri en kısa sürede alma çabasına girdik ve alınan tedbirler gerçekten efektif oldu.
“Bilim Kurulu’nda konuşulmadı”
Soru: Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin nöroloji, üroloji ve ayaktan tanı bölümlerinin pandemi hastanesi olarak hizmet vermeye devam edeceği, diğer bölümlerde de eskisi gibi sağlık hizmeti verileceği haberleri var. Bunun ne gibi sakıncaları olabilir?
Prof. Dr. Süer: Bu konu Bilim Kurulu’nda konuşulmadı, böyle bir uygulamanın yapılacağına dair benim bir bilgim yok. Sağlık Bakanlığı’nın böyle bir kararı olmadan benim bu konuda yorum yapmam anlamsız olur.
“Tedbirlerin gevşetilmesi için daha vakit var”
Soru: Bundan sonrasında ne yapmak lazım? Asemptomatik vakaların tespit edilmediği ve toplum içinde dolaştığına dair endişeler var...
Prof. Dr. Süer: Bu salgın bitmeden, seyrinin nasıl olacağı konusunda öngörülerimiz olmasıyla birlikte her türlü riski gözönünde bulundurmamız gerekir. Hastalığın semptomatik ve asemptomatik iki ana formu var. 108 vaka içinde belirtisiz seyredenler de var. Saptanmayan, belirtisiz seyreden vaka var mı diye bir soru işareti var. Bunu anlamak için bir takım taramalar yapılması gerekir. Bunlar ufak çaplı gruplar halinde yapılmaya başlandı. Şimdi biraz daha genişletilecek. İlk vakanın tespit edilmesinin üzerinden bir ay geçti, süreç ilerliyor. İş yerlerinin açılması, insanların sokağa çıkmasıyla beraber ikinci bir pik yaşamamak için bazı kontrolleri yapıp, gerçekten vaka sayısı bildiğimiz sınırlarda mı yoksa fark edilmemiş hasta var mı sorusunun cevabını almak lazım. Bunu anlamak için toplumda bir tarama yapılması gerekir. Bu tarama esnasında seçilecek kişilerin bir takım kritlerleri olması lazım.
Toplumun büyük bir kısmı uzun zamandır evindedir. Evinde olanların büyük kısmının, riskli ortamda bulunmaması, herhangi bir riskli kişiyle temasta olmaması nedeniyle korunduğunu kabul ediyoruz. Ancak bir grup insan da görevlerine devam etti ve başka insanlarla temasta bulundu. Bu gruplardan her kesimi temsil edecek sayıda kişinin bu hastalığı farkında olmadan geçirmiş kişiler olup olmadığının kontrol edilmesi lazım. Bu kontrol sonucunda yeni vaka sayısı az olursa, Kuzey Kıbrıs’ta kontrolün sağlandığı düşünülebilir ve bunun üstüne tedbirlerin gevşetilmesi mümkün olabilir. Ama hemen şimdi değil, ilerleyen süreçte. Önümüzde bunun için daha vakit var.
Kısacası ilk aşama gayet iyi tamamlandı. Şimdi taramanın yapılması lazım. Evde oturanlar güvendedir. İkinci basamakta yapılması gereken, çalışanları taramak ve onlar arasında tespit edilen vakalar olursa onların temaslılarını taramaktır.
“Bulaş zincirinin kırılması için evde kalmak önemli bir kriterdir”
Soru: Son tespit edilen vakalardan bazılarının fazla sayıda kişiyle temas etmiş olması, hastalığın yayılmış olma ihtimali, sayının artması endişesi, virüsü nereden aldığı henüz tespit edilememiş vaka çıkması da toplumu huzursuz ediyor...
Prof. Dr. Süer: Toplumda çok sayıda insan kurallara uymasına rağmen, bazı kişilerin evde kalma kuralını ihlal etmesi hastalığın kontrol altına alınması çabalarına karşı yapılmış bir davranıştır. Bulaş zincirinin kırılması için evde kalmak önemli bir kriterdir, buna uyulması şarttır.
“Yapılanları bir anda sıfırlamanın anlamı yok”
Soru: Bazı iş yerlerinin açılmasından bahsediliyor. Nasıl açılmalı ve hangi tarihten itibaren açılmasını öngörüyorsunuz?
Prof. Dr. Süer: Benim öngörüm Nisan sonuna kadar işyerlerinin elzem olmayanlarının kapalı tutulmaya devam edilmesidir. Şu anda karantina sürecinde olan, hasta olmayan ama temaslı olanlar ve yurtdışından gelenler var. İzolasyon sonucunda buradan ne kadar vaka çıkacağı önemlidir. Eğer ciddi sayıda vaka olmazsa, ülkeye yeni gelen kişilerin oluşturacağı bir risk olmadığını düşünüp bu sefer daha rahat hareket edebiliriz. Tabi ki bu arada kara, deniz ve hava kapılarının kapalı tutulması şart. Çünkü başta Türkiye ve İngiltere’den olmak üzere ülkeye gelecek olan kişiler olacak, o ülkelerde vaka sayıları fazlayken, hastalık yaygınken kapıları açarsak yeni vakalar ortaya çıkabilir. Bazı ülkeler yeni bir uygulamaya başladı, mesela COVID-19 raporu ve test sonuçları elinde olmayanlar sınır kapılarından geçemeyecek.
Dünyada ilk vaka Aralık ayında tespit edildi, buradaki insanlar bunun farkındaydı. Kuzey Kıbrıs’ta ilk vakanın tespit edilmesiyle farkındalık daha da arttı. Çoğu insan bu hastalık hakkında bir takım bilgilere sahip, maske kullanımı, el yıkama gibi tedbirler standart uygulamalar haline geldi. Sosyal mesafe kavramını çoğu insan uyguluyor. Toplumda farkındalık var. Önümüzdeki süreçte, vaka sayılarının kontrolü iyi gidiyor diye iş yerlerinin açılması kararı verildiğinde “herkes istediğini yapsın” denmemeli. Ayrıca sosyal mesafe, izolasyon, temas sürelerinin kısıtlanmasına devam edilmeli. Kuzey Kıbrıs’ta bugüne kadar yapılanları bir anda sıfırlamanın anlamı yok, o yüzden tedbirlerin sürmesi gerekiyor. Bence bu ay sonuna kadar süreci takip edip durumu görmemiz lazım.
Ne kadar zaman daha maske takmamız lazım?
Soru: Yeniden açılma sonrasında ne kadar zaman daha maske takmamız, sosyal mesafeyi korumamız lazım?
Prof. Dr. Süer: Bu hastalığın önlenmesinde kullanılacak bir aşının bulunması, FDA onayı almış ve tedavide kullanımı kesinleşmiş bir ilacın seçilmiş olması birinci hedeftir. Hastalık yenidir, dolayısıyla bunların olması için zamana ihtiyaç vardır. Toplumu koruyabilecek aşı ve gerektiğinde tedavi edecek uygun ilaç net olarak bulunana kadar kendimizi korumamız şart.
Soru: Bu da çok kısa bir süre değil...
Prof. Dr. Süer: Tabi ki. Daha önce ortaya çıkan SARS, MERS, H1N1 virüsleri dünyadan yok olmadı, hala var. Kuzey Kıbrıs’ta 2009’da H1N1 vakaları görülmeye başladı. Şimdi toplum nüfusunun büyük kısmı H1N1 geçirmiş durumda. Dolayısıyla bu hastalığa karşı toplumda bir bağışıklık mevcut. Bugüne kadar H1N1 ile tanışmamış olanlar da bundan sonraki senelerde karşılaşacaklar. Ancak H1N1 için aynı anda çok yüksek sayıda vaka artık beklenmiyor. Çünkü toplumda pek çok insan bu hastalıkla tanıştı ve antikorunu oluşturdu.
COVID-19’da da aynısının olmasını bekleyeceğiz. Bu hastalığı bir şekilde insanlar tanıyacak, geçirecek ve koruyuculukları oluşacak. Bunun olması için bir süreç lazım. COVID-19 %80 civarında asemptomatik seyrediyor. Çocuklarda ve gençlerde çok belirti vermiyor, hatta hiç belirti vermiyor. Bunu testlerle ortaya koymak mümkün. Taramalar sonucunda KKTC’de nüfusun %20’si COVID-19’u geçirmişse, o zaman toplumda bir bağışıklık oluşmaya başladı demektir. Bu sayı da yıllar içinde giderek artacaktır. Ama daha düşük bir oran ile karşılaşırsak korunma ile ilgili uygulamalara devam edilmesi önemlidir.
Dünya genelinde, işin başında vaka sayısı ve ölümlerin tabloları veriliyordu. Şimdi iyileşen vaka sayıları verilmeye başlandı. Zaten beklenti de budur. Bu viral bir hastalık, zaman içinde ya belirtisiz şekilde hastalığı geçirerek ya da aşıyla kendimizi koruma altına alacağız.
“Kuzey Kıbrıs’ta uygulanan ilaçlar dünyada kullanılan ilaçların birebir aynısı”
Soru: Dünyada tedavide üç ilaç grubundan bahsediliyor; antiviraller, sıtma ilaçları ve immunmodülatörler. İşadamlarının getirdiği ilaçlar var, Güney’den ve Türkiye’den gelen ilaçlar var. Bunların tedavideki etkisi konusunda değerlendirmeniz nedir?
Prof. Dr. Süer: COVID-19 tanısı almış kişilerin tedavileriyle ilgili bir takım protokoller yani sınıflamalar var; belirtisiz olanlar, hafif belirti olanlar, solunum sıkıntısı olup yoğun bakım ihtiyacı olmayanlar, zatüresi olup serviste takip edilebilenler ve solunum cihazına bağlanması gereken ağır vakalar... Vakaların durumuna göre tedavi seçenekleri farklılıklar gösterebiliyor. Bahsettiğiniz ilaçlar sınıflamanın içinde olan ilaçlardır. Tedavi protokollerini incelediğimizde, her ülkede tedavi protokollerinde küçük farklılılar olabiliyor. Mevcutta kullanılan bu ilaçlar, antiviraller, sıtma ilaçları ve immunmodülatörler bu hastalık için üretilmiş ilaçlar değil, geçmişte başka amaçlarla üretilmiş ilaçlardır. Dünya bu virüsle karşılaşınca, henüz yeni ilaç bulunamadığı için, olaya “mevcut ilaçlarla neyi nasıl yapabiliriz” diye bakıldı ve bu ilaçların etkin olduğuna dair veriler ortaya çıkmaya başladı. FDA henüz COVID-19’un tedavisinde hangi ilacın birinci, hangi ilacın ikinci seçenek olduğuna dair açıklama yapacak pozisyonda değil. Dünya genelinde, ufak tefek farklılıklarla, bu tedavi protokolleri uygulanırken, bunların sonuçlarıyla beraber ilerleyen süreçte etkin tedavi yöntemi zaten seçilecektir. Belki bu arada yeni bir molekül tespit edilecek ve bu hastalığın tedavisinde kullanılacaktır. Bu aşamada mevcut ilaçlarla bu hastalığın tedavisi yapılmaya çalışılıyor.
Kuzey Kıbrıs’ta uygulanan ilaçlar dünyada tedavide kullanılan ilaçların birebir aynısıdır. “Şu ilaç yok, olsaydı da bunu yapsaydık, olmadığı için hastayı kaybettik” diye bir durum söz konusu değildir. Şu anda bakanlığın elinde tedavi yapabilecek miktarda, gerek işadamından, gerek Türkiye’den, gerekse Rum tarafından gelen ve dünyada bu konuda kullanılan bütün ilaçları içeren kombinasyonlar mevcuttur.
“İyileşmiş kişilerden plazma toplanması konusunda Sağlık Bakanlığı’yla fikir birliğine varılmıştır”
Soru: Serum ile antikor aktarımı da konuşulan tedaviler arasında...
Prof. Dr. Süer: Bunun detaylarına girmeden, öncelikle aşıların işleyişini anlatmak isterim, aşı yaparken amacımız, koruyucu maddeyi yani antikoru oluşturmaktır ki virüsle karşılaşırsa antikor virüsün yaşamasını engellesin. Bahsettiğiniz konvelesan plazma da COVID-19 tedavi protokolleri içinde yer alıyor. Plazma iyileşmiş kişinin kanından ayrılan bir ürünüdür ve içinde antikorları içerir. Antikorlar, hastalığı geçirmiş kişilerin vücudunda oluşturduğu bağışıklığı sağlayan hücrelerdir. Hastalığı geçirmiş kişideki antikoru plazmasıyla alıp, plazmasını hasta olan başka bir kişiye verdiğiniz zaman, içindeki antikor hastalığa karşı hızlıca mücadele edebiliyor. Bu ayrıca virüsün sayısının artmasına, hastalığın seyrinin kötüleşmesine engel olduğu gibi iyileşmeye de katkı sağlıyor.
YDÜ olarak KKTC Sağlık Bakanlığı’yla birlikte bir proje hazırladık, bunun için gerekli olan afarez cihazı hem YDÜ Hastanesi’nde hem de Dr. Burhan Nalbantoğlu Kan Bankası’nda vardır. Bu plazmalar hastalığı geçirip iyileşmiş kişilerden toplanıp özel buzdolaplarında uzun süreli saklanabilir. Vaka sayısı birden artarsa, sağlık sistemimizin yetersiz kalması durumunda bunlar çok işe yarayacaktır. Bu yedek cephane gibi toplanıp hazır bekleyecek. İyileşmiş kişilerden plazmaların toplanması konusunda Sağlık Bakanlığı’yla fikir birliğine varılmıştır. Kuzey Kıbrıs’ta plazma tedavisini hiçbir yerden hiç bir ihtiyacımız olmadan yapabiliriz.
“Rehavete kapılmayacağız”
Soru: Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin altyapısının bu süreçte yeterli olduğunu söyleyebilir misiniz?
Prof. Dr. Süer: Bu bir salgın. Önümüzde dünyadaki bazı örnekler var, “Genel durumu çok kötü, yaşı çok ileri, bu hastaya değil, diğer hastaya ventilatör takalım” demek bir hekimin yapmakta en zorlanacağı şeydir. Böyle bir durumda olmak bir hekim için kabul edilebilir birşey değildir. Şimdi altyapıyı kuvvetlendirmek lazım. Salgın büyümesi gibi bir beklentimiz yok ama böyle bir ihtimal var. Sağlık altyapısının güçlendirilmesi, ventilatör sayısının artırılması gerekir. Hazırlıklı olmalıyız ki, eğer sağlık sistemini zorlayacak vaka sayısıyla karşılaşacak olursak elimiz kuvvetli olsun. Böyle bir durumla karşılaşır mıyız? Riskimiz var mı? Var. Riskimiz çok mu yüksek? Bence çok yüksek değil, tabi ki tedbirleri uygulamaya devam etmek, herkesin farkındalığının üst düzeyde olması kaydıyla. Rehavete kapılmayacağız.
Yarın, öbür gün normal hayata kademe kademe dönmeye başladığımızda maskeyle devam etmemiz gerekecek. Ne zamana kadar? Dünyadaki bu pandeminin sona ermesine kadar. Avrupa’da vaka sayılarında düşüşler, immün kişilerin sayılarında artışlar başladı. Artık olay pandemiden çıkmaya başlıyor. Ama bu süreç altı ay mı, dokuz ay mı alacak? Onu şu anda kestiremeyiz. Beklentiler 2020’yi tedbirli bir şekilde kapatacağımız şeklinde. 2020’nin sonuna kadar evde mi kalacağız? Görüntü öyle değil. 2020’nin sonundan evvel insanlar kademeli olarak evinden çıkmaya başlayacak.
“Bundan sonrası çok önemli”
Soru: Kademeliyi biraz açalım, önce kimler ve nasıl çıkmalı?
Prof. Dr. Süer: Pandemi devam ettiği sürece risk grubunda olanlar kontrol altında olmak durumundadır. İşyerinizde kalp hastası, böbrek nakli olan biri, altta yatan bir hastalığı olan kişiler varsa onlar mutlaka korunmaya devam etmelidir. Çünkü bu kişiler virüsü alırsa hastalık sürecini ağır geçirebilir.
Bazı iş yerlerinin çalışmaya başlamasıyla birlikte tekrar küçük küçük topluluklar oluşmaya başlayacak. Bu topluluklardaki her bireyin farkındalığı olması, el temizliğine, maske kullanımına ve sosyal mesafeye dikkat etmesi lazım ki yeni vakayla karşılaşmayalım. İşyerleri bu şartlar altında kademe kademe açılabilir. Örneğin 50 çalışanı olan bir işyerini açarken, 50 personelin hepsi birden işe çağrılmayabilir.
Hangi iş kolları önce açılmalıdır sorusuna gelince, bunu ülkenin ihtiyaçları belirler. Örneğin önümüz yaz, su ve meşrubat üretimi yapanlar çalışmaya başlayabilir ki yazın artan ihtiyacı karşılayabilsin. Herkesi açalım mı? Şu anda herkesi açalım diyecek konumda değiliz. Nisan sonunu görmemiz lazım. Ay sonunda gidişat aynı seviyedeyse ve karantinadakilerden çok sayıda yeni vaka çıkmazsa önümüzü görmemiz daha kolay olacak. Bu rakamlarda kalırsak KKTC olarak ciddi anlamda bir başarı sergilemiş olacağız. Salgın yönetimi başarılı gidiyor ama asla rehavete kapılmamamız lazım. Bundan sonrası çok önemli. Bireylerin tedbirlerini devam ettirmesi şart. Bireyler sokağa çıkarken maskesini takmıyorsa, hijyenine dikkat etmiyorsa, bir yerlerden birşeyler alıp başkalarına bulaştırabilir.
Yüzyıllar içinde dünyada salgınlar yaşanmış ve bitmiştir. Bu salgın da bitecek, bunun da bir süreci var. Bu süreç içinde korunmayı bilmemiz lazım. Biz Bilim Kurulu olarak işyerlerinin henüz açılmaması gerektiğini düşünüyoruz. 1 Mayıs’a kadar temkinli devam edilmeli.
“Tedbirlerimizi devam ettirelim”
Soru: Sevdiklerimize güvenli bir şekilde ne zaman sarılabileceğiz? Mayıs sonunda bir bayram var, bu da çoğumuzu endişelendiriyor...
Prof. Dr. Süer: Pandemi bittiği zaman. WHO pandemiyi açıkladığı gibi bittiğini de açıklayacak. Biz dünya üstündeki birçok ülkeye göre çok daha iyi durumdayız ama bu sarılalım demek değil. Tedbirlerimizi devam ettirelim, rehavete kapılmayalım. Süreci görelim, önümüzde daha çok bayramlar var. Gerekirse diğer bayramda iki defa sarılıp öpüşürüz ama bu bayramda tedbirli olmaya devam etmek lazım.